Dink kararı adalete inancı dinamitledi
Abone olSiyasi iletişimci Necati Özkan, Hrant Dink hakkında verilen kararı ve iç siyasi dengeleri Özlem Gürses'e değerlendirdi..
Beş yıl süren Hrant Dink davasında çıkan karar tüm Türkiye'yi şoke etti. Karar herkesi şaşırtsa da Hrant Dink için yapılan yürüyüş umut vericiydi. Haftaya başlarken hem bu kararı ve yürüyüşü, hem de iç siyasetteki sıcak gelişmeleri siyasi iletişimci Necati Özkan'a sordum.
Sohbetimiz aşağıda.. İyi haftalar dilerim..
1.Siz uzun yıllardır Siyasi
İletişim çalışan bir isimsiniz... Son Hrant Dink kararı kamuoyunun
algısını ne yönde etkilemiştir sizce ?
Siyaset, tarih boyunca bir başka kelimeden güç almıştır ve hep o kelime sayesinde etkin olabilmiştir. O kelime adalettir. Adalet olmadan toplumların uzun süre, istikrarlı biçimde yönetilebilmesi mümkün değildir.
Hrant Dink kararı, bu toplumda adalet fikrine olan inancı derinden yaraladı. Bu karar ile, son yıllarda ülkemizde çokça tartışmalı olan yargı daha da tartışmalı hale geldi. Bu kararla, “Yeni Türkiye”de adaletin dejenere edildiğine inanan kitlelere yeni kitleler katıldı.
Hrant Dink kararı adalete inancı öylesine dinamitledi ki, kararı verenler bile kendi kararlarının arkasında duramadılar. Medyada kararlarına haklılık bulma gayretine girdiler.
Karar başta Cumhurbaşkanı, başbakan
ve bakanlar olmak üzere devleti yönetenlerde de rahatsızlık
yarattı.
Siyasi iletişim işi, bir fikir, parti veya lider lehine bireylerin ikna edilmesi işidir. Bu iş bazılarının zannettiğinin aksine, gercekler çarpıtılarak yapılamaz. Yani siyasi iletişim, olanları olmamış ya da olmayanları olmus gibi pazarlama işi değildir. Hrant Dink kararını hiç bir siyasi iletişimci, hiç bir topluma pazarlayamaz.
2. Karar feci de olsa, toplumsal refleks hiç beklenmeyecek kadar yüksekti. Çok farklı kesimler yürüyüşte yanyana geldi... Neden acaba ?
Kararın hemen ertesinde pek çoğu sosyal medya vasıtasıyla haberder olan onbinlerce insan bir araya geldi ve Dink kararının adaletsizliğine tepki gösterdi. Refleksin neredeyse kendiliğinden geliştiğini söylemek mümkün.
Son yıllarda siyasi davalar nedeniyle de toplum ayrıştı ve kutuplaştı. Çünkü büyük gürültüler koparan tartışmalı pek çok siyasi dava, bir demokrasi mücadelesi süreci gibi pazarlandı ve ülkenin geçmişine dönük bir hesaplaşma, devletin kirlerinden arınması gibi savlarla da dikkate değer bir taraftar buldu.
Hrant Dink kararı gösterdi ki, meğerse olan biten tam da böyle değilmiş… Meğerse devletin derinliklerindeki kirli yapılar hala etkinmiş... Ve bu yapılar bugün dahi, 1980’lerden kalma oyunlarına Türkiye ve dünya kamuoyunun tepkisine aldırmadan pervasız işlere koyulabiliyorlarmış…
Hrant Dink kararı, siyasallaştığı tüm kesimlerce kabul edilen ama, bir demokrasi mücadelesi sürecidir diye sabırla beklenen sürecin aslında tam da öyle olmadığını net bir şekilde ortaya koydu. Bu karar yargının siyasallaşması meselesinde taraf tutmanın, eninde sonunda herkese maliyetinin olacağının anlaşılmasını da sağladı.
O yüzden farklı kesimler hızla bir araya geldiler… O yüzden katılım bu kadar geniş oldu.
3. Dönelim Ankara'ya.... Başbakan grup konuşmasında CHP liderini Rick Perry’ye benzetti, ülkene Fransızsın dedi... Nasıl buluyorsunuz CHP liderinin siyasi iletişim performansını ?
Başbakan, Rick Perry örneğini kullanarak Kemal Kılıçdaroğlu’nun Türkiye’ye ve Türkiye’nin sorunlarına yabancı olduğunu söylemek istedi sanıyorum. Elbette ki siyaset pragmatist bir işidir. Her türlü fırsatı kullanır. Çünkü, rakibinizin algısını ve itibarını sarstıkça kendinizi güçlü kılarsınız. Bu nedenle Başbakan’ın bu benzetmeyi neden yaptığını anlamak mümkün.
