Devletten vazgeçen PKK neye razı oldu?

Abone ol

KCK liderlerinden Mustafa Karasu'nun "ulus devletten vazgeçtik" çıkışı ne anlama geliyor? PKK'nın devletten vazgeçmesi Kürt hareketi için hangi eşiğe denk düşüyor?

PKK'nın çözüm süreci kapsamında yaşadığı siyasal dönüşüm Kürt hareketini yeni bir yola sokarken KCK liderlerinden Mustafa Karasu'nun "ulus devletten vazgeçtik" çıkışı çarpıcı yorumlara konu oluyor.

Ankara Üniversitesi SBF Doktora öğrencisi Arzu Yıldız, Radikal si için kaleme aldığı makalede PKK'nın 1990'lı yıllardan başlayan ve "bağımsız devletten" "demokratik cumhuriyete" uzanan paradigma değişikliğini analiz etti.

İşte Yıldız'ın yazısındaki ilgili bölüm:

"BİZ PKK'DE 'İMKANSIZ DİYE BİR ŞEY YOKTUR'U ÖĞRENDİK"

PKK ’ye 16 yaşında katılan bir gerilla, “Biz PKK’de ‘imkansız diye bir şey yoktur’u öğrendik” demişti bir keresinde. 17 yıl sonra ayrıldığında, kendine Irak Kürdistanı’nda kurduğu yaşamı ise “mümkün olana razı olduk” diye tarif etmişti. Aslında bu sözler PKK’nin 30 yıllık tarihini de özetler. PKK ilk yola çıktığında gerçekten de “imkansız”ı istemişti: Birleşik ve Bağımsız Kürdistan. Bugün dile getirilen demokratik özerklik ise “mümkün olan”ın bir ideal olarak yükseltilmesine işaret ediyor.
Peki “mümkün olan”dan bir ideal yaratılabilir mi? Ya da insanların “mümkün olan”a bir “devrim” heyecanıyla sahip çıkması beklenebilir mi? Sanırım PKK, Kürtleri de Türkleri de bu noktada ikna etmekte zorlanıyor.

KÜRTLERİ İMKANSIZA RAZI ETMEK DAHA KOLAY OLMUŞTU

Öyle anlaşılıyor ki, PKK için Kürtleri “imkansız”a ikna etmek daha kolay olmuştu. Nihayetinde, devlet terörü yüzünden hayatta kalmak zaten imkansızdı. Dolayısıyla, Kürtler bugünü gözden çıkaran ama yarın için umut taşımaya işaret eden “imkansız” için ölmeyi bir anlamda tercih etti. 1990’lı yılların başında PKK’ye katılım, PKK liderlerinin bile beklediğinin üstünde oldu. Bunun en önemli nedeni ise PKK’nin Kürtler için bir gelecek tasavvuru olmasıydı. Bu tasavvur da somut ifadesini Birleşik ve Bağımsız Kürdistan idealinde buluyordu.

VAZGEÇEN PKK

Bu noktada bir gerçeğin altını çizmek gerekir ki, sözkonusu idealden vazgeçen Kürtler değil, PKK oldu. Zira en son KCK Yürütme Konseyi üyesi Mustafa Karasu’nun basına yansıyan açıklamalarında da yer aldığı gibi, PKK ulusların devlet kurmadan da özgür ve demokratik yaşama sahip olabileceğine karar verdi. Bu karar, her ne kadar ideolojik bir kırılma gibi yansıdıysa da aslında politik alanda ayakta kalabilme ihtiyacının bir sonucuydu. PKK’nin beslendiği ideolojik kaynağın kalesi SSCB’nin çöküşü, ayrılıkçı hareketlerin uluslararası alanda hareket ettiği zeminin ortadan kalkmasına neden oldu. O tarihten sonra ezilen halkların mücadelesi, kendi kaderini tayin hakkından çok insan/azınlık hakları çerçevesinde gelişti ki, bu da ayrılıkçı hareketleri “özgürlük savaşçıları” olmaktan çıkarıp “terörist” kategorisine soktu. 

