Deve...

Geçenlerde oturduğum bir çay bahçesinde 80 yaşlarında bir amca gelip masamın önünde durdu. Başımı kaldırıp baktığımda, Doğu şivesiyle, "Sıkıntı olmayacaksa biraz oturayım" dedi. 

Süleyman ÖZIŞIK suleyman@internethaber.com

Sosyal medyada beni takip eden bir vatandaş yazmış. Öyle haklı, öyle içten bir isyanı var ki anlatamam.

"Hakkımı helal etmiyorum" diye başladığı satırların devamını şöyle getirmiş:

"Kız kardeşim, 31 Mart seçimlerinden sonra memlekete geldi. Seçimlerin yenilenmesi kararı alınınca tekrar İstanbul'a dönmeye karar verdi. Benim haberim olmadan parti teşkilatı ile irtibat kurmuş. Konuştuğu kişi, öğrenci olan kardeşimi otobüsle İstanbul'a göndereceklerini ve geri dönüş biletini de kendilerinin temin edeceğini söylemiş.

23 Haziran seçimlerinden bir gün önce kardeşimi alıp İstanbul'a götürdüler. Oy kullanma işlemi tamamlandıktan sonra kız kardeşim Esenler terminaline gitmiş ama ortada otobüs falan yok. Durumu öğrenmek için parti yetkilileri ile irtibat kurmaya çalışmış ama kapı duvar!

En son il teşkilatından biriyle irtibat kurmuş. 

Kardeşim durumu anlatıyor ama karşısındaki kişi seçimi kaybetmenin üzüntüsü mü diyeyim yoksa başka bir nedenle mi bilemiyorum. Kardeşimle tartışmaya başlamış ve telefonu suratına kapatmış.

Gece yarısı İstanbul'da bir başına çaresiz kalan kardeşim beni aradı. Geceyi atlatmak için kalacak bir yer bulmasını istedim ve telefonu kapattıktan bir süre sonra aradığımda kardeşime ulaşamadım.

Kızcağız üzüntü veya dalgınlıkla karşıdan karşıya geçerken bir araba çarpıp altına almış ve ağır şekilde yaralamış. İstanbul'da başka akrabamız olmadığı için sabaha kadar parti yetkililerini aradım ama bir kişiye ulaşamadım.

AK Parti için, Cumhurbaşkanımız için yollara düşen bir genç kıza yapılan muamele, İstanbul'u aslında neden kaybettiğimizin de bir göstergesi. Bu mesele yüzünden davama, partime elbette küsemem. Kardeşimi alıp memlekete döneceğim ama gece yarısı bir genç kızı İstanbul gibi bir kentte tek başına sokakta bırakan yöneticilere de hakkımı helal etmiyorum!"

Mesajın altına kız kardeşinin hastane odasındaki resmini de iliştirmiş.

"Bir sıkıntı olmuştur, arayıp bilgilendirsek" diyecek oldum ama lafı ağzıma tıktı bu kardeşim. "İş bu duruma geldikten sonra bizi sırtlarında memlekete götürseler dahi önemi yok. Allah için siz de aramayın" diye yemine verdirdi.

Kendisine söz verdiğim için, yazıda ismini cismini yazmadım. Ama tüm bilgiler bende mevcut ve böyle bir şey olmadığını söyleyenin yüzüne çarpmaya da hazırım!

Bakın arkadaşlar!

Bu mesele üzerinden AK Parti'nin ana omurgasını oluşturan teşkilat mensuplarına kara çalacak değilim. Onların aylarca sokak sokak, cadde cadde, ev ev nasıl dolaştığına şahidim çünkü.

Pek çok anne çocuklarını evde bıraktı, AK Parti için koşturdu. Pek çok genç kardeşim karşısındaki küskün seçmeni ikna edemeyince hırslanıp, üzülüp gözyaşı döktü.

Bunları gördüm.

