'Derin Sol' kitapta toplandı
Abone olHakkı Öznur'un 'Derin Sol' adlı kitabı çıktı. Sol içerisinde yaşanan iç çatışmalar, 1746 sayfa ve iki ciltten oluşan “Derin Sol” adlı kitapla gün yüzüne seril
Araştırmacı yazar Hakkı Öznur’un binlerce bilgi, belge ve
dokümanı tarayarak kaleme aldığı kitapta; 1920’den bu yana sol
örgütlerin iç çekişmeleri, cinayetler, infazlar, kavgalar,
jurnaller anlatılırken, gizli servislerin sol örgütleri nasıl
kullandığı ya da manipüle ettiği anlatılıyor. Hakkı Öznur, kitabını
şöyle anlatıyor:"1968’den günümüze ülkemizde sol grupların kendi
aralarındaki fraksiyon çatışmalarından ve yaptıkları örgüt içi
infazlarda, aralarında örgüt liderleri MK üyeleri, kurucular,
militanlar ve sempatizanları dahil olmak üzere binlerce kişi
öldürülmüştür. Derin solda ne iç çatışmalar, nede infazlar biter.
Çünkü derin solun temelinde kan ve şiddet var.Derin SOL’da,
geçmişten günümüze iç savaş tahrikçiliği yapan Marksist sol
hareketlerin kanlı tarihi tüm çıplaklığıyla anlatılmaktadır. Bu
tarihi ve belgesel çalışma; derin solun kendi yayınlarından ve
belgelerinden, konuyla ilgili yüzlerce dergi, kitap ve belgelerden
yola çıkarak hazırlanmıştır. Sahasında tek olan bu çalışma
ülkemizde ilk defa derin solun karanlık yüzünü ortaya koymaktadır.
Anlatılan derin solun kanlı tarihidir." Yazar Öznur, kitaba uzun
bir önsöz yazmış. Bu önsöz, bir anlamda 1746 sayfalık dev eserin
geniş bir özeti niteliğinde... İşte o önsöz: “Türkiye’deki Marksist
solun ilk merkez üssü 10 Eylül 1920’de Moskova’ya bağlı olarak
kurulan Mustafa Suphi’nin liderliğindeki Türkiye Komünist Partisi
(TKP)’dir. TKP kuruluşundan çöküşüne kadar geçen 60 yıl boyunca
Rusya’nın bir 5. Kolu gibi hareket etmiştir. Komünist örgütlerin
Rusya’nın dış ülkelerdeki bir kolu olarak kullanılması Lenin
zamanında kurulan 3. Enternasyonal (Komintern) ile başlamıştır.
Rusya’nın emperyal politikalarında TKP ve benzeri komünist parti ve
örgütler önemli görevler üstlenmişlerdir. Derin solun ana rahmi
olan TKP illegal çalışmalarını sürdürürken uluslararası komünist
hareket de çıkan iç tartışmalar ve tasfiyelerden etkilenmiştir. Sol
içi ilk gruplaşmalar TKP’de 1925–1927–1929 tutuklamalarında ortaya
çıkmıştır. TKP içerisinde bir grup Moskova’nın tezlerine ve
yönlendirmelerine karşı çıkmıştır. TKP Merkez Komitesi (MK)’nde
başlayan tartışmalarda taraflar birbirlerine “karşı devrimci “,”MAH
ajanı” ,” Troçkist”, “ajan provokatör” gibi suçlamalar
yapmışlardır. 1930 –1935 döneminde Nazım Hikmet gibi ünlü bir
komünist ve bazı TKP liler de TKP lideri Şefik Hüsnü tarafından
“burjuva satılmış hainler Troçkistler , karşı devrimci çete
mensupları” diye suçlanmış ve partiden kovulmuşlardı. Derin sol
1935 –1950 döneminde Komintern’in anti–faşist cephe stratejisi
doğrultusunda devlet kadrolarına sızdı. II.Dünya Savaşı’nın sonunda
Faşizmin yenilgiye uğraması, Sosyalizmin güç kazanması SSCB’nin ön
plana çıkması ülkemizde de bir kısım Moskova hayranı sol aydınların
ve hareketlerin örgütsel çalışmalarını açığa vurmasını sağladı.
