Dinç Bilgin günah çıkarttı
Abone olSabah Gazetesi'nin eski patronu Dinç Bilgin'den gecikmiş itiraflar. Cumhuriyet'e konuşan Bilgin, hem itiraf etti hem günah çıkarttı: Tetikçi gazetecilerden sorumluyum.
'Tetikçi gazetecilerden sorumluyum'
Sabah, atv ve Etibank'ın eski patronu Dinç Bilgin, bankacılık
sektörüne girmesinin büyük hata olduğunu söyledi
Söyleşi: Leyla Tavşanoğlu
Kaynak: www.cumhuriyet.com.tr
Sabah, atv ve Etibank'ın eski patronu Dinç Bilgin 'in işi zor. Kira
evinde onunla konuşuyoruz. Sıkıntılı... Konuşurken arada bir
gülüyor, ama bakışları kaygılı... Bir zamanlar Türkiye'nin iki
medya patronundan birisiyken bugün önünü göremiyor. 14 yıllık hapis
cezasını bozdurmak için gerekirse evrensel hukuka başvuracağını
söylüyor. Etibank macerası yüzünden malından mülkünden olan Bilgin,
bütün varlıklarına el koyan TMSF'ye sınırsız yetki tanıyan 5020
sayılı kanuna göre kurulan özel mahkemenin uygulamalarını da
eleştiriyor. Mahkeme Başkanı yargıç Mustafa Aydın 'ın ''Altın Makas
RTÜK'' kitabında kendisinden ağır ifadelerle söz ettiğine dikkat
çekiyor, ''Böyle hukuk anlayışı olmaz. O nedenle reddi hâkim
talebinde bulunduk'' diyor. Etibank'ı satın aldığında zaten batık
banka olduğunu başta o dönemin Devlet Bakanı Güneş Taner 'in çok
iyi bildiğini, buna rağmen bankanın kendisine satıldığını
belgesiyle anlatıyor. Vatan gazetesinde Sabah ve atv'nin, işadamı
Turgay Ciner 'e satışıyla ilgili yapılan yayın konusunda, ''Ölçüsüz
büyük iyilik, ölçüsüz büyük kötülüğü cezbeder'' diyor. TMSF'nin
Suudi Arabistan kökenli Al Baraka finans kurumu güdümlü olduğu
yolunda bilgiler bulunmasını nasıl karşıladığını sorduğumda ise
kanımı donduran şu yanıtı veriyor: ''Buna cevap verdiğim takdirde
başıma gelmeyen kalmayabilir.'' Dinç Bilgin'le konuşmamın tam
metini:
- Sermaye Piyasası Kurulu'nun (SPK) sizinle ilgili suç
duyurusunda bulunmasını nasıl karşıladınız?
BİLGİN - SPK'nin eleştirdiği konular TMSF'nin yıllardır bize sormadan yaptıkları ve TMSF'nin bu yaptıklarını uygularken bize sorma, hatta bilgilendirme nezaketini göstermemesiyle ilgili. Bu durumda biz ne şekilde SPK'ye bilgi vermemiz gerektiği konusunda hiçbir fikir sahibi değiliz. A-tell konusunda durum daha da vahim. Öncelikle 2004'te TMSF'ye devredilen şirketin yüzde 25'inin değil, yüzde 50'sinin devir işlemi yapıldı. Devir sırasında da TMSF'yle anlaşma yapılarak 2003 yılında 270 milyon dolara devredildi. Bugünkü TMSF'ciler bunu beğenmeyip bize sormadan bu anlaşmayı değiştirdiler. Vatan'da bu da yazıldı. İrademiz dışında oluşan bu uygulama için bir başka devlet kurumu tarafından savcılığa verildik. Üstelik SPK suçlamasında sorulan bu A-tell'in hangi borçları kapatacağı sorusu ise bizim yıllardır TMSF'ye sorup cevap alamadığımız bir konu. Şöyle ki, bugüne kadar yapılan tüm bu ödeme veya devirler sonrası TMSF'ye borç kalmadığı için A-tell devri sonrası holdingin TMSF dışındaki tüm borçlarını kapatacağı da açık. Ancak bunun olması için TMSF'nin bize bilgi vermesi lazım. Ama bundan kaçınıyor.
