Devletin çivisi çıktı, biri çaksın
Abone olÜç darbe görmüş, Yassıada'da avukatlık yapmış, pek çok darbe teşebbüsüne bizzat tanık olmuş biri olarak Cindoruk'tan uyarılar geldi!
Üç darbe görmüş, Yassıada’da avukatlık yapmış, pek çok
darbe teşebbüsüne bizzat tanık olmuş biri olarak Hüsamettin
Cindoruk, “Herkesi bir parti lideri olarak değil, ağabey olarak
uyarıyorum. Devletin çivisi çıktı ve yerine çakacak kimse
yok!..
'Ben, askerle polis arasındaki kavgadan çok korkarım. Böyle bir
kavga çatışmaya gider' diyor
Söyleşiye son noktayı koyarken; “Bir siyasi parti başkanı olarak
değil, bir ağabey olarak söylüyorum bütün bunları” diyor Demokrat
Parti Başkanı Hüsamettin Cindoruk.
İNÖNÜ'NÜN SÖZLERİNİ UNUTMASINLAR
Cindoruk, bir ülke için en büyük tehlikelerden birinin devlet
birimleri arasındaki kavga olduğunu söylüyor. “Ben ordu-polis
ayrılığından korkarım” diyor. Peki neden bu korkusu? Cevabı net;
“Polisin askeri istihbaratı denetlemesinden korkarım. Orada
çatışma çıkar çünkü!” İyi de olan bu değil mi? Cindoruk’a
göre, henüz o kadar vahim bir noktaya gelinmedi, ama gelinebilir.
Bu nedenle her devlet biriminin kendi alanına çekilmesi şart. Ona
göre devlet birimleri arasında bir sorunun çözümü için belli
prosedürler var, eğer ki polis bir soruşturma yürütüyorsa ve
şüpheliler ordu mensubuysa, bir tezkere yazılır ve bilgi istenir,
iş bu kadar açık ve basit. Peki bu basit prosedür uygulanmaz da,
çatışma noktasına gelinirse ne olur? Kötü olur! Bu noktada
Cindoruk’un ciddi bir uyarısı var iktidara, tarihten bir örnekle.
İnönü’nün Demokrat Partililer’e bir uyarısından alıntı yaparak...
“Beni yanlış anlıyorsunuz. Bir ihtilal yapmanın peşinde değilim.
Ama şartlar oluşursa bu olur. O zaman sizi ben de kurtaramam!”
BİRİLERİ SUİKAST YAPACAKSA ARINÇ'TAN BAŞLAMAZ
- Reuters haber ajansı Arınç’a suikast iddiasının ardından,
“Türk halkı artık kime inanacağını şaşırdı... Başbakan Erdoğan’ın
İslami kökenli partisi ile laik anayasanın garantörü olarak görülen
Silahlı Kuvvetler arasındaki gerilim arttı” yorumunu yaptı. Sizin
yorumunuz ne?
Benim yorumum; Türkiye’nin çivisi çıktı. Aslında çivi devlettir.
Devlet, bir ülkeyi ayakta tutan güçtür. Ama görülüyor ki devlet
parçalanmış. Genelkurmay’ın güvenlik birimi bazı belgeleri bulmak
için aranıyor. Bu, iki devlet kurumunun arasında, sivil yargı ve
Özel Kuvvetler arasında yaşananlar bir güvensizlik işaretidir.
Devlet kurumları birbirleriyle yazışarak bilgi toplar. Eğer
cumhuriyet başsavcısının bir bilgi isteği varsa, bunu Genelkurmay’a
bildirir. Gidip karargâh basmaz. Bu bir güvensizlik işaretidir. Çok
önemli bir hadisedir. Görülüyor ki, devletin iki önemli kurumu
birbirine güvenmiyor, birbirini arıyor. İnanılır şey değil.
Aradıkları bilgi neyse, ortada devletin resmi kurumu Genelkurmay
varken neden böyle bir arama yapılsın?
- Sizce neden?
