Dikkat, otobüste sosyolog var!
Abone olÜç yaşından beri İstanbul’da yaşayan Fatma Karabıyık kente dair gözlemlerini Otobüsname adlı kitapta topladı.
. İstanbul’u bir laboratuvara benzeten yazar, otobüs ve vapur
yolculuklarında, sokaklarda ‘fark ettiği’ ayrıntıları bir sosyolog
bakışı ve bir öykücü diliyle anlatıyor. Her dönemde yazar, şair ve
sanatçılara ilham kaynağı olan bir şehir, İstanbul. Binlerce yıllık
geçmişi ile adeta bir açık hava müzesi olan İstanbul, modern
zamanlarda nüfusu 12 milyonu geçen bir metropole dönüşmenin
getirdiği sorunların sancılarını yaşıyor. Sanatçıların ilham
kaynağı olan şehir artık insanları, sokakları, Anadolu insanını
çeken cazibesi ve çözümsüz hale gelmiş problemleri ile sosyal
bilimciler için de, büyük ve zengin bir ‘açık laboratuvar’... Üç
yaşından beri İstanbul’da yaşayan yazar ve sosyolog Dr. Fatma
Karabıyık Barbarosoğlu, her daim yaşadığı ve dinlediği şehre dair
gözlemlerini, ‘Otobüsname’ adlı kitabında bir araya getirdi. Timaş
Yayınları arasından çıkan ‘Otobüsname’, bir sosyal bilimcinin
yaşadıklarından, içinde yaşadığı ve kendisine çalışma alanı kıldığı
topluma dair yaptığı gözlem ve yorumlardan oluşuyor. Fatma
Karabıyık Barbarosoğlu ile konuşmamız, kitabın ruhuna uygun olarak,
Bostancı–Kadıköy arasında, kısa bir seyahatte ve bir taksinin
içinde gerçekleşiyor. Şehirde dolaşırken, şehri konuşuyoruz.
Barbarosoğlu, şehre alıcı gözle bakma meselesinin, kitap için
planlanmadığını, bunun kendisi için yaradılıştan gelen ve
çocukluktan bu yana devam eden bir özellik olduğunu söylüyor.
Bakmak ile görmek, daha doğrusu fark edebilmek aynı şey değil ona
göre. Barbarosoğlu, “Ben çocukluğumdan beri hep gözlemci bir
yapıdaydım. Bunun üzerine aldığım eğitimi de ekleyince sürekli
yaşadığım şehri yakından gözlemlemeye başladım. Bir nehrin içinde
akıp gidiyoruz, bu hengamede olayları ve insanları biraz fark
edelim diye gözlemlerimi kitap haline getirdim.” diyor.
‘Otobüsname’ yazılarının toplumsal hafızaya ve sokak hafızasına da
katkı sağlayacağını belirten Barbarosoğlu, şöyle diyor: “Ben Ahmet
Rasim’in satırlarında günlük hayata dair bir şeyler gördüğümde
değişen hayata rağmen değişmeyen hayatın izini sürme imkanı buldum.
Belki 2075’te, benim yazdıklarım da birileri için ayak izi olur
diye düşündüm. Adı ‘otobüsname’ olmasa da sokak gözlemleri devam
edecek. Benim edebî kimliğim de var. Sadece bir sosyal bilimci
olsaydım belki bu işten sıkılabilirdim; ama edebî kimliğim sokak
gözlemlerini benim için zevkli hale getiriyor.” Yazar, seyahate çok
önem veriyor. Bunu, kitabındaki giriş yazısında da belirterek, her
gezinin bir seyahat olamayacağını ifade ediyor.Yani turistik gezi
ile seyahati birbirinden ayırt edebilmek gerekiyor. Bazen gözlemci
bir bakışla yapılan şehiriçi bir tur dahi seyahat olabilirken,
eğlence merkezli bir uluslararası dolaşım, seyahat kapsamına
girmeyebiliyor. Barbarosoğlu, “Benim seyahatten anladığım idrak
noktasının dorukta olduğu andır.” diyerek, bazen otobüste
karşınızda oturan kişinin yüzündeki çizgilerden yola çıkarak
yapacağınız bir yolculuğun bile seyahat olabileceğini söylüyor.
“Toplum aslında çok da kötüye gitmiyor” Aslında Barbarosoğlu’nun
günlük hayatta tanık oldukları, İstanbul’da yaşayan hemen herkesin
yaşadığı ve gördüğü olaylar. Aradaki fark, bakmak ile görmek
arasındaki fark gibi. Peki insanlar çevrelerine karşı nasıl bu
kadar ilgisiz kalabiliyor? Ya da çevresini fark etmesi için bir
insanın ille de sosyal bilimci mi olması gerekiyor? Barbarosoğlu
kendi farkını öncelikle kamusal alanda yoğun bir mesaiye sahip
olmaması ile açıklıyor. Bu durumun avantajı, kişiye kendi mesaisini
belirleme imkânı tanıması. Barbarosoğlu, “Ben normalde insanların
yaşadığı zamanın dışında başka bir zamanı yaşıyorum. Hıza
takılmıyorum. Hayatımda yoğun hız varsa geri çekilip duruyorum; hız
beni ürkütüyor; çünkü hızda idrak anı yok oluyor. Ben idrak anını
yaşamak için de bedel ödüyorum.” diyor. Şehrin sokaklarında
yapılmış bunca gözlemden sonra Barbarosoğlu’nun şehre ve olup
bitene dair yorumları yer yer olumsuzluklar içerse de kötümser
değil. Yazar, “Toplum kötüye falan gitmiyor. Ama rüzgar kötü.
İnsanlar kötüye gitmiyor; ama kötü esen bir rüzgar var ve
insanların sığınacakları yerler târumâr edilmiş. Rüzgar hep bizi
şeytana doğru itiyor.” tespitini yapıyor. Barbarosoğlu, özellikle
son 20 yıldır Türkiye’de toplumun sürekli eğlenceye alıştırılmak
istendiğine söylüyor ve bir pagan kültürünün pohpohlandığına dikkat
çekiyor. Sokakta kavga edenleri seyretmek iyiye işaret! Sokaklarda,
toplu taşıma araçlarında dolaşan bir insanın sık sık şahit olduğu
sahnelerden biri, kavga edenler ve bu kavganın seyircileri...
Yaygın olarak ‘insanların şiddete şahit olmaktan zevk aldıkları’
düşünülen bu sokak manzarasına da, Barbarosoğlu oldukça farklı bir
yorum getiriyor. Türk toplumunun halen gördüğü kötü bir olay
karşısında orayı bırakıp gitmediğini, bir hadiste de belirtildiği
gibi ‘eliyle ve diliyle müdahale edemese dahi kalbiyle buğzettiği’
tespitini yapıyor.