- Siz Etibank davasından 14 yıl hapis, 440 milyon dolar da para cezasına mahkûm edildiniz. 8. Ağır Ceza Mahkemesi'nin bu kararını nasıl karşıladınız?
BİLGİN - Tabii ki şaşkınlıkla karşıladım. Etibank'ta kamuya borcum yok. Borcun çok daha fazlası ödendi. Yani onlara göre daha ödenmedi; garantiye alındı. Ama bana göre ödendi. Sonuçta ben artık Sabah ve atv'nin sahibi değilim. Onları sattım. Bana para ödendi. Öbür varlık devirleriyle çok daha büyük rakamlar ödendi. 900 milyon dolara yakın çeşitli yönlerde tahsilat yaptılar. Bankaya el koyduklarında değeri için o tarihte söyledikleri rakam 438 milyon dolardı. Benim durumumdaki bir başka özellik de bankaya el konduğundan beri başkalarının yaptığı gibi hemen para bulup ödemedim ya da bende var olan paraları onlara ödemedim. Zaten bankanın elindeki, teminat olarak tutulan şeylere el konulmasından sonra, önce kamuya geçen Etibank önce BDDK'ye, sonra da TMSF'ye devredilmişti. BDDK ve TMSF o değerleri nakde çevirerek sözünü ettikleri tahsilatları yaptılar. Yani ben aldığım bir şeyi iade etmedim. Zaten bankada mevcuttu.
- Bakıyorum da sizinki ve benzeri davaların yargıcı hep aynı
yargıç. Yani sizden de söz ettiği 'Altın Makas RTÜK' kitabının
yazarı Mustafa Aydın. O kitapta size ağır eleştiriler yöneltmişti.
Size karşı önyargılı olduğu gerekçesiyle reddi hâkim talebinde de
bulunmuştunuz, ama bu talep reddedilmişti. Sizce bağımsız yargı
böyle davranabilir mi? Ya da böyle bir hukuk anlayışı olabilir
mi?
BİLGİN - Bu özel bir mahkeme. Bu tür bir hukuk anlayışının tabii ki olmaması lazım. Reddi hâkim talebimizin esası da o, zaten. Ama gördüğünüz gibi bizim ülkede her şey oluyor. Ben önce DGM'de yargılandım. O tarihte çete kurma gibi bir suç yüklemişlerdi. Sonradan çete suçu olmadığı ortaya çıktı ve mahkeme beni beraat ettirdi. Daha sonra bu tür suçlar kanun değişikliğiyle DGM kapsamından çıkarıldı. Ben daha tutukluyken 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılanmama geçildi. Dava neredeyse karar aşamasındaydı ve beraatla sonuçlanmak üzereydi. Bilirkişi raporları, her şey lehimizeydi. Ama o arada Uzanlar olayı patlak verdi. Bunun arkasından hemen 5020 sayılı yeni bir kanun çıkardılar. Amacı da Uzanlar'dan tahsilat yapabilmekti. Beni şimdi yargılayan 8. Ağır Ceza Mahkemesi, 5020 sayılı kanuna göre kurulan olağanüstü bir mahkeme. Yani bu mahkeme suç tarihinden sonra kuruldu. Bu, hukukun doğasına aykırı. Bu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesinde tanımlanan adil yargılanma kuralında yerini bulan tabii hâkim ilkesine aykırı. Hiç kimse eyleminden sonra kurulmuş bir mahkemede yargılanamaz. Ama Türkiye'de bunlar oluyor.
- Bir anlamda hukuku geriye dönük mü uyguluyorlar?
BİLGİN - Evet. Bu da belli bir düşünce yapısını gösteriyor.
- Siz bir gazeteci ailesinin oğlu ve gazeteci kökenlisiniz. Niye elinizin altında Yeni Asır, Sabah gazetesi, ATV ve öbür yayın organları dururken işadamlığına, daha doğrusu bankacılığa sıvandınız? Açıkça da sormam gerekirse sizi kim ya da kimler bu işe teşvik etti?