O zaman şöyle korkuları var; Genelkurmay’ın bilgi saklayacağı gibi
bir vesvese içindeler. Bu güvensizlik devlet kurumları arasında
sadece bu konuda değil. Erzincan’da, Erzurum’da Milli Emniyet’in
bürosu basılıyor. Milli Emniyet aranıyor. Kim arıyor? Sivil yargı
arıyor. Sivil yargı, Milli Emniyet’e güvenmiyor. Devlet birimleri
arasında böyle bir güvensizlik ortaya çıktıysa, ben de diyorum ki,
devletin çivisi çıkmıştır.
- Cumhuriyet tarihinde böyle dönemler hiç yaşanmadı
mı?
Ara rejimlerde bile yaşanmadı! Birisi bana bir örnek versin, ama
yok. Devlet birimleri, yazışmayla birbirlerine bilgi verir. Eğer
bilgi gizliyse, bunu da beyan eder ve ’Bu bilgi gizlidir’ derler. O
bilgi gizli kalır. Devletin ihtiyacı odur. Eğer bu şekilde bilgi
alınamıyorsa, arama ve gözaltı kurumuna başvuruluyorsa, devletin
birliği ve bütünlüğünden bahsetmek mümkün değildir. O zaman Türkiye
devleti bölünmüş demektir. Cumhuriyet bölünür mü, bölünmez mi
tartışmaları yapılırken böyle önemli bir noktaya geldik. Bu
cumhuriyeti yöneten devlette birlik yok. Ayrıca, belediye
egemenliği olan iller ve ilçeler var. Düşünebiliyor musunuz,
ülkenin bir coğrafyasında belediyeler egemen, bir coğrafyasında
devlet egemen. Böyle bir Türkiye olmaz! Herkes birbirini böldü,
parçaladı.
- Sizce bu süreç nasıl devam eder?
Ben toptan yargılama taraftarı olmam hiçbir zaman. Bütün emniyeti
yargılamam yahut toptan suçlamam. Bütün yargıçları, bütün savcıları
suçlamam, bu yanlıştır. Her organizmanın içinde yanlış yapanlar
olabilir.
Ama ne zamandır dile getirilse de iki kurum arasında yaşanan
çatışma sonunda çok açık ortaya çıktı...
Devletin çivisi çıktı dememin nedeni o. Çivisi çıktının anlamı şu;
düzeltecek yok. Yani o çiviyi tekrar oraya çakacak kimse, bir
otorite yok. Hükümet de bazı iddialara kapılmış gidiyor. Sayın
Arınç’a suikast iddiası, eğer varsa vahim. Ama daha önce suikastler
dönemi yaşamış bir Türkiye, bir Osmanlı dönemi var. Oraya
bakarsanız, eğer suikast yapılacaksa Sayın Arınç’a sıra gelmez...
Yani birileri suikast yapmaya başlarsa Sayın Arınç’tan başlamaz.
Ama orada açıklayamadığı bir sebep olabilir Genelkurmay’ın. Mesela,
Silahlı Kuvvetler’in hepimizi koruma görevi var. O görev içinde,
koruyacakları kişilerin, devlet adamlarının adres tespitlerini
yenilemek istemiş olabilirler. Yani bu bir adres tespiti olabilir.
İç Hizmetler Kanunu’nun 35. Maddesi’ne göre ordunun koruma ve
kollama görevi var. Ordu, bu görevini yaparken beni de bu kapsam
içinde tutar, Sayın Arınç’ı da, bakanları da... Böyle suikastleri,
güvensizlik ortamından doğacak sonuçları ortadan kaldırmak için de
adres tespiti yapabilir.
Peki ama 20 gün sürer mi bir adres tespiti? Bu noktada gerçekten
vatandaş, kime inanacağını bilmiyor artık. Herkesin kafasında soru
işaretleri var...
Ben Genelkurmay’ın muhtarlardan alacağı bilgi düzeyinde bir
araştırma yapmasını tuhaf karşılıyorum açıkçası. Bir muhtardan da
bu bilgileri alabilirsiniz. Ama benim gördüğüm orada gerçekten bir
köstebek arıyorlarsa o da bu kadar aleni aranmaz.
- Öyleyse ne olabilir sizce?
