Dersimliler ölüme böyle yürüdü!
Abone olDersim katliamının tanıkları belgeselde buluştu. 101 yaşında ölen erin anlattıkları ise o günlerde yaşanan kan dondurucu hikayeyi gün yüzüne çıkardı.
Dersim katliamının tanıkları belgeselde buluştu. 101
yaşında ölen erin anlattıkları ise o günlerde yaşanan kan
dondurucu hikayeyi gün yüzüne çıkardı. Askerler evleri
içindekilerle birlikte gazyağı döküp yakıyordu.
'Dersim Tenkil Harekâtı' katliamın 74. yıldönümü
olan 5 Mayıs'ta Bilgi Üniversitesi'nde yönetmenliğini Özgür
Fındık'ın yaptığı "Kara Vagon" adlı belgeselde
anlatılacak. Star gazetesinin haberine göre, Hasan Saltık
arşivinden ilk defa yayınlanan fotoğrafların da yer aldığı
belgeselde katliamın biri elden tanıkları konuşuyor. Katliam
sırasında asker olan Eskeri Akyol şahit olduğu vahşeti anlatırken o
anı tekrar yaşıyormuşçasına "Allah Muhammed'in ümmetini bir
daha bu hale düşürmesin !.." diyor.
EVLERİ İÇİNDEKİLERLE BİRLİKTE YAKTIK
İşte katliamın son tanıklarından Eskeri Akyol'un yaşadıklarI...
"Biz Diyarbakır'dan yedi gün, yedi gece yürüyerek gittik
Dersim'e. Gittikten sonra bizi Ali Boğazı'na verdiler. Gittiğimizde
evler yakılıyordu. Askerler ulaştıkları evleri içindekilerle
birlikte gazyağı döküp yakıyorlardı. Komutanımızın adı Ethem
Atalay'dı. Elazığlı olduğunu söylüyorlardı. "
"... Kaçanların bir kısmı derelere, mağaralara sığınmışlardı. Daha dirençli olanlar, (Munzur) nehirden karşıya geçiyorlardı. Askerler öyle yetişir yetişmez ateşe veriyorlardı mağaraları. Sonra gittiğimizde/baktığımızda, öyle çoğu yaşlı benim gibi. Getirip üst üste yığıyordu askerler ve üzerlerine gazyağı döküp ateşliyorlardı. Öyle canlı canlı... Kadın, çoluk - çocukları da yakıyorlardı..."
CESET KOKUSU SARDI
"Dersimliler çok öldürüldüler! Kutu deresinden ceset kokusundan
durulamıyordu. İnsanları öldürüp atmışlardı. Öylesine felaket
görülmemiştir. Maalesef kötü askerler çoktu. Onlar kadın,
çoluk-çocuk ayrımı yapmazlardı. Kadınları götürüp kötülükler
yapıyorlardı. Allah, Muhammed'in ümmetini bu hale düşürmesin. Aynı
bizim gibi Zazaydılar. Kurmançlar da vardı. Dersim köylülerinden de
askerler vardı yanımızda. Biz aynı milletin çocukları idik ve
birbirimizle savaşıyorduk.
Askerler evleri yaktığında, kimi kadınlar başlarını pencereden
dışarı sarkıttıklarından, ölürken boyunlarında altınları ile
öylecene kalıyorlardı. Piranlı Hecık'ın torunu, Husey'nin oğlu
Mısfa ile Dersim'de birlikte askerdik. O (Mısfa), onbaşıydı. Biri
daha vardı, adı: Hem'ın oğlu Zubey' di, Akrag Köyü'ndendi. Meğer bu
ikisi daha önceden tanışıyorlarmış. Baktım bu ikisi benden
saklayarak suda bişeyler yıkıyorlar/oğuşturuyorlar.
Dedim:" Ağa o nedir?"
Dedi:" Hopekli bişey yoktur.."
Onlar gittikten sonra bir ara fırsat bulup torbalarına baktığımda, meğer ki altınlarmış. Beşi bir yerde, beşi bir yerde, ortasında da bir nuska vardı. On tane idi. Sonra dedim: "(Mısfa) bu altınları ne yapacaksın?
Dedi:" Götürüp karıma takacağım."
Dedim:" Ne yaparsan yap, ama bunu yapma!.."
Dedi:" Valla takarım." Daha yeni evli idi (...). Sonra da götürüp karısına takmış... Tanık olanlar, yemin ediyorlardı; diyorlardı: "Altınları karısının boyna takar takmaz, karısını bir titreme tutmuş ve ölmüş..." (...)