BİLGİN - O tarihlerde Türkiye çok garip olaylar zinciri içinden geçti. Bir kere iki grup arasında kıran kırana büyük bir rekabet vardı. O rekabet çok sertleşti. Birbirini karalama, küçük düşürmeye dönüştü. O arada da yeni gazeteci tipleri ortaya çıktı.
- Tetikçi gazeteciler mi?
BİLGİN - Evet, tetikçi gazeteciler.. ya da patron adına saldırı yapan gazeteciler, diyebiliriz. Sonuçta da basın kendi işlevinden uzaklaştı. Yine o tarihte bir seçim yapıldı. Bir kısmı, aynen siyasi parti gibi, Tansu Çiller , bir kısmı da Mesut Yılmaz yanlısı oldu. İki başbakan adayından daha çok, iki basın grubu birbiriyle kavga eder oldu. Onunla birlikte de yeni genel yayın müdürü, yazar türleri ortaya çıktı. Ben bunları sanki hiç sorumluluğum yokmuş gibi anlatıyorum. Elbette gazete patronlarının bu işte büyük sorumlulukları vardır. Büyük teknoloji, tiraj kavgaları, basının büyük sermaye, büyüme ihtiyacı.. bozulma demeyeyim de, büyük bir değişime götürdü.
- Peki, bu değişim sizce olumlu mu, olumsuz mu oldu?
BİLGİN - Tabii ki olumsuz oldu. Mesleğinden uzaklaşan, ama kıdemli arkadaşlarına göre çok daha fazla para kazanan yeni gazeteci tipleri çıktı. Bu canavarı yoğuran ve ortaya çıkaranlardan birisi olarak benim de bu işte sorumluluğum var.
- İyi de, niye yaptınız bunu?
BİLGİN - Bu, bilinçle filan yapılmış bir şey değil. Basın o tarihte öyle bir yola girdi. Belki hatırlarsınız.. Sabah o tarihlerde gazete sahiplerinin basın dışında işi olmaması gerektiğinin kavgasını verdi. Sabah'a karşı olan gazeteler de bunun çok aksini savundular. Hatta iş âlemi de onların yanında yer aldı. Örneğin, rahmetli Vehbi Koç 'un bana mektubu var. Yurtdışında işadamlarının da basın sektörüne girdiğini örnekleriyle yazıyordu. Bütün basın kuruluşlarının aynı zamanda bankaları oldu. Bankası olmayan basın kuruluşları da bankası olanların eline geçti. Ama o dönemde Sabah'ın bankası yoktu. Henüz bankacılık krizi yoktu, ama bir ekonomik krizin patlayacağının işaretleri vardı. Bu seziliyordu. Evet, çok büyük hata yaptım. Bankacılık işine girdim. Böylece de bankası olmayan hiçbir basın grubu kalmadı.
- En son Aydın Doğan da bankasını Fortis grubuna sattı...
BİLGİN - Evet. Bankacılık krizi patlak verdiği zaman, bu, el konan bankaların patronlarının krizi değildi. Yani bunlar kriminal insanlar oldukları için bankalar krize girmediler. Bunların içinde yasadışı işler yapan banka yöneticileri olabilir. Asıl sebep Türkiye'de büyük bir ekonomik krizin patlamasıydı. Bu, sonradan bankacılık krizine dönüştü. Benim konumum öbür banka ve gazete patronlarından biraz farklıydı. Düşünce yapımın onlardan daha liberal olması nedeniyle Türkiye'de hem dinci sağ hem devletçi sol bana karşıydı. Siyasilerle hiçbir zaman sıkı fıkı ilişkilerim olmadı. Onlardan hep uzak durmayı tercih ettim. Yani Ankara'ya giden, Ankara'daki devlet kademesini bilen birisi değilim. İki tarafın da tepkisini çektiğim için belki de zincirin en zayıf halkası bendim. Asıl sebep o.