Dediğim gibi adres tespiti olabilir. Tabii bir arşivi olmalı
Genelkurmay’ın. Hepimizin nerede oturduğunu, istihbaratın, polisin
bilmesi kadar doğal bir şey olamaz. Ama onu bir suikast aşamasına
götürebilmek için bulgu ve belgelere ihtiyaç var. Sayın Arınç’a bir
suikast yapılacağını sanmıyorum. Suikast, askerin amaçlarını elde
etmek için yeterli bir araç değil. Hepimizi öldürseler ne olacak?
Yerimize yenileri gelir. O, daha çok mütareke dönemlerinde kalmış
bir hadise. Ya da Cumhuriyetin kuruluşunda Atatürk’e yapılan
suikastler var. Onlar, o zaman yerine koyacak adam olmadığı için
yapılmış olabilir. Ama Sayın Arınç’a, Allah uzun ömürler versin,
bir suikast olursa, arkasında 300 kişi bekliyor bakan olmak için.
Dolayısıyla aynen hüviyet tespiti gibi adres tespitidir bu. Çok da
ciddi bir iş gibi gelmedi bana.
- İyi de o zaman neden kendilerini böyle
savunmadılar?
Ben de o savunmaya güvenmedim, inanmadım da... Bir albayla bir
binbaşı sokaklara çıkmış köstebek arıyorlar. Köstebek dediğin yerin
altındadır, zaten yerin üstünde aranmaz. Çok büyük tedbirsizlik
olur, herhangi bir köstebeği sokak sokak aramak. Devletin MİT
örgütü var, askeri istihbarat var, bir sürü teknik imkanlar var.
Herhalde bir albayın sokakta bir sanığı araştırması kadar komik bir
şey olamaz. O savunma doğru değil. Ama suikast yapılacağına da
inanmıyorum. Çünkü Arınç, suikastin hedefi olma sırasında birinci
sırada değil. Ona gelinceye kadar bir sürü isim var. Üstelik Arınç
herkese sataşıyor ama sempatik bir adam...
- Arınç, Genelkurmay’ın açıklaması için, “Tevil yoluyla
ikrar” dedi...
Tevil, işi hafifletmek anlamına gelen bir hukuk tabiri. Yani bir
ithamı, bir suçlamayı değiştirerek kabul etmek anlamına geliyor.
Ama burada değiştirerek kabul etmek, ancak suikasti kabul etmek
halinde tevil yollu olur. Aksine bambaşka bir şey söylüyor
Genelkurmay, “Bir köstebeği takip ediyoruz” diyor. Arınç, şöyle
diyebilirdi; “İnsan mantığına, hayatın oluşuna çok uygun değil bu
savunma!” Ona ben de katılırdım o zaman. Tabii, Genelkurmay işin
özünün araştırılacağını söylüyor. Bu araştırma devam ediyor. Onu
bekleyelim ama ben hem suikast iddiasını hem de Genelkurmay’ın
savunmasını akla uygun bulmadım.
- Yakın geçmişte ‘ıslak imza’ gibi olaylar yaşanınca,
Genelkurmay’ın söyledikleri de şüpheyle karşılanıyor
tabii...
Burada zaten önemli konu bu. Ama bu bir satranç değil. Bir taraf
bir hamle yapacak, sonra diğeri, böyle bir şey olmaz. Devlet
organları birbirine güvenmeli. Hükümet de vesveseden kurtulmalı.
Türkiye, darbeler yaşadı ama darbe sözcüğünün bunca konuşulduğu,
pörsütüldüğü, dile pelesenk yapıldığı, sokağa düştüğü bir dönem
olmadı. Laf sahibinden ürer. Darbe sözcüğü hükümetten ortaya çıktı.
