Devletin vicdanı var mıdır?
Abone olHaberajanda.com yazarı Murat İlkter, devlet ve vicdan kavramını sorguladığı yazısında vicdanı olmayan devletin adaletinin de olmayacağını söylüyor.
Haberajanda.com.tr yazarı Murat İlkter,
Platon'un 'Devlet' adlı kitabından yola çıkarak vatandaşın devleti
nasıl yaşadığını dile getiren bir yazıya imza attı. İlkter,
'Vicdansız Sistem' başlıklı yazısında tarihi süreç içerisinde
devlet ve vicdan ikilisini ele alıyor.
İlkter, Başkanlık sistemine ise Rusya'yı örnek vererek, kuracağınız sistemde başkanlık sistemini ön görürseniz, bugün büyük federatif devletlerde merkezi güçlü tutmak için uygulanabilir gördüğünü ifade etti. İlkter örneğine şöyle davam ediyor; "O yüzden bugün eski Rus hinterlandları parlamenter sistemi yoğun bir şekilde tartışmaktadır."
Devletin önce vicdanlardan oluştuğunu dile getiren İlkter,
Hakimleri örnek göstererek, nasıl hakimler mevcut kanunların
yanında vicdanları ile kararlar alıyorlarsa, vicdanı olmayan
devletin de adaletinin olmadığını işaret ediyor.
İşte Murat İlkter'in Vicdansız Sistem başlıklı
yazısı;
İki günden beri yoğun bir şekilde düşünüyorum.
Platon "Devlet" kitabında diyor ki; "Herkes kendi içindeki devleti yaşar". Ben de kendi kendime dedim ki; Platon devlet uydurma bir şeydir, insan içinde yaşattığı idealleri sanki bir gün sistemleşecek, ete kemiğe bürünecek ve adı devlet olacak diye kendini avutmaktadır demeye mi getiriyor? Bir düşündüm, devletin tarihine baktım, farklı içeriği ve farklı kulvarı ile tarih süzgecinden geçirdim. Sanırım Platon haklı.
Neden mi?
Bir sefer, insan, içinde neleri yaşatır diye düşünelim. Mesela adalet, mülkiyet eşitliği, statü aynılığı; Karşılık beklemeksizin paylaşmak... Yani yer yüzünde cennet.
Şimdi özlenen cenneti hayal edilen, efsane gibi dilden dile dolaştırılan bir adaya benzetelim. Yeryüzünde herkes bu adayı konuşuyor. Var mı yok mu kesin değil, ama konuşuyor. Siz de bu adada yaşıyorsunuz. Yani sizin için var bu! Bu adanın en sevilen, en akil, en emin, en karizmatik kişisi sizsiniz. Sanki herkes bu cennet hayalini size borçlu. Sanki bir tek siz Tanrı ile temastasınız. Bu size elinizin altına bir imkan verir değil mi: Güç! Şimdi siz bu gücü adalet için, eşit mülk paylaşımı için, sevgi için, hasılı kalıcı cennet için kullanacaksınız.
Bunu gerçekleştirecek sistemin adı ne?
Komünizm, kapitalizm, liberalizm, mehdilik, şeriat, başkanlık sistemi...
Ne?
Meseleyi derinleştirmeden sadeleştirelim. Bugünden konuşalım. Örneğin Türkiye bu ada mı? Partiler bu imkana mı talip?
Vicdanınıza sorun.
Çünkü devlet önce vicdanlarda oluşur. Nasıl hakimler mevcut
kanunların yanında vicdanları ile kararlar alıyorlarsa, vicdanı
olmayan devletin de adaleti yoktur. Vicdanında yaşattığı şeyi
istemeyen halkın da "seçtiği söylenemez". O zaman "demokrasi
derken, devletin de halkın da
birbirini aldatmadığından tek bir şekilde emin olabiliriz. Halkın
vicdanı ile devletin vicdanı aynı olacak! Platon bunun
imkansızlığını ileri sürüyor. Konuşmaya değer.
Tasavvur bittiyse şimdi soralım... Kendinizi adadaki o kişi sayın. Ve vicdanınıza sorun.
Adadakilerin, yani halkın kralı mı olurdun; başkanı mı, şeyhi mi, hoca efendisi mi, devrimci lideri mi, başbakanı mı? Senden sonra gelecek olan oğlun mu olurdu, yoksa işi kendi ellerinle ehil birine mi verirdin, yoksa seçimle birinin gelmesini mi isterdin?
Son bir kez daha soralım. Devletin vicdanı ve halkın vicdanı hangisinde aynılaşır?
Seçimle dediğinizi duyar gibi oluyorum da çabuk karar veriyorsunuz. Tarihte en adaletli kabul ettiklerimizin bile ülkelerini kendi çocukları arasında nasıl pay ettiklerini ve devletin bekası için kardeş katlini bile vacip kıldıklarını ne çabuk unutuyorsunuz? Bir fırka oluşturur, her şeyi ortak akılla belirlerim diyorsanız eğer, lider ve parti yönetimlerinin parti içi muhalefete ne kadar tahammül ettiklerini görüyoruz. Kim ne kadar delegasyon ile seçiliyor söyler misiniz bana? Ayrıca parlamenter sistemin de nasıl partizanca hareket ettiğini ve kendi oğullarını vesayete ortak ettiklerine tarih şahit. Sayayım isterseniz kim kimin oğlu, kim kimin damadı, kimin gelini? Bu ülkede aile şirketleri bile vesayetin bir parçası.