- Sizin, evde sürekli gazete ve kitap okuduğunuzu biliyoruz. Bundan sonra ne yapmayı planlıyorsunuz?
BİLGİN - Bir kere önümde uzun bir yargı süreci var. Türkiye adaletine güveniyorum. Adalet çok yüce bir kavram ve beni mahkûm eden mahkemenin dört duvarı arasında değil. Daha başka yerler de var.
- Türkiye'de adalet süreci tıkandı diyelim. Ne yapacaksınız?
BİLGİN - Türkiye'de dediğim gibi daha uzun bir süreç var. Ben oradaki yüce hâkimlere büyük güven duyuyorum. Ama burada hukuk yolları tıkanırsa Türkiye'nin anlaşmalarla kabul ettiği evrensel hukuk var. İnşallah böyle bir şey yapmak zorunda kalmam. Ama öyle olursa da gidip kavgamı oralarda yapacağım.
- Sizin banka sorunlarınız ortaya çıktığı anda Sabah'taki çok kadim dostlarınız toplu halde gazeteyi bırakıp gittiler, Vatan gazetesini kurdular. Siz bunu nasıl karşıladınız?
BİLGİN - Ben o zaman bunu çok büyük bir tepkiyle karşıladım. İlk kez Cumhuriyet'e ve size verdiğim mülakatta da onlara karşı nasıl tepki duyduğumu anlatmıştım. Ama kendimi frenlemeye çalıştım. Şimdi görüyorum ki onlar stratejik bir sürecin parçası olmuşlar. Benimle devam etmek ve bir başka tarafa gitmek arasında kararsızlık geçirmişler. Kendi hesaplarına göre de doğru olanı yapmışlar.
- Peki, Vatan'da son yayımlanan Sabah ve atv'nin satışıyla ilgili yazıyı nasıl buldunuz?
BİLGİN - Bu konuda sadece Boccacio 'dan (Floransalı ortaçağ dönemi yazarı. Ünlü kitabı Decameron) bir cümleyle cevap vermek istiyorum: La grande benevolance attire la grande malevolance, yani büyük ve ölçüsüz iyilik, büyük ve ölçüsüz kötülüğü cezbeder.
- Yöneticileri Vatan'ın bağımsız bir gazete olduğunu söylüyor. Vatan bağımsız mı?
BİLGİN - O konuda konuşmak istemiyorum, ama elbette değil. Öyle bir şey olması mümkün değil. Sabah ne kadar bağımsızsa, Hürriyet ne kadar bağımsızsa, Milliyet ne kadar bağımsızsa Vatan da o kadar bağımsız.
- Yeniden TMSF konusuna dönmek istiyorum. TMSF bütün batık bankalar nedeniyle sahiplerinin, yöneticilerinin mallarına, mülklerine el koyuyor. Daha sonra bunların yok pahasına satıldığı söyleniyor. TMSF ne yapıyor? Bir bilirkişi bu malların değerlerini tespit ediyor mu? Neye göre satılıyorlar ve satışlardan elde edilen paralar nereye gidiyor?
BİLGİN - Satışlardan elde edilen paralar muhtemelen TMSF'nin cari harcamalarının bir kısmını karşılamaya gidiyordur. Çünkü tamamını karşılaması çok zor.
- TMSF o kadar pahalı ve masraflı bir KİT mi?
BİLGİN - Evet, öyle. Yaptığı işin icabı olarak çok büyüdü. Ama kamu kendi zararını zarardan görmüyor. Ona çeşitli isimler veriyorlar. Görev zararı, şu, bu, diyorlar. Öyle geçiştiriyorlar. Bu hissedilmiyor, ama sonradan enflasyon olarak Türk halkına dönüyor. Bu iş, Türkiye'de birtakım aşağılık hortumcunun üzerine gitmek için başladı. Ama zaman içinde büyüdüler, devleştiler.
- TMSF Başkanı Ahmet Ertürk'ün portresi, uzun özgeçmişi bir gazetede yayımlandı. Aynı gazete TMSF'yle ilgili başka bilgiler yayımlamadı. TMSF'nin aynı zamanda Suudi Arabistan kaynaklı Al Baraka'nın güdümünde olduğu iddiaları bu yazılarda yer alıyor. Siz bu bilgilere ne diyorsunuz?