Hükümet bunu o kadar çok kullandı ki, bugün darbe konusunda ciddi
görüş bulmak çok zorlaştı. Geçmişte benim de avukatlıklarını
yaptığım darbe teşebbüsleri oldu. Mesela biri Talat Aydemir’dir,
biri Cemal Madanoğlu’dur, biri Talat Turhan’dır... Yine askerin
darbe yapma hazırlıkları söz konusudur. Ama bunlar çok ciddi
davalardır. Silah tespitleri yapılmıştır, konuşmalar dinlenmiştir,
çok belge vardır. Şimdi de o davalar gibi bir dava açılabilseydi
olurdu. Üstelik o davalarda sonuç da alınmıştır. Yargıtay da bunu
tasdik etmiştir, askeri yargıtay özellikle, bu aşamalardan
geçilmiştir ve kimse de daha sonra bir haksızlık yapıldığını
söylememiştir.
AK PARTİ AZİZ NESİN ROMANİ GİBİ... DİĞER
SAYFADA...
Sizce bugün bir darbe ihtimali var mı?
İsmet İnönü’nün bir sözü var; ’Beni yanlış anlıyorsunuz. Bir
ihtilal yapmanın peşinde değilim. Ama şartlar oluşursa bu olur. O
zaman sizi ben de kurtaramam’ diyor. Bunu Demokrat Parti zamanında
söylüyor. Bu, İnönü gibi tecrübeli, başından darbeler geçmiş bir
siyasetçinin sözüdür. Ben bunu hep aklımda tutmuşumdur. Nitekim
dediği de çıktı. Ama samimi fikrimi söylüyorum, AB’ye üye olmak
için kapıda bekleyen Türkiye’de darbeler dönemi kapanmalıdır. Aynı
şekilde iktidarlar da bu vesveseden kurtulmalıdır. Seçim sisteminin
işlediği bir rejimde darbeden bahsetmek demokrasiye ihanettir.
Seçimle iktidarın değiştirilebileceği bir ülkede ihtilal yapmaya
teşebbüsün olduğunu sanmıyorum. Buna ihtali düşünmek de dahil...
Genelkurmay’ın, onlara karşı bunca hiç de hoşlarına gitmeyecek
düşünceler ileri sürüldüğü, karargâhlarının polis tarafından
basıldığı bir dönemde dik durduğunu görüyorum. Dolayısıyla benim
böyle bir ümidim de, beklentim de yok.
Peki Türkiye’de iktidar el mi
değiştiriyor?
Bugünkü iktidarın devleti değiştirme gücü yok. Anayasa Mahkemesi
bunu zaten tespit etti. Bugünkü iktidar Aziz Nesin’in “Ne Yaşar Ne
Yaşamaz” romanına benziyor. Hem AK Parti’nin kapatılmayı hak
ettiğini söylüyor Anayasa Mahkemesi, hem de diyor ki ‘Ben kapatma
yerine 25 milyon liralarını alıyorum.’ Bu, bence kapatma kararının
bir tehiri, tecili anlamına gelir. Anayasa Mahkemesi, AK Parti için
‘Kapatma kararını verebilirim, fiil sabit olmuştur, Anayasa’yı
değiştirme amaçları olduğu da açıktır ama şimdilik kapatmıyorum’
anlamına gelen bir karar verdi. Kararın gerekçesini kimse okumadı.
Çok ağırdır, ona rağmen ben bu iktidarın seçimle değişmesi
gerektiği fikrimi muhafaza ediyorum. Türk halkı bu iktidarı seçimle
değiştirecektir. Önümüzdeki seçimlerde bu değişim ortaya
çıkacaktır.
Peki asker bu kadar sıkıştırılınca darbe yapmayı düşünmez
mi?
Ben ordumuza güveniyorum. Geçmişte yapılan darbelerden ders almış
ve darbelerin çare olmadığını görmüşlerdir. Çok da dikkat
ediyorlar. Onlar böyle bir hava vermemeye çalışıyorlar, ama hükümet
ve hükümet yanlısı basın bunu işliyor. Eski tabirle kaşıyor.
Ama İlker Başbuğ da Trabzon’da savaş gemisinin üzerinden
açıklama yapıyor.
Ben ona bakmam, gemi ateş etti mi? Gemi orada bir dekor, o dekorun
üzerinde istediği kadar konuşsun, konuşabilir. O da belki kendi
tabanını tatmin etmek istiyor, kendi arkadaşlarına güç veriyor.
