Tutuklu ve hükümlüleri cezaevleriyle adliyeler arasında taşıyan
her yanı kapalı küçük otobüslere “ring aracı”
deniliyor. Onun nasıl bir şey olduğunu ise ancak içinde seyahat
edenler bilir.
Minicik pencerelerinin (5x10 cm) üzerleri de demir
parmaklıklarla kapatıldığı için içerden bakan biri dışarıdaki
hayatı buzlama yapılmış bir fotoğraf gibi görebilir.
Tutuklu ve hükümlülerin bu araçlarla cezaevi-adliye arasında
taşınması bile kıvamında bir işkence kabul edilebilir.
Bu araçlarla şehirlerarası yolculuklar düzenlenmesiyse tam
anlamıyla “cehennem azabı” olduğunu bütün
ilgililer ve yetkililer gayet yakından bilirler. Ama değiştirmek
için hiçbir şey yapmazlar.
Çünkü içindeki insanlar onca eziyete rağmen
“sağ-salim” adliye veya cezaevine
varabilirler.
Geçtiğimiz Cuma günü (16 Eylül) Van’dan İstanbul’a mahkum
götüren ring aracı Sivas ile Kayseri arasındaki Karakuyu mevkiinde
yandı. Güvenlik görevlileri araçtan indiler, mahkumlar
(Akip Karabalı, Abdülsettar Ölmez, Medeni Demir, Sinan
Askan, İsmet Erin) ise aracın içinde yanarak can
verdiler.
Halbuki, bu olaydan üç gün önce Adalet Bakanı Sadullah
Ergin, bir sempozyumda konuşma yaparken“gözaltına
alınmalarda sanıkların kafalarının aşağıya doğru bastırmalarının
yanlış olduğunu” söylemişti.
Bu “inceliğin” hemen ardından “ring
aracı katliamı” geldi.
Yapılan ilk açıklamaya göre mahkumların bulunduğu bölümün kilidi
açılamamış!!!
Doğal olarak –başta ölenlerin yakınları olmak üzere- bu
açıklamaya kimse inanmadı. Ayrıca hiç de inandırıcı değil.
Neden inandırıcı değil?
Çünkü devlet bugüne kadar hayatlarını eline geçirdiği pek çok
insanın can güvenliğine ihanet etti. Devlet koruması altında
bulunan sayısız tutuklu ve hükümlü cezaevlerinde hayatlarını
kaybettiler.
Bazıları kötü koşullar yüzünden öldüler.
Bazıları başkaları tarafından öldürüldüler.
Büyük çoğunluğunu ise devlet bizzat
öldürdü!
Şimdi ring aracı katliamına inanan kimse bulunmuyor. Çünkü
insanlar geride kalan çeyrek yüzyılda tutuklu ve hükümlülere
yapılanları biliyor:
-Devlet tutukluyu yakar!