Ama işte bu emekler, yukarıda bahsini ettiğim bir kişi ya da birkaç kişi sayesinde yok olup gidiyor.

Zaman zaman AK Parti'nin içine kümelenmiş böyle isimleri yazıyorum diye eleştiri alıyorum. "Yazdıkların partiye zarar veriyor" diyenler oluyor. Ama bunlar düzelmedikçe, anlattığım hatalar bir kartopu gibi büyüyor ve zaman içinde çığa dönüşüp üzerimize düşüyor. Bazı olaylar var ki duydukça ya da şahit oldukça çıldıracak gibi oluyorum. 

Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanımızın çok yakın bir dostu anlattı, kulaklarıma inanamadım.

23 Haziran seçimleri için İstanbul'da çalışma yapan bir genel başkan yardımcısı, şaşkın vaziyette "Beyoğlu ilçe miydi yahu? Bizim orada belediye başkanımız mı var? Allah Allah! Yahu ben orayı mahalle falan sanıyordum" diyor.

Bunu AK Parti Genel Başkan'ı Recep Tayyip Erdoğan'ın yardımcısı olan biri söylüyor. Erdoğan'ın Refah partisi döneminde İlçe Teşkilat Başkanı olduğu ilçeyi bilmiyor. Gezi olaylarının yaşandığı ilçeyi, her gün on binlerce turistin gezdiği Taksim'i ve İstiklal Caddesi'ni bilmiyor yahu, inanabiliyor musunuz?

Hakkını helal etmeyen sadece yukarıda bahsini ettiğim kardeşimiz sanıyorsunuz belki ama değil. 

Bakın size, beni yıldırım gibi çarpan bir olay anlatayım.

31 Mart seçimlerinden sonra iş için gittiğim Üsküdar'da bir kafede oturdum. Bir yandan çay içiyorum, diğer yandan da telefondan internet sitelerine ve sosyal medyaya bakıp gelişmeleri takip etmeye çalışıyorum.

80 yaşlarında bir amca gelip masamın önünde durdu. Başımı kaldırıp baktığımda, Doğu şivesiyle, "Sıkıntı olmayacaksa biraz oturayım" dedi. 

Buyur ettim!

Selam, kelam, hoş sohbet derken, "Sen beni tanımazsın ama ben seni tanıdım. Zaman zaman televizyonlarda bir şeyler anlatıyorsun, dinliyorum" dedi. Aldık çayları, karşılıklı içmeye başlarken, ben hiç sormadan kendini anlatmaya başladı. 

"Benim adım Muhammed. Bingöllüyüm. Refah Partisi'nin Bingöl Teşkilatı'nı kuran kişiyim. O zamanlar durum başkaydı tabi. Ben Türkiye'nin altın toptancısıydım. Koç'u, Sabancı'sı hikâye yani. 

Erbakan Hoca'nın yüzünü yere düşürmemek için, dava sancağını yukarıda tutmak için çok emek verdim o dönemde. Anlatmak ayıp olacak gerçi ama, partinin yükü bizim omuzlarımızdaydı. Her ay bugünün serveti sayılacak meblağı partiye aktardığımı bilirim.

Sonra yaşımız ilerledi ve haliyle AK Parti'nin kuruluş döneminde geri çekildim. "Desteğimiz tam ama artık siyasette olmayalım" dedim. Allah biliyor, kenara çekildiğimiz dönemde de destek vermeye devam ettik.  

Şimdi İstanbul'da öyle böyle geçiniyoruz ama Allah'a şükürler olsun, aç değiliz açıkta değiliz"
diyerek hikayesini bir çırpıda anlattı. 

Anlatırken öyle bir iç çekiyor, öyle bir dertleniyor ki anlatamam. Allah adına yemin olsun ki ben Muhammed amcanın yüzündeki kedere, gözlerinde beliren o acı bakışa bir başka insanda rastlamadım.