Çünkü bu kavgada taraflardan biri haline geldiği için ordu üzgün
olabilir. Ama bence itidalli hareket etmektedir, edecektir. Benim
ordudan hiç şüphem yok.
27 MAYIS'TA DA ASKER POLİSİ HIRPALADI
- Bundan sonra polis daha mı güçlenecek
sizce?
Ordu saygıdeğer bir kurumdur. Orduyla kavga etmek yanlıştır. Yanlış
yapan kişiler varsa içinde, onlardan hesap sormak, onları devre
dışı bırakmak için gayret göstermeliyiz. Bunu da yaptık. Şimdi
Sayın Demirel’e, ‘7 kere gitti, 8 kere geldi’ diyorlar. Gitti ama
geldi. Gelirken de demokratik yoldan geldi. Demirel’in her gelişi
bir seçim sonucudur. Bence Demirel’i bugünkü iktidar örnek almalı.
Gitmeyi bilmek gerekir. Bu iktidar burada kalmaya uğraşırsa, kalmak
için Anayasa dışı, hukuk dışı birtakım direnç yolları ararsa,
gitmesini engelleyemez. Gitmesini bilmek çok önemlidir siyasette.
Hani, düşerken de bir tarafınızı kırmadan düşmelisiniz. Bu iktidar
günün birinde iktidardan düşeceğini bilmeli. Seçimi kaybetmeyi göze
almalı, ülkeyi germekten vazgeçmeli. O kadar çok mesele
çıkarıyorlar ki, çıkardıkları meselelerin altında kalıyorlar. İşte
Alevi-Sünni meselesi, işte Kürt-Türk meselesi...
- Polis ve asker arasındaki kavga sürer mi?
27 Mayıs’ta da asker polisi hırpalamıştır, devre dışı bırakmıştır.
Sonraki yapılan ihtilallerde de ordu polisi hep denetlemiştir.
Gerek silah, gerekse yetkileri bakımından... Bir polis ve asker
çekişmesi her zaman olabilir. Özellikle terörle mücadelede ve
istihbarat konularında. Ama bu önemli hadise değildir. Şöyle önemli
hadise değildir; polisin içinde de çok değerli personel vardır. Ama
onlar da bilirler ki asker başka bir görev yapar. Asker, aynı
zamanda milli sınırlarımızı korur, devletin güvenliğini sağlar.
Polis, sadece iç güvenlikten sorumludur. O nedenle eğer güvenlik
örgütleri içersinde bir sıralama yaparsanız ordu önde gelir. Ordu
ile kavga etmez polis. Bu sefer bu ordu işinde birtakım polislerin
iktidarı kullanması yanlış olmuştur. Erzincan ve Erzurum’da Milli
Emniyet’in aranması fevkalade yanlıştır, bunlar çivi çıkaran
hadiselerdir. Devlet kurumları arasında güvensizlik kadar tehlikeli
bir şey yoktur.
- Hiç bu boyutta olmuş muydu?
Hiç olmamıştı. Bir rekabet olabilir. Hatta ben bunların çoğuna
şahit oldum. Ama hiç biri, diğerinin yerine geçmek istememiştir.
Eğer bir hiyerarşik düzen arıyorsanız, elbette Genelkurmay
üsttedir. Ben ordu- polis ayrılığından korkarım. Birbirleriyle
yarışmaktan, çatışmaktan vazgeçmeleri gerekir. Görev alanlarını
bölerek işbirliği yapmaları gerekir.
- Neden ordu-polis ayrılığından korkarsınız?
Bu kavgadan korkarım. Yani polisin askeri kontrol etmek
düşüncesinden, askeri istihbaratı denetlemesinden... Orada çatışma
çıkar işte.
- Olan o değil mi zaten?
Daha o noktaya gelmedi ama gelebilir. Dikkat etmeleri gerekir.
Herkes kendi alanına çekilmeli. Dediğim gibi polis bir şey öğrenmek
istiyorsa, savcı bir şey öğrenmek istiyorsa iki satırlık bir
tezkereyle askeri kesimden alabilir.
- Peki o noktaya gelirse ne olur?
İşte o noktaya gelirse İnönü’nün dediği olur. (Kaynak: Vatan)