Bismillahirrahmanirrahim
Devrimci romantizm, sosyalist
gerçekçilerin kullandığı olumlu kahramanın çıkış noktasıdır.
Yoldaş Mayakovski’nin “İleri, ileri,
ileri sağa, ileri” -Ufak değişiklik tarafıma aittir- marşı da bunun
simgesi olarak kabul edilir. Türk Dünyası yazarlarından Cengiz
Aytmatov’un “Elveda Gülsarı” adlı romanı, Tanabay adlı devrimci
romantik kahramanın mücadelesi ve yaşadığı hayal kırıklıkları
üzerine kuruludur. Türk edebiyatından örnek olarak Kuyucaklı
Yusuf’u diyeceğim ama romanın olay örgüsü içinde Burjuvanın kendi
arasındaki hesaplaşmayı okuduğumuz için yazarının solcu olması
dışında orada devrimci romantik bir olumlu kahramanın olduğunu
söylemek yanlış olur.
Muharrir burada derince iç
çekerek kahvesinden bir yudum alır.
Söyleyen söylesin yani ben
söylemem.
Türk edebiyatında sosyalist
gerçekçiliği ve devrimci romantik olumlu kahramanı en iyi yansıtan
eser benim tespit edebildiğim kadarıyla Sait Faik Abasıyanık’ın
“Karanfiller ve Domates Suyu”dur. Kör Mustafa’nın tırnaklarını
kaybetmek pahasına avuç içi kadar toprak parçasını temizleme
hikâyesini okurken biz de yazarla beraber romantik kahramanın
önünde kalkıp saygı duruşunda bulunuruz.
Neticede toplumcu
gerçekçiliğin güzellik anlayışı “üretim”dir.
Burada bir sorun var.
Sekülaristleri solcu diye
tanımlamak işin doğrusu solculara biraz haksızlık
oluyor.
Mesela solcular neden zekât vermeyi
toplumsal bir refleks haline getirmezler anlamak mümkün değil.
Ya da Gazze’de bütün dünyanın gözünün
içine baka baka işlenen soykırım neden Latin Amerika solcularının
gündeminde olduğu kadar bizimkilerin gündeminde olmaz bunu da
anlayamıyorum.
Hümanizmadan mütevellit ortaya çıkan
insanların eşit olması gerektiği fikrinin çekirdeğindeki insan
sevgisi neden Gazze’deki bebelere işlemez ne yalan söyleyeyim kafam
basmıyor.
Anlayamadığım daha bir sürü şey
var.
Mesela bizim filmcilerin ekseriyeti
kendini solcu vs tanımlıyor.
Ama çektikleri filmlerdeki mevzular
garip.
Bir tanesinde bari insan inandığı
fikri savunmaz mı arkadaş!
Solculuk eğer dağınık aile yapısını
savunmak, kimin eli kimin cebinde hayatları göstermekse buna bir
diyeceğim yok. Ama bakıyorum. Bu işin kaynağı Sovyetler Birliği’nde
aile, en kutsal sayılan unsurlardan birisiydi.
Eski yazılarımızda Sovyetlerde
çıkarılan kanunlara atıf yapmış ve devlet propaganda afişlerini
direkt yazının içine koyarak mevzuyu ispat etmiştik.
Dandik dandik işler…
Devrimci romantizm diyorduk
laf nereye geldi.
Burjuva edebiyatında da -Eleştirel
Gerçekçilik- devrimci romantikler muntazaman çizilir ve laf dönüp
dolaşıp finale geldiğinde kahramanımız kaçarı olmayan mutlak bir
yenilgiye uğratılır.
Burada verilen mesaj “Ne yaparsan yap
kazanamazsın, git pirinç tarlasında çalış!” demenin başka bir
yoludur.
Fareler ve İnsanlar (Con
Staynbek), Yaşlı Adam ve Deniz (Ernest
Hemingvey) çok bilinen örnekler olduğu için burada
zikretmekte beis yok.
Yaşlı Adam ve Deniz’deki balıkçı
Santiago, kılıç balığını yakalar, bin bir gayretle onu teknesine
bağlar ve dönüş yoluna geçer.
Dönüş yolu ilginçtir. Köpek balıkları
saldırır. Santiago emeği ile meydana getirdiği -ürettiği- ürünü
korumaya çalışır ama nafile. Avından bir parça bir parça daha
derken bir de bakmışız kılıç balığından geriye sadece kılıç
kalır.
Köpek balıkları pekâlâ anlaşılacağı
üzere Burjuvanın ta kendisidir ve Balıkçı Santiago işçi sınıfını
temsil eder.
Sadede gel
Hoca
Burada benim önerim Müslümanca bir
edebiyat ve sinema dili oluşturmanın yolunun “Yenen Adam”ı anlatmak
olduğu yönünde.
Romantik kahramanın yenmesi için illa
kumarhane işletmecisi, müseccel bir serseri olmasına gerek yok.
Yenen kalıpçı, yenen demirci, yenen
çoban…
Yenen
adam...
Bize sıradan insanların başarı
hikâyeleri gerekli.
Son Söz:
"Gökleri ve yeri yaratan; gökten su
indirip onunla size rızık olarak meyveler çıkaran, izniyle denizde
seyretmek üzere gemileri hizmetinize veren, ırmakları emrinize
âmade kılan Allah'tır" (İbrahim,14/32)