Partinin bazı teşkilatlarında ve belediyelerinde şahit olduğu akla ziyan olayları anlattı sonra. "Parti bu durumlara düşmemeli, bu adamlara kalmamalıydı" diye hayıflandı. 

Sonra, "Beni yıldırım gibi çarptı" dediğim sözler döküldü ağzından...

"Bak, Allah benim canımı Recep Tayyip Erdoğan'a kurban etsin. Hem vallahi, he billahi bunu gönülden söylüyorum, çünkü ben onu canımdan çok sevdim. Ama bir konu var ki ben o konuda hakkımı ona helal etmeyeceğim"
dedi.

"Yahu kurban olayım Muhammed amca, bu söylenecek laf mı şimdi? Hem canından çok seviyorsun hem hakkımı helal etmem diyorsun. Bu olacak iş mi?" diye elini tuttum.

80 yaşında adam ağladı ağlayacak! Çenesi titriyor, gözleri doluyor, belli etmemek için yüzünü sıvazlıyor, ama bir türlü rahatlamıyor.

İçinden, kendisini tüketen bir ur çıkarırcasına "Bak sana bir hikâye anlatayım Süleyman Efendi oğlum" dedi ve anlatmaya başladı. 

Vakti zamanında adamın birinin bir devesi varmış. Sahibinin her isteğine boyun eğen, onun git dediği yere giden, sırtına vurduğu her yükü taşıyan bir deve işte. Günün birinde adam yine devesinin sırtına binmiş, "Yürü ey deve" diye seslenmiş.

Rivayet odur ki deve Allah'ın izniyle dile gelmiş:

"Bunca yıldır seni sırtımda taşıyorum, bir kez bile sözünden çıkmadım. Ne dediysen yaptım. Beni incittiğin, hırpaladığın zamanlar da oldu. Bunlar için benden bir helallik almadan Allah'ın huzuruna gitmeye korkmuyor musun?" diye sormuş sahibine...

Adamın beti benzi atmış. 

Devenin sırtından inmiş, karşısına geçmiş ve "Eğer sana bir haksızlığım olduysa, seni incittiysem bana hakkını helal et" diye yalvarmaya başlamış.

Edersin, etmem pazarlığı epey sürdükten sonra deve ikna olmuş ve sahibine "Sana her hakkımı helal ederim ama bir hakkımı helal etmem" demiş.

Adam şaşırmış, "Helal etmeyeceğin kusurum nedir ki?" diye sorunca deve canını en çok yakan olayı anlatmaya başlamış.

"Zaman zaman benim yularımı eşeğe bağladın, eşeği bana rehber ettin ya hani. İşte o hakkımı helal etmem" demiş.

"Sen ne yaptın Muhammed amca!" demeye fırsat vermeden, eliyle dur işareti yaparak anlatmaya devam etti:

"Benim meselem, benim gibilerin meselesi de o devenin meselesidir. Allah canımı Cumhurbaşkanıma kurban etsin amma, partinin içindeki beş para etmez bazı adamları görüyorum ya hani. Kahrımdan ölüyorum. Benim yularımı bu eşeklere bağladığı için Tayyip Erdoğan'a helal etmiyorum." dedi.

Yemin ediyorum, dinlerken nefes almayı unuttum. Bildiğim kelimeler beni terk etti gitti, ne diyeceğimi bilemedim. 

Tam bir şeyler geveleyecekken, yine susturdu:

"Bak sen gazetecisin. Sana vebal bırakıyorum. Cumhurbaşkanı'na ulaşabilir misin ondan pek emin değilim ama ulaşamazsan bunu yaz. Yaz ki bu hakkın altında kalmasın! Milletinden helallik alsın" dedi.

Cumhurbaşkanım duyar mı duymaz mı bilemem.

Lakin şunu bilirim ki Muhammed amca gibi pek çok insan "Yularının bağlandığı isimlerden" şikayetçi ve Cumhurbaşkanı'nın bu meseleye çözüm bulmasını istiyor. 

Benden duyurması…