PKK'NIN YOLA DEVAM ETMESİ İÇİN BAŞKA SEÇENEK KALMADI

PKK’nin 1993’te ilk kez ateşkes ilan ederek bir Kürt devleti kurmaktan vazgeçtiğini açıklaması da bu riske karşı önalıcı bir hamleydi. Ama PKK, hem pratiğini hem de kitlesini söylemiyle aynı hızda değiştiremedi. Nihayetinde, Kürt sorunu “terör” ve “insan/azınlık hakları” makasına sıkışıp kaldı. Bu makasla Kürt sorununa biçilen her çözüm modeli de deyim yerindeyse vintaj bir siyaset gardrobunun Kürtlere yeni diye sunulmasıydı. Öte yandan, başta ABD olmak üzere uluslararası sistemin bugün hâlâ Ortadoğu’da varolan ulus-devletlerin sınırlarının korunmasını de jure mutlak kabul eden politikaları, PKK’nin yola devam etmesi için başka seçenek bırakmadı.

DEMOKRATİK CUMHURİYET KÜRTLER DEĞİL PKK İÇİN GEREKLİYDİ

Dolayısıyla, demokratik cumhuriyet söylemi, aslında Kürtlerin talep ve beklentilerine bir yanıt olarak değil, PKK’nin varlığını sürdürmesini mümkün kılacak bir çerçeve olarak ortaya çıktı. PKK demokratik cumhuriyet söylemi ile “ayrılık”ı değil “birlik”i öne aldığı ölçüde uluslararası alanda bir “terör örgütü” sayılmasına rağmen varlık göstermeyi, dört parça Kürdistan’da ise Birleşik ve Bağımsız Kürdistan’dan vazgeçildiği halde mevcut kapasitesini korumayı başardı. Bu arada PKK kadroları ve kitlesinin bu söylemle arasındaki mesafe de demokratik özerklik ile dağdan ineceklere bir siyaset alanı açılacağı mesajıyla aşılmaya çalışıldı. Mücadelelerini PKK’yle özdeşleştiren Kürtler eğer vintaj siyaset gardrobuna mecbursak, biz de o zaman Demokratik Cumhuriyet modelini seçiyoruz dedi. 

KÜRTLERİN İDEALİ İLE PKK İÇİN MÜMKÜN OLAN ARASINDAKİ BOŞLUK

Son tahlilde, bugün Kürtler için tek ve mutlak bir model olarak idealize edilen demokratik cumhuriyet, aslında PKK merkezli Kürt siyasal hareketinin karşı karşıya kaldığı pratik zorlukları aşmada işlevsel bir proje olageldi. Bu bağlamda, 30 Mart yerel seçim sonuçlarını, Rojava’ya yöneltilen eleştirileri ya da PKK’nin Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin bağımsızlık ilanına karşı duruşunu yeniden değerlendirmek gerekiyor. Özetle söylemek gerekirse, Kürtler için bir ideal yaratmakla PKK için “mümkün olan” arasındaki boşluk, daha çok sorun yaratacağa benziyor.
Bu sorunun bir başka izdüşümü de Türkiye ’nin batısında tezahür ediyor. Zira İmralı süreciyle birlikte bir yandan demokratik cumhuriyet isteyenlerle Türkiye’de demokrasi isteyenler buluşurken, bir yandan da bu buluşmadan doğan sinerjinin en erken ve somut sonuçları AKP iktidarının otoriterleşmesi olarak beliriyor. Sanırım sorunun asıl kaynağı da bu iki tarafın sanki aynı şeyi istiyorlarmış gibi görünmelerine rağmen, farklı hedeflerle hareket ediyor olmalarında. Demokratik cumhuriyet isteyenler özünde Kürt siyasal hareketini bir iktidar denklemi içinde kurarken, Türkiye’de demokrasi isteyenler öncelikle mevcut iktidara karşı bir muhalefet denklemi oluşturmanın peşinde. Bu bağlamda, demokratik cumhuriyete içkin “mümkün olan” ve ideal arasındaki çelişki bir kez daha çoğaltan değil azaltan bir etki yaratıyor.


YAZININ TAMAMI İÇİN

Günün Önemli Haberleri