Hukuka güvenmek!
Hangi hukuka?
Demokrasiye inanmak!
Hangi demokrasiye?
Laikliği korumak!
Hangi laikliği?
Evet, bu soruları sorma aralığımız bir
hayli sıklaştı.
Bu soruları soranlarda bir hayli
fazlalaştı.
Bu gün siyasi düşüncenin her
cenahından, düşünce dünyamızın her renginden zaman ve mekâna bağlı
olarak farklı şekillerde cumhuriyet değerleri,hukuk, demokrasi,
laiklik maskeleri altında dövülen, cesur insanlar bu soruları
soruyorlar.
Ve sormaya da devam edecekler.
Soruları sorma şekli bu defa farklı.
İşin en ilginç ve bazıları için can sıkıcı
yönü de bu zaten,
Eskisi gibi sorular öteki kavramı
üzerinden değil, her bireyin kendi varlığı üzerinden, hak ve
özgürlükler noktasında sorduğu sorular şeklinde
geliyor.
Hal böyle olunca yıllarca ülke insanını
zihni ve şekli kamplarda bölerek, ayırarak, ayrı tutarak,çoğu zaman
da karşı karşıya getirerek kendini gizleyen müesses nizam, daha bir
çaresiz ve aynı zamanda pervasız oluyor.
Bu durumu son bir kaç yılda, hep birlikte
ibreti âlem müşahede etmiyor muyuz?
Bir araya gelen ve yıllarca
ötekileştirdiklerinin yanında aynı koroda yer almaya başlayarak,
aynı türküyü mırıldanan insanların tek dertleri var.
Eşit insanların yaşadığı onurlu bir
ülke hayali.
Evet devletimizin ana özellikleri arasında
yer alan ama daha net olarak,millet,aydınlar ve seçkinler
arasında,üzerinde ne olup ne olmadığı noktasında anlaşamadığımız bu
kavramları sık sık tartışıyoruz ve tartışmaya da devam
edeceğiz.
Ülke olarak sahili selamet
herhalde, ancak bu kavurucu kavramlarımızın anlaşılmasında
sağladığımız ortak zeminde olacak.
Bu ortak zeminin nasıl sağlanacağı ise bu
günlerde her zaman ki zorluğunun tersine kolaylaşmış
görünüyor.
Hani derler ya sabahın en yakın olduğu
zaman gecenin en karanlık olduğu andır.
Ama her nedense devletin sahibi olduğu
iddiasındaki zümre bu ilkeleri efradını cami ağyarını mani bir
şekilde tartışmaya yanaşmıyor.
Bu ilkeleri en azından şeklen devşirdiğimiz
dünyalarda nasıl karşılıkları olduğu ve uygulamaları ortaya
konunca, her nedense malum ağızlar bizim olağan dışı şartlarımızı
sıralayıveriyorlar.
Önceleri İran ile örtüştürülen tehdit
senaryolarına, bu günlerde moda Malezyalı olma sendromunu ekledi,
bilinen medyamız.
Bu olağan dışı şartlar psikozu ve fobiası
genelde iyi işleyen bir mekanizma olarak, muhtemel demokratikleşme
adımlarını daha başlamadan bitiriyordu ama artık aynı tezgah
çalışmıyor.
Buna rağmen...
Milletin başında boza pişirilmesine
zemin teşkil eden keyfi, standarttan yoksun ve art niyetli bir
anlayış, daha başından beri kurduğu sistemin, kontrol mekanizması
olarak gördüğü sözüm onlara Cumhuriyet değerlerini her gün iğfal
ediyor.
Neticesinde ise millet ile devletin arası
tarifi imkânsız bir biçimde açılıyor.
Açılan bu makasla birlikte içerde ve
dışarıda maskara bir duruma düşüyoruz.
Cumhuriyet değerleri üzerine,
tapusuz araziye kaçak yapı inşa eden gecekonducu misali kaçak
kavramlar inşa eden ve sonra da bu kavramları bize dayatmaya
çalışanlar, artık şunu bilsinler.
Ne Cumhuriyet..
Ne Atatürk…
Ne Demokrasi..
Ne Laiklik…
Ne Hukuk…
Tariflerini sizin yapıp bize servis
yapamayacağınız kadar ortada ve ortak kavramlar.
Ve bu kavramları anlamak için
kimsenin Tercümana ihtiyacı yok.
Bilişim ve bilgiye erişim imkânları
hesapları alt üst eden yönü ile kitleleri zombi olmaktan
çıkarıyor.
Kimse bundan rahatsız olmasın.
Ve suyu tersine akıtmaya
çalışmasın.