BİLGİN - Uzanlar'dan Yargıtay kararıyla kesinleşmiş 50-60 milyon dolarlık bir alacağım vardı. Bu alacağımı, 2001'de bütün malvarlıklarıma el konduğu için, benim adıma tahsil edin, diye TMSF'ye devrettim. Alacağım olan şirketin yönetim kurulu başkanı Cem Uzan , yönetim kurulu başkan yardımcısı da Hakan Uzan 'dı. 2001'deki TMSF yöneticileri Uzanlar'ın üzerine gitmeye cesaret edemediler. Çünkü Star televizyonundaki Kırmızı Koltuk programına onlar çıkıyorlardı. Bu alacağın takipçisi oldum. Hemen her ay kendileriyle konuştum. Ama her seferinde de bazen sertleşen, ''Bu işin üzerine fazla varma'' gibisinden garip tepkilerle karşılaştım. Bana sorduğunuz soruya cevap vermeye çok samimi olarak korkuyorum. Buna cevap verdiğim takdirde başıma gelmeyen kalmayabilir. Siz bunu bana sormamış olun. Ben de size cevap vermemiş olayım.
- Çok merak ediyorum. Etibank niye battı?
BİLGİN - Bir kere bankayı özelleştirmeden ben almadım. O zaman Cavit Çağlar ihaleyi kazanıp Etibank'ı almıştı. Sonradan bana teklif etti. Bir ortak girişim grubu kurarak bankanın peşinatı olan 62 küsur milyon doları ödedik. Orada da bir olay var. Cavit Çağlar ekonomik krize girdi. Bunun üzerine bankasının yüzde elli hissesini ben almak zorunda kaldım. Ve Özelleştirme İdaresi'ne 172 milyon dolar para ödedim. Bu para da ortadan kayboldu. O paranın hesabını sorduğum zaman yüzüme öylece bakıyorlar. Ne olduğu belli değil. Devlette paranın kaybolması diye bir şey söz konusu olmamalı.
- İyi de, devletin vatandaşa teminat olması gerekmiyor mu?
BİLGİN - Gerekiyor, tabii. Ondan daha da vahimi duruşmalar sırasında ortaya çıktı. Mahkemede eski Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Güneş Taner'i filan dinlediler. Besbelli, Etibank konusunda beni ağır şekilde yanıltmışlar. Bana ayıplı mal satmışlar. Yani sattıkları Etibank, bana devredildiği zamandan itibaren batık bankaymış. Ben batık bankayı adam etmek için büyük paralar harcamışım. Bunlar mahkeme zabıtlarında meydana çıktı. Mahkemede hâkim, Güneş Taner'e, ''Batık bir banka özelleştirilebilir mi?'' diye sordu. Taner'in, ''Öyle şey olur mu?'' karşılığı üzerine 12 Ocak 1998 tarihli bir belge önüne sunuldu. Belgede Güneş Taner, imzasıyla o zaman Hazine Müsteşarı olan Yener Dinçmen 'e şunu yazmış: ''Bankayı takibe alın."
O anda Güneş Taner belgeye baktı ve gayet profesyonelce, ''Bu yazı ve imza bana ait'' dedi. Mahkeme Başkanı, ''Nasıl böyle bir şey olur?'' diye sorunca, ''Devletin menfaatları bazen böyle davranmayı gerektirebilir'' gibi bir yanıt verdi. Bunu Güneş Taner'in niye yaptığı da meydana çıktı. Biliyorsunuz, Sabah'ın Güneş Taner'le de önemli bir kavgası vardı. Bir toplantıya oğlumla birlikte katılmıştık. Tam çıkıyorduk, Güneş Taner geri çağırdı. Aynen, ''Şimdi benim arka bahçeme girdiniz. Bundan sonra benim sözümden çıkmayacaksınız'' dedi. Ben şimdi kendimi büyük bir siyasi komplonun parçası olarak görmeye başladım.