Dilin toplum için önemi çok büyük
Abone olDil, değişip gelişen canlı bir varlıktır. Diğer canlılarda olduğu onun da bir bünyesi vardır. O da toplumdur.
ANALİZ
MUHAMMET DORUK- Dil,
değişip gelişen canlı bir varlıktır. Diğer canlılarda olduğu onun
da bir bünyesi vardır. O da toplumdur. Toplumda yaşayan bireyler,
dili icra ederken aynı zamanda onun yaşama alanını meydana
getirirler. Toplum olmasaydı dile ihtiyaç duyulmazdı. Aynı şekilde
dil olmasaydı belki de toplum olmazdı. Dil topluma; toplum da dile
bağlıdır. Bu iki unsur birbirini tamamlayan yapı taşlarıdır.
Dil ve kültür, toplumların gereksinimleri sonucunda teşekkül
eden ve bir birine sımsıkı bağlı olan iki önemli unsurdur. İlk
dilin hangi dil olduğu konusunda yapılan araştırmaların fikir
zeminini aynı zamanda “ilk toplum”un hangi toplum
olduğu oluşturuyordu. Özellikle Batı’da coğrafî keşiflerin
başlaması ve misyonerlik faaliyetlerinin hız kazanması, çeşitli
dillerin ortaya çıkmasına ve bunların karşılaştırılmasına zemin
hazırlamıştır.
Bütün bu çalışmaların odak noktası toplumlardı. Mitolojiler
incelenmeye başlanmış, efsaneler ve masalar derlenmiş, ortak kültür
öğelerine ulaşılmaya çalışılmış, semavî dinler üzerinden
“ilk dil”in hangisi olduğu anlaşılmaya
çalışılmıştır. Misal, Ars Mağna, Yahudî ve Hıristiyanların Ahd-i
Atik’te geçen “Babil Kulesi Efsanesi"nden çok eski
bir dil olduğuna hüküm verirler ve ilk dil olarak Ars Mağna’yı
kabul ederler. Kitâb-ı Kebir’de Allah’ın Hz. Âdem’e isimleri
öğrettiği belirtilir. Çin mitolojisinde, bir kaplumbağanın kralın
huzuruna gelip ona kelimeleri öğrettiği inancı vardır. Her topluluk
ilk dili kendi kültür aynasından görür. Görmek zorundadır. Çünkü
bu, tabiî bir olgudur.
Ünlü devlet adamı ve dil bilimci olan W. Von Hauboldt, dille toplumun arasındaki bağı incelemiştir. O, toplumda yaşayan insanların dilinden, kültürüne ve dünya görüşüne inilebileceğini ortaya koymaya çalışmıştır. Yine 20. Yüzyılın başlarında dille toplum arasındaki ilişkiyi incelemek üzere yola çıkan ünlü Fransız dil bilimcisi Antoine Meillet, yapmış olduğu çalışmalar neticesinde, dilin iktisadî ve içtimayî yapısı üzerinde durmuştur. Dil ve toplumu her yönüyle ele almıştır. Dil bilimi alanı genişletmiş, sosyolenguistik denilen, dili toplum düzeyinde inceleyen bir alan ortaya çıkmıştır. Çeşitli tanımlamalarla bu iki unsur arasındaki bağı açıklamaya ve anlamaya çalışılmıştır.
Dil, bir “gizli antlaşmalar” sistemidir. Hemen
hemen yapılan bütün dil tanımlarında bu ifade geçer. Peki, nedir bu
gizli antlaşmalar sistemi? Dil bir müessesedir. Her müessesenin de
kendine has bir üslubu ve yapısı vardır. Milletleri, müessese kabul
edersek, dili de müessese sahiplerinin kodlanmış iletişim aracı
olarak kabul edebiliriz. Mesala, biz “taş”a niçin
taş dediğimizi bilmeyiz ama taşın “taş” olduğunu
biliriz.
Aynı şekilde “su”ya niçin su denildiğini bilmeyiz ama suyun su
olduğunu biliriz. Bunu, millet olarak biz biliriz. Araplar taşa
“hacer” der. Farslar “seng” der.
Her millet kendi aralarında bir antlaşma içindedir. Bazı
kavramların Sebebini birçoğumuz bilmeyiz ama onun karşıladığı anlam
dünyasını biliriz. Çünkü toplumların dimağında kuşaktan kuşağa
aktarılan dil, bunu bağımsız bir şekilde icra eder.
Neticede dil, kültür taşıyıcıdır. Binlerce yıl öncesinden,
kültür hazinesini günümüze kadar yaşatan öğe dildir. Toplumlar
dillerine sahip çıktığı ve koruduğu sürece yaşarlar. Bu iki ahenk,
birbirinden ayrı düşünülemez. Bu ahenkten biri bozulduğunda diğeri
de sekteye uğrar ve kaybolur.