Demek ki seçmek de seçilmek de aradığımız vicdana götürmüyor bizi. Öyleyse vicdan bu yeryüzünde sadece bu çağda demokrasi ile başlıyor değil. Vicdanın başladığı ve bittiği yeri doğru tespit edelim. Tarihin kayıtlara bile girmediği bir dönemde bilmediğimiz bir adada bu vicdanı yakalayan bir küçük topluluk veya bugünde aynı vicdanı taşıyan ama bizim görmek istemediğimiz yanıbaşımızda duran, bir grup buna sahip olabilir.
Bunu farkedebilmek için sistemlere değil, vicdanın soluk alıp verdiği yere bakmak gerekir. Örneğin, mülkiyet sahibi olmak noktasında mülkün sahibi kimdir sorununa/sorusuna cevap verebilen insanın nefesi vicdanın aldığı nefestir. Ne diyor peygamberler? "Mülk Allah'ındır!"
Bu sözle barışık bir sistem söyleyin bana?
Başkanlık mı?
Kuracağınız sistemde başkanlık sistemini ön görürseniz, bugün büyük federatif devletlerde merkezi güçlü tutmak için uygulanabilir görünürken, daha küçük ülkelerde yapısal sorunlar had safhadadır. O yüzden bugün eski Rus hinterlandları parlamenter sistemi yoğun bir şekilde tartışmaktadır. Ve hatta sürekli revülasyonlara uğruyorlar. Ortadoğu'da da malumunuz, bütün diktatörlükler birer birer yıkılmakta...
Özellikle ekonomik sistem olarak hangisini seçerdiniz? Kapitalist sistem mi; komünist sistem mi, yoksa laissez faire gibi "bırakınız yapsınlar, bırakınız gitsinler, bırakınız geçsinler mi?" dersiniz? Biraz basiretli olun canım; yoksa hala konan yerde otlayan karma ekonomik modelden mi bahsedeceksiniz?
Hangi modelden bahsederseniz bahsedin hiç biri mülkiyet konusunda devlet ve halkın vicdanını aynılaştıramaz.
İki vicdanın örtüşememesinin yaşattığı arayış ve refleksi kayıtlara ihtilal diye geçiriyorlar. Bu doğrudur. Çünkü ihtilal bir krizdir. Nasıl kalp krizi varsa; kriz sonrası ölüm de gerçekleşebilir, atlatılabilir de. Vicdan krizi de böyle bir şeydir. Toplumu öldüre de bilir, toplum bunu atlata da bilir. Ama kesin olan bir şey var, ihtilal de devrim de bir değişim değil, bir kriz atlatmadır.
Malumunuz büyük değişimler krizin habercisidir. Örneğin vahiy son kez indiğinde Ortadoğu'nun en büyük krizinin de habercisi olmuştur. Nedir bu kriz? İki vicdanı örtüştürdüğü iddia edilen Hıristiyanlık da, Yahudilik de son kez vahiy geldiğinde vicdan krizi yaşamıştır. Ve atlattığı söylenemez. Bugünkü Hıristiyanlığın ve Yahudiliğin vicdanı son peygamberden önceki hal üzeredir.
Gelelim hayati soruya: Son Nebi, iki vicdanı örtüştürdü mü, örtüştürdüyse onun adı ne? Yoksa Platon'u haklı çıkaran bir arayışla mı sonuçlandı? Son Nebi vefat ettiğinde?
Kimilerine göre, insanlık iki vicdanı "aydınlanma" ile örtüştürme fırsatı yakaladı. Bu fırsatın kriz dönemi Fransız İhtilalidir; kimine göre de Rusya'daki Bolşevik İhtilali...
Ne ilginçtir, ne ironidir ki İki ihtilali savunanlar da "din vicdan işidir" dediler. Aslında doğru söylüyorlardı. İki vicdanı bir araya getirecek dindi. Demek ki iki ihtilalin de vicdan derdi yoktu. Zaten iki ihtilalin çıktılarına baktığımızda daha çok mülkiyet, daha çok zulüm, daha çok aldatma ve daha çok savaş getirdi. Yani, vicdansız sistemlerdi.
Öyleyse dikkatimizi vereceğimiz, tartışacağımız sayın Başbakanın başkanlık sistemi değil, bizzat sayın Başbakanın vicdanında ne olduğudur.
Tarih sahnesine çıktığımızdan beri iki imparatorlukla birlikte
on altı devlet kurmuş kadim milletimiz dünyada var olmuş hemen
hemen tüm sistemleri denemiştir. Şartlar ve zaman değiştikçe de
dünyanın gidişatına uyum gösterdiğinden olmalı ki, bu gün son
olarak Türkiye
Cumhuriyeti hala tarih sahnesinde.
Bunu da devletin vicdanından çok halkın vicdanına borçludur.
haberajanda.com.tr