Devlet iktidarı mı yoksa parti iktidarı mı?
Abone olDr. Engin Selçuk'un makalesi Anayasa tartışmalarına kilitlendiğimiz süreçte ufuk açıcı nitelikte...
Hükümetin Anayasa düzenlemesine ilişkin olarak hazırladığı paket
siyasete damgasını vurdu. Türkiye deyiş yerindeyse anayasa
tartışmalarına kitlenmiş durumda. İşte tam da bu noktada Türkiye
Stratejik Araştırmalar Merkezi'nden Dr. Engin Selçuk'un kuşatıcı
makalesi ufuk açıcı bir vizyon taşıyor.
Dr. Selçuk meseleyi 'Devlet İktidarı' ve 'Siyasi Partiler iktidarı'
olarak problematize ederek tartışılan anayasa sorununa kuşatıcı bir
yerden bakmayı deniyor. İşte Selçuk'un makalesi:
- 1982 Anayasası, klasik demokrasi anlayışı ve parlamenter bir
rejimden sapma göstererek İKİLİ BİR İKTİDAR YAPILANMASI
öngörmüştü.
Anayasa, sandıktan çıkan, demokratik meşruiyete sahip ve
Başbakan’da somutlaşan SİVİL TOPLUM / SİYASİ PARTİLER İKTİDARI’nın
karşısında bir DEVLET İKTİDARI kurgulamıştı. Cumhurbaşkanı’nda
somutlaşan bu DEVLET İKTİDARI, Ordu, YÖK ve YARGI’dan oluşmaktaydı.
2007 yılında Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesi bu kurguyu
işleyemez hale getirdi.
Hazırlanan anayasa değişikliği paketi, bu ikili iktidar yapısını
(belki de klasik demokraside olması gerektiği gibi) ortadan
kaldırma hedefinde.
***
Pek çok anayasa, halkın doğrudan oylarıyla seçilen meclislerin
karşısına ikinci bir meclis koymuştur. ABD ve Almanya örneklerinde
olduğu gibi çift meclis sisteminin bir nedeni federalizmden
kaynaklanan gereklerdir. Ancak üniter devlet yapıları içerisinde de
çift meclis sistemleri görülür. İngiltere’de Avama Kamarası’nın
karşısında Lordlar Kamarası vardır. Fransa’da Ulusal Meclis’in
karşısında Senato. Tarihimizdeki ilk Anayasa olan 1876 tarihli
Kanuni Esasi de 1961 Anayasası da çift meclis sistemi öngörmüştür.
Bu sistemin basit mantığı halkın doğrudan oylarıyla oluşan ilk
meclisi “devlet” adına dengelemektir. Ancak çift meclis sisteminin
bir sakıncası vardır ki o da yasama sürecini ağırlaştırmasıdır.
1982 Anayasası, özellikle 1975-1980 arası var olan siyasi
tıkanıklıkları aşma formülü olarak çift meclis sistemini terk
etmişti. Ancak şimdi soru şuydu: Halkın doğrudan oyuyla oluşan
meclis nasıl dengelenecek? Anayasa’nın tercihi Cumhurbaşkanı’nı çok
güçlendirmek oldu.
Gerçekten de klasik bir parlamenter rejimde yetkisiz ve sorumsuz
olan Cumhurbaşkanı, bizim siyasi rejimimizde yetkili ama
sorumsuzdur. 1982 Anayasası klasik bir parlamenter rejimden sapma
göstererek Cumhurbaşkanı’nı son derece geniş ve ucu açık yetkilerle
donatmıştır.
İKİLİ PİLOT YÖNTEMİ
Akademisyen Selçuk, Cumhurbaşkanı ve Başbakanı ülke yönetiminde
'ikili pilot' metaforuna benzeterek makalesine şöyle devam
ediyor:
- Bu, bir kokpitte iki pilot yöntemidir. Eğer hava koşulları
iyiyse, uçağın motorlarında sorun yoksa uçağı birinci pilot
kullanır. Eğer ülkede ekonomik-politik bir kriz yoksa ya da
sandıktan çıkan iktidar Anayasa’nın ilk üç maddesindeki devletin
temel niteliklerine ilişmiyorsa ülkeyi Başbakan yönetir ve rejim
tıpkı Özallı yıllarda olduğu gibi Başbakan demokrasisine döner.
Ama, uçak türbülansa girerse, motoru sinyal vermeye başlarsa,
ikinci pilot devreye girer. Ülkede ekonomik-politik bir kriz ve
koalisyon hükümetleri varsa (2000-2001) ya da sandıktan çıkan
iktidar Anayasa’nın ilk üç maddesindeki devletin temel
niteliklerine ilişme riski taşıyorsa (28 Şubat 1998 ya da 2 Kasım
2002(?)) Anayasa Cumhurbaşkanı’nın devreye girmesini mümkün kılacak
cihazlar öngörmüştür. Bu yöntem kuşkusuz sivil topluma duyulan
güvensizliğin ve “CUMHURİYET”i, “DEMOKRASİ”ye tercih etmenin
sonucudur.
Ne var ki, 2007 yılında Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesi bu
kurguyu işleyemez hale getirdi. Atama yetkileri nedeniyle önce YÖK
ve üniversiteler ikinci iktidar blokundan düştü; ardından 2001
Anayasa değişikliği (MGK’nın yapısı) ile Ordu. Ergenekon ile
başlayan ve halen devam eden soruşturma ve kovuşturmalar -en
azından psikolojik boyutta- ordunun politika üzerindeki vesayetini
hafifletti. Sonrasında gene Cumhurbaşkanı’nın atama yetkileri
nedeni ile merkezi idari teşkilatı ve diğer kamu tüzel kişileri
Başbakan’a tam bağlı hale geldi.
SEÇİLMİŞ KRALLIĞA DOĞRU MU?
Demokrasinin basit kuralı, atanmış memurlardan oluşan sivil ve
askeri bürokrasinin seçilmiş temsilcilerden oluşan siyasi iktidarın
emrine konulmasıdır. Zira hiç kimsenin devlet iktidarını
içselleştirip sahiplenmediği; aynı iktidarın “ortada” olduğu ve
serbest seçimlerle el değiştirdiği rejimin adıdır demokrasi.
Ancak; bu şekilde kavranan demokrasinin iki olmazsa olmazı daha
vardır:
1. Yargı bağımsızlığı
2. Parti içi demokrasi ve gerçekten demokratik
seçimler.
Yapılacak bir anayasa değişikliğinde yargı bağımsızlığını
etkileyecek tekliflerden kaçınmak gerekir. Evet, demokrasilerde
atanmış memurlardan oluşan sivil ve askeri bürokrasi, seçilmiş
temsilcilerden oluşan siyasi iktidarın emrine konulur. Ancak, bu
“iktidar” gene de “HUKUKLA KAYITLI” bir iktidar olmak
zorundadır.
İkinci olarak bu “iktidar”, parti içi demokrasinin egemen olduğu
bir yapı içerisinden ve siyasal farklılaşmışlıkları bütünüyle ve
orantılı biçimde TBMM’ye yansıtan bir seçim sistemi aracılığıyla
oluşmak zorundadır. “Cumhuriyet”i demokratikleştirme formülü olarak
bir anayasa değişikliği yapılacak ve 1982 Anayasasının ikili
iktidar kurgusu ortadan kaldırılacak ise Anayasa değişikliğine
paralel biçimde siyasi partiler kanunu ve seçim kanunda kimi
değişikliklere gidilmesi kaçınılmaz bir zorunluluktur. Aksi durum
seçimle gelmiş krallar doğurabilir.