Kılıçdaroğlu tarafına gelince… Deniz Baykal yönetimi zamanında CHP’nin pozisyonu netti. O pozisyon özetle ve sadece Türkiye’nin kurucu değerlerinin korunmasına odaklanmıştı. Kemal Kılıçdaroğlu, bu pozisyonun iktidar olmak için yetersiz olduğunu tespitle işe başlamıştı. Bu nedenle de parti içinde bir yenilenme süreci başlatmıştı.
Fakat ne o süreç açık ve güçlü bir irade ile yönetilebildi, ne de o sürecin profesyonel iletişimi yapılabildi. Pazarlama diliyle söylersek, ortaya ne yeni bir ürün konabildi, ne de ikna edici bir iletişim yapılabildi. CHP bu nedenle umut olmayı başaramadı ve seçimi kaybetti.
Bugün CHP içinde sıkıntılar yaşanıyorsa nedeni bu iki konuda cesur davranılmamış olmasıdır.
4. Bir de fezleke konusu var: CHP bu işten başbakan'ın deyimiyle "bir kahraman" yaratabilir mi ?
Fezleke ne yazık yargının siyasallaşması konusundaki son örneklerden biri. Siyaset, özellikle de muhalefet, işin doğası gereği konuşacak, eleştirecek, beğenmeyecek, daha iyisini, daha ilerisini talep edecek. Eleştiri olmadan muhalefet olur mu?
Kılıçdaroğlu aleyhindeki fezleke, 1960 sonrasında ana akım bir parti lideri hakkında, dahası bir anamuhalef lideri aleyhinde politik bir nedenden dolayı düzenlenen ilk fezlekedir. Bu nedenle de çok önemlidir.
Peki bu fezlekeden bir kahraman çıkar mı? Fezleke haberi ilk duyulduğunda, aynen seçim sonrasında TBMM’yi boykot etme kararında olduğu gibi parti içi muhalefeti durduracak bir süreç yaşanacak sanıldı. CHP yönetimi de böyle bir gidişi kolaylaştırmak istedi.
Ama, 362 imzalı tüzük kurultayı iradesi gösterdi ki öyle bir durum yok. Yani fezlekeden bir kahraman yaratılamayacağı anlaşılmış oldu.
5.Köşk'ün pozisyonunu da sormak isterim. AKPARTİ ile Köşk arasında birkaç konu başlığında belirgin biçimde fikir ayrılığı açıkça ortaya çıktı.... Sn. Cumhurbaşkanı "siyasal iletişim" açısından başarılı mı? Mesela "herkesin temsilcisi" olmayı başardı mı? Nasıl görüyorsunuz?
Türkiye’de herkes farkında ki, iktidarın gerçek sahibi Sn. Başbakandır. İktidarı oluşturan farklı kesimlerin varlığı gerçek olsa da, hakim irade Sn. Erdoğan’ın iradesidir. Tartışmalı her durumda, Sn Başbakan’ın iradesini beyan ettiği her durumda Sn. Gül geri çekilmiştir. Düşüncesi, gücü, ittifakı, ilişkileri ne olursa olsun…
Sn. Gül’ün herkesin temsilcisi olma durumu bana göre hiç olmadı, bundan sonra da olmayacak. Çünkü Sn. Gül’ün Çankaya’da 5 yıl boyunca almış olduğu hiç bir politik karar, Sn Başbakan’ın iradesinden bağımsız olmamıştır.
Milletvekili emeklilik maaşlarının artırılmasını düzenleyen yasanın meclise bir kez daha görüşülmek üzere iadesi ve Cumhurbaşkanlığı süresi konularındaki tavırlarına bakarak da Sn. Gül’ün “herkesin temsilcisi“ olduğunu söyleyebilmek çok mümkün değil.
Ama Sn. Cumhurbaşkanı’nın başta Twitter olmak üzere sosyal medyayı etkin olarak kullanmasını, milyonlarla doğrudan iletişime geçmesini, takipçilerinin doğrudan sorularına yanıt vermesini… bunun için dikkate değer bir iletişim ekibini görevlendirmesini vs yenilikçi ve doğru buluyorum.
6. Son olarak... güç mü? özgürlük mü? Siyasi iletişimde Türk toplumu açısından sizce hangisi daha önemli?
O kavramları kimin kullandığına bağlı olarak durum değişir. Türk toplumu bazen gücü, bazen özgürlüğü tercih etmiştir. 1950’de tek partinin kurumsallaşmış gücüne karşı özgürlüğü seçmiştir. 1983’te askeri rejime rağmen seçenekler içinden özgürlüğe en yakın olanı seçmiştir, vs…
Özgürlüğü savunması gerekenler yeterince açık savunamıyorsa… veya özgürlüğü savunduğunu söyleyenlerin kendi örgütlerinde özgürlük yoksa… kimi ikna edebilirler ki?