Kültürel ve sosyal alanı çok iyi kullanan Marksist aydınlar epey de
taraftar kazandılar. TKP çalışmalarının hız kazanması üzerine 1951
yılında TKP’ye yönelik yeni bir operasyon yapıldı. Lider kadroları
tutuklandı, TKP çözüldü. Mensupları arasında “ajanlık” tartışmaları
başladı. “Ajanlık ve muhbirlik”suçlamaları, MK üyelerinden parti
üyelerine kadar yayıldı. Derin sol 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra
rahatlayacaktı. Yeni hazırlanan Anayasa ve dönemin konjektürel
şartları Türkiye’de sol hareketlerin yeniden filizlenmesine ve güç
kazanmasına zemin hazırladı. TKP illegal olarak yurtdışından
çalışmalarını sürdürürken, 1961’de kurulan Türkiye İşçi Partisi
(TİP) de kapatıldığı 1971e kadar Marksist hareketlerin kök
salmasında ve kitleselleşmesinde önemli bir rol oynadı. 1960’ların
sonlarından itibaren dünya solundaki Pekin ve Moskova çatışması
Türk solunu da etkiledi. TKP Moskovacı çizginin liderliğini
üstlenirken, TİP de ise iç tartışmalar yaşanıyordu. TİP lideri
Aybar Çekoslovakya’yı işgal eden SSCB’yi “otoriter”,”bürokratik” ve
”Stalinist” yöntemlere başvurmakla suçlayıp Sovyetlere tavır
alırken parti içindeki ortodoks, Stalinist kanat (Aren ve Boran)
Moskova’dan yana tavır takınıyordu. Soldaki ideolojik kamplaşma
sadece Pekin–Moskova karşıtlığında değil Milli Demokratik Devrim
(MDD)–Sosyalist Devrim (SD) tartışmalarında da kendini
gösterdi.1967–1968’de TİP içinde MDD’ci bir grubun “CIA” ajanı
suçlamasıyla partiden ihraçları gündeme geldi. CIA ajanı olarak
suçlananlar da kendilerini suçlayan parti yönetimini, karşı devrime
hizmet etmekle, SD’ci parti yöneticilerinden Behice Boran’ı
“muhbirlikle”, Sadun Aren’i de” Amerikalılarla ilişki kurmakla”
suçladılar. TİP içindeki MDD–SD tartışmaları dönemin devrimci
gençlik örgütü (FKF)’nin ismini değiştirerek Dev–Genç’e dönüştüğü
Ekim 1969’da yapılan 4. Kongresi’ne de yansıdı. Devrim tartışmaları
Dev–Genç’te de bölünmelere neden oldu. İllegal TKP ve Aybar’dan
sonraki TİP yönetimi de başını Mihri Belli’nin çektiği bir kısım
eski tüfeklerin de yer aldığı ve devrimci gençliğin büyük bir
kısmının da desteklediği MDD’yi “karşı devrimci” tez olarak
değerlendirirken, Mihri Belli’yi “CIA” ve “MİT” ajanlığıyla
suçluyordu. Bir dönem Mihri Belli ile birlikte Aydınlık Sosyalist
Dergi (ASD)’de hareket eden daha sonra ayrılarak Proleter Devrimci
Aydınlık (PDA)’yı çıkartarak Maocu akımın Türkiye’deki liderliğini
yapan Doğu Perinçek ve çevresi de Moskovacılar tarafından “CIA’nın
Maocuları” olarak suçlandılar. Soldaki devrim ve ajanlık
tartışmaları sol içi şiddeti de beraberinde getirdi. 1969
Nisan’ından 1971’in Mart’ına kadar TİP ve Dev–Genç içerisinde
kongrelerden kurultay salonlarına ve genel merkez baskınlarına
kadar varan karşıt grupların çatışmaları yaşandı. TİP lider ve
yöneticileri dövüldü, silahlar çekildi. Latin Amerikan devrimci
çizgisine yakın Dev–Genç mensupları kendilerine muhalif olarak
gördükleri Perinçek’in liderliğindeki PDA çevresine “devrimci
şiddet” uygulamaktan çekinmediler. Dev–Genç’ten ayrı bir
yapılanmaya giden TİP’in gençlik örgütü SGÖ’ yü de bastılar,
yağmaladılar, taraftarlarını yaraladılar. Sol içi şiddet Türkiye
solunda kendini açık bir şekilde dışa vururken, soğuk savaş
döneminin emperyal politikaları Türkiye solu üzerinden Türk
devletine karşı yönelecekti. Türk solunda iç tartışmalar devam
ederken, solda darbeci ve cuntacı (Dev–Güç) ve Demokratik Devrim
Derneği (DDD) gibi gruplar da ortaya çıkacaktı. Doğan Avcıoğlu’nun
teorisyenliğini yaptığı “Yön–devrim” çizgisi, bir kısım sol
Kemalist aydın ve askerlerin desteğiyle Marksist Milli Demokratik
Devrim (MDD)’ci akımlarla da ilişkiye geçerek, zinde güçlerin
desteğiyle “milli demokratik devrimi” gerçekleştirmeye çalışacaktı.
Partileri, programları hatta kabineleri bile hazırlanan sol darbe
çalışmaları doğrultusunda Türk solu içerisindeki bir kısım
örgütler, gençlik liderleri ve militanlarda bu askeri, militarist
ve Baas’cı zihniyeti taşıyan grup tarafından darbe çalışmalarında
kullanıldı. Doğan Avcıoğlu’nun çıkarttığı yayın organı “Devrim”, iç
savaş tahrikçisi yayınlar yaparken Mao’nun Çin devriminden ve Latin
Amerika’daki gerillacı hareketlerden etkilenen bir kısım devrimci
gençlerde Orta Doğudaki Marksist örgütlerin kamplarında KGB ve GRU
gibi gizli servis elemanlarının yönetiminde “gerillacılık eğitimi”
aldıktan sonra yurda dönerek silahlı bir mücadelenin öncülüğüne
soyundular. Bu kamplarda giydikleri gerilla giysisiyle, Ankara’nın
göbeğinde Kızılay da devrimci öğrencilerin kalesi olan SBF’de,
ODTÜ’nün yurtlarında ellerini kollarını sallayarak dolaşabiliyor,
devrimci modadan etkilenen genç öğrencilerin hayran dolu bakışları
altında hava atıyorlardı. Genelde gençlik hareketi içerisinde
Sosyalist fikirlerle tanışan dönemin devrimci gençleri daha
Marksist klasikleri ve karşıt fikirleri okumadan, öğrenmeden
Ortadoğu’nun “terör” bataklığında “devrim hayalleri” kurdular.
Fidel Castro ve Che Guevera hayranı bu gençler, ellerinde Latin
Amerika ve Çin kaynaklı “şehir gerillası” , “gerilla savaşları”
,”halk savaşları” kitaplarını (Carlos Marighela, Douglas Bravo,
Regis Debray, Lin Biao) okurken içerisine düştükleri kızıl
bataklığın farkına varmadan “tek yol devrim” şiarıyla illegal THKO
ve THKP–C gibi örgütleri kurdular. Devrimci gerilla ve
tedhişçilerin yetiştirilmesinde Türkiye’yi de kapsayan “Ortadoğu
devrimci stratejisi” Moskova ve Pekin’in Ortadoğu da
tutuşturdukları bir kıvılcımdı, SSCB, Çin ve Küba’nın gerilla
eğitimi ve savaşında özel olarak yetiştirilmiş elemanları
Ortadoğu’daki kamplarda devrimci sol örgütlerin militanlarını
yetiştiriyorlardı. Bu kamplarda barınan örgütler kendi aralarında
da Pekinci ve Moskovacı olarak ikiye ayrılıyordu. Aynı süreçte
Devrim Dergisi çevresinde toplanan sol Kemalistler yada asker aydın
sivil zümre “Filipin demokrasisi” “cici demokrasi” diye
eleştirdikleri çok partili sistemi yıkıp, milli demokratik devrimi
gerçekleştirmenin tek yolunun sol askeri darbeden geçeceği inancı
içerisinde, askeri kışkırtan “devrimci ordu gücü” bildirilerini
Devrim Dergisi’nde yayınlıyorlardı. Yani “askere selam”
gönderiyorlardı. Bu çevreye göre “iktidar namlunun ucundaydı”.
Askerin süngüsüyle kendine iktidar yolunu açmaya heveslenen
devrimci darbecilerin o günlerde, “orduyu göreve” çağıran
pankartlarından biri olan “iktidar gaflet ve dalalet içindedir”
pankartı, Kızılay Meydanı’nı süslüyordu. Mustafa Kemal’in sözünden
esinlenen bu pankartın fotoğrafı ertesi gün sol Kemalist Cumhuriyet
Gazetesi’nin manşetine oturmuştu. Askeri biraz daha kışkırtmak
için... Devrim Dergisi banka soygunları yapan, sabotaj
girişimlerinde bulunan provokatif eylemlerle kaosu derinleştiren
devrimci örgütlerin de hamisiydi. Ayrıca askeri kışkırtan, darbe
sürecini hızlandıran bazı provokasyonları da sahneye koymak istedi.
Örneğin, plan aşamasında kalan, 1971’in başlarında Sıhhiye’deki
Ankara ordu evinin önünde patlatılması düşünülen iki bomba ve
akabinde orduevinin önünde toplu halde atılacak “ordu gençlik
elele, milli cephede” sloganları bunlardan akla ilk gelendi. Devrim
Dergisi’nin bürosu 27 Mayısçı askerlerden görevde bulunan üst
rütbeli askerlere kadar, asker, sivil bir çok darbe heveslisinin
karargahı haline gelmişti. Mümtaz Soysal, İlhan Selçuk, İlhami
Soysal, Altan Öymen, Uğur Mumcu, Ali Sirmen, Uluç Gürkan, Hasan
Cemal ve daha bir çokları jakoben devrimin kadrolarıydı. Derin sol
cunta mensupları; Lenin’in Ekim Devrimi’ne giden süreçte yaptığı
ajitasyon ve provokasyon derslerini de iyi ezberlemişti. Kaos nasıl
derinleştirilir, ihtilal nasıl yapılırdı. Şimdi bu dersi
uygulamanın zamanı gelmişti. Önce Deniz Gezmiş’in Sarp Kuray’ın
liderliğindeki genç devrimcilere, sağa sola mısır patlatır gibi
bomba patlattırdılar. Ardından, bazı Atatürk anıtlarının önüne de
dinamit attırdılar. Böylece ordu içindeki darbe yanlısı sol
Kemalist ve bazı Marksist askerleri kışkırtarak devrime hazır olun
mesajını veriyorlardı. Bu arada boş durmuyorlar, sol gruplara
çeşitli gösteriler yaptırıyorlardı. Doğu Perinçek’in PDA’sıyla aynı
binada bulunan Devrim Dergisi’nin yazarlarıyla Perinçekçiler
arasında “Devrim”in koşulları ve temelleri” konusunda fikir
ayrılıkları bulunmasına rağmen aralarında ilginç diyaloglar
yaşanıyordu. Sol cuntacıların karargahı olan Devrim Dergisi’nin
yazarlarından olan Hasan Cemal’e bir gün Doğu Perinçek takılarak
alaylı bir ifadeyle şunları söylüyordu: ”Darbeyi yapınca,
Kızılay’ın göbeğindeki gökdeleni artık size verirler. Devrim
Dergisi, rejimin El Ahram’ı, sen de başyazarı Hasan Heykel
olursun!” 8 ve 9 Mart 1971’de Ankara ve İstanbul’da gizli
toplantılar yaparak sol darbeyi gerçekleştirmek istemişlerdi.
Birbirinden farklı sol cuntaların devrim çalışmalarına Mahir
Çayan’ın yeni şekillenmeye başlayan illegal THKP–C’si ve Deniz
Gezmiş’in THKO’sundan destek geldi. Onlarda bir takım derin
ilişkiler vasıtasıyla ordu içinde bazı taraftarlarıyla hava, kara
ve deniz kuvvetlerinde “Proleter devrimci örgüt” adıyla hücreler
kurmuşlardı. Sol Kemalist ve Marksist cuntacılar, en güvendikleri
bazı üst düzey komutanların “ihtilalin evlatlarını yiyebileceği
korkