Devletin kurtuluş savaşı

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, şu anda, millet vicdanını vicdan bilen ve bu vicdandan beslenen bir kadronun öncülüğünde kendi kurtuluş savaşını veriyor. Kime karşı?

Şenol ÖZBEK senol@internethaber.com

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, şu anda, millet vicdanını vicdan bilen ve bu vicdandan beslenen bir kadronun öncülüğünde kendi kurtuluş savaşını veriyor. Kime karşı? Devleti tasallutu altına almış, devletin gücünü ve imkânlarını kullanarak millet iradesine meydan okumayı meslek ve millete üçüncü sınıf sömürge millet muamelesi yapmayı alışkanlık haline getirmiş, dışarıyla da güçlü bağlantıları olan çetelere karşı. Yani hem içe hem de dışa karşı…

Kavga iyice kızıştı ve bazı ülke başkentlerinde, hükümetin emrindeki orduyu hükümeti devirmeye davet eden pankartların açılmasına kadar uzandı. Düne kadar hükümeti o başkentlerin uşaklığını yapmakla ve vatan topraklarını o başkentlere satmak veya pazarlamakla itham eden çete bu durum karşısında sessiz. Sessiz kalmayanları ise kendi hükümetinin değil de malum başkentlerin yanında tavır alarak kendi hükümetine saldırmaktan çekinmiyorlar. İnsanın ar damarının çatlaması bu olsa gerek…

Bu mücadelenin, bu ihanet çetesi ile AK parti hükümeti arasındaki bir kavgadan ibaret olduğunu zannedenler yanılıyorlar. AK Partinin Kasım 2002’de belli bir oy oranıyla tek başına, Temmuz 2007’de bu defa her iki kişiden birinin oyunu alarak büyük bir çoğunlukla hükümet olması ve bu süreçlerde yaşanan olaylar, zaten var olan bir kavganın şiddetini artırmış ve kavgayı kızıştırmıştır, doğrudur ama kavganın gerisinde yatan sebepler başkadır.

Kavga, devletin toplumla ve onun iradesiyle barışık çağdaş ve güçlü  bir devlet olarak istikbali selamlamasını isteyenler ile devletin istikbalde yıkılması pahasına da olsa kendi insan unsuru ile kavgalı olmasını isteyenler arasında geçmişten beri süregelen bir kavgadır. AK Parti döneminde kavganın rengi ve içeriği ile ilgili bir kısım verilerin aleniyete dökülmesi, kavgayı AK Parti öznesi üzerinden hesaplaşma noktasına getirmiştir.

Bir misal vermek gerekirse, 2007 seçimlerinden önce, “eşi başörtülü  olanların bu ülkede cumhurbaşkanı olamayacağı” yönünde ortaya konan tavır ve yaşanan olaylar, aslında doğrudan AK Partiyi veya onun yöneticilerini hedef alan bir tavır değildi. AK Parti dışında dahi olsa bir kısım insanlar ve mesela bir Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu o makama aday gösterilseydi, aynı fırtına yine koparılacaktı.

Bu doğrudan denmemiş, sorun sadece AK Parti ve onun yöneticileriymiş gibi bir saptırma politikası uygulanmıştır ama doğrudan bunu dememek kaydıyla denecek ne varsa hepsi denmiştir. “% 95 bile olsa fark etmez” dahi denmiş, millet resmen aşağılanmıştır. Bunu demek suretiyle, bu ülkenin % 5’lik bir azınlığın elinde şekillendiği açıkça itiraf edilmiştir. Millet, kendi iradesini hayata geçirmek üzere inşa edilmiş cumhuriyet rejiminin, başörtüsünün ucunda iğreti sallanan bir rejim olduğunu zannetmek ve rejimin meşruiyetini sorgulamak tehlikesiyle karşı karşıya getirilmiştir.

Bu gelişmeler üzerine, Temmuz 2007 seçimlerinde AK Partiye verilen % 47’lik oy, her hangi bir partiye verilen klasik oy olmaktan ziyade, devletin kılcal damarlarına yapılan nazik bir ön ikazdı. Çünkü yapılan araştırmalarda bu oyun % 60-65’lere kadar çıkma ihtimalinin olduğu ortaya çıkmıştır. Bu demektir ki, halk, devletin kılcal damarlarında o güne kadar sabır ve sessizlik içinde bekleyen şerefli insanlara, devletimi kurtarın ve bana teslim edin mesajını vermiştir.

Bu mesaja rağmen, aleni bir meydan okuma tavrı içine girilerek halkın % 47’sinden oy almış, % 60-65’inden de oy alma ihtimali olan bir partiye kapatma davası açılması ve bir kısım kurumlar aracılığı ile anayasal görüntü altında meclis iradesine ipotek konması, rejim kaygısının da ötesinde, devletin meşruiyeti gibi yeni bir tartışmanın başlaması tehlikesini doğurmuştur.

Devletin halk desteğinden mahrum bir müessese konumuna düşmesi ve dolayısıyla adeta çatırdaması manasına gelen bu durum, devletin kılcal damarlarını üstün bir refleksle harekete geçirmiş ve devlet kendi kurtuluş savaşını başlatmıştır.

Kılcal damarlar siyasi iradenin desteğinden mahrum bırakılmadığı veya siyasi irade ile kılcal damarlar arasında bir ihtilaf ve kopukluk oluşmadığı taktirde, devlet çetelere karşı yürüttüğü kurtuluş savaşını kazanacak ve kendisini halkın devleti olarak ilan edecektir.

Mahkeme kapılarında yaşatılan gecikmeler ve bunlarla aynı paralelde uygulamaya konan Gandi Kemal projeleri, kılcal damarları siyasi iradenin desteğinden mahrum kılmaya ve yalnız bırakmaya yöneliktir. Bu projeleri devreye sokanlar, PKK isimli cinayet şebekesinin eylemlerinden ve eylem mahallini yerinde inceleyen bir başbakanın orada askeri zaruretler gereği ve muhtemelen askeri erkânın ricasıyla çömelmiş olmasından dahi medet bekleyecek derecede seviyesizleşmişlerdir.