Geçtiğimiz hafta beni derinden sarsan, iç dünyamı burkan acı bir
kayıp yaşadık. Hadis alimi Muhammed Emin Saraç
Hocaefendiyi son yolculuğuna uğurladık. Muhammed Emin
Hocaefendi ile birlikte ülkemizin manevi direklerinden birisi
daha eksildi.
Dua kapılarından birisi daha eksildi.
Muhterem Emin Saraç’ı ebedi istirahatgahına uğurlarken hiç
de olmaması gereken manzaralar da yaşadık maalesef.
Muhammed Emin Saraç, son devrin din adamlarından.
Ülkemizin manevi dinamiklerindendi.
Mehmet Akif Ersoy, Osmanlı’nın son
şeyhülislamı Mustafa Sabri Efendi, Süleyman Hilmi
Tunahan ve daha sayısız alimlerle teşrik-i mesai ve tedrisat
yapan Muhammed Emin Saraç’ın hayatı adeta kısa bir Türkiye
tarihi. Hocanın hayatını okuyan Türkiye
Cumhuriyeti tarihinde yaşanmış önemli olaylara ve şahsiyetlere
tanıklık edebilir.
Ülkemizin manevi dinamiklerinden olduğuna bütün kalbimle şehadet
ettiğim Emin Saraç Hocaefendinin de hayatını kaybetmesiyle
son zamanlarda aramızdan ayrılan din alimlerine bir yenisi daha
eklendi.
Zannım, bu şahsiyetlerin ardı sıra hızla aramızdan ayrılması
maalesef manevi dengenin olumsuz etkileneceği yönünde.
Maalesef son zamanlarda bu büyük insanların bıraktığı boşluğu
dolduracak bir nesil yetişmiyor ülkemizde.
Hocanın cenaze merasimi tahmin edileceği üzere çok kalabalıktı.
Zaten böyle olacağı belliydi. Emin Saraç Hocaefendinin
cenazesine yurdun dört bir yanından insanlar katıldı. Bu normal ve
olması gereken bir şeydi. Bendeniz de bu cenazeye iştirak ettim.
Etmeliydim. Zira çocukluğumda Fatih Camii’ndeki ilim
köşesinde çok küçük yaşlarda dahi ziyarette bulunduğum, yaşadığım
devrin maneviyat ve ihlas yüklü alimlerindendi.
Ancak olmaması gereken ise cenaze namazı sırasında ortaya çıkan
görüntüydü. Salgın sürecinde devletin koymuş olduğu yasaklar
maalesef bizzat devletin en yetkili kurum ve kişileri tarafından
ihlal edildi. Olmaması gereken, olmasına izin verilmemesi gereken
görüntüler ortaya çıktı maalesef.
Lakin cenaze esnasındaki kalabalık serpiştirilebilirdi. Bilenler
bilir Fatih'teki Fevzi Paşa caddesini. Camii’n paralelinde
yer alan uzunca bir caddedir. Sokağa çıkma kısıtlamasının olduğu
bir güne denk gelmiş olması münasebeti ile bu caddeye cemaat
serpiştirilebilirdi.
Devlet aklının ve öngörüsünün en çok çalışması gereken bir
zamanda maalesef basiretler bağlandı, ferasetler işlemez oldu.
Oysaki devletin binlerce danışmanı var. Niçin hiçbir akıl etmez
yapılması gerekenleri akıl alır şey değil.
Nitekim yaşanan manzaralar sonrası ülkemizin değişik yerlerinden
bizzat devlet yetkililerine uzanan “ah” sesleri
yükseldi. Haklıydılar da.
Haklıydılar çünkü salgın dolayısıyla yaşanan cenaze
merasimleri on yıllarca sürebilecek travmatik sonuçlara gebe oldu
belki de.
Kimisi anne-babasının cenazesine katılamamış, kimisi en
yakınlarının mezarına toprak atamamış kişilerdi bu “ahların”
sahibi. Her ne kadar “özür” dilenmiş olsa da bu ahların
yaptırılmamış olması, buna meydan verilmemesi gerekiyordu.
Devlet aklı sadece Emin Saraç Hocaefendinin cenazesinde
mi işlemedi? Maalesef hayır.
Bugün birçok noktada salgın kurallarının ihlal edildiğini çok
rahatlıkla görebilmekteyiz. Toplu taşıma araçlarında, metrolarda,
metrobüslerde insanlar dip dibe seyahat ediyorlar maalesef.
Oysa ne güzel yasak kararları alıyoruz (!). Aynı yasakları ise
maalesef yine biz ihlal ediyoruz. Sadece toplu taşıma araçları mı?
Hayır. Sokaklarımız da aynı manzaralarla dolu maalesef… Ya lebalep
dolu salonlarda yapılan parti kongrelerine ne demeli…
Hülasa-i kelam, her ne olursa olsun Muhammed Emin
Saraç gibi bir alimin arkasından “ah” seslerinin yükselmesine
izin vermemeliydik.
Korkarım ki o “ahlar” devletin hassas olan terazisini
eğdirmiş olsun…
Herkese bir helallik borcumuz var… Öncelikle devlet
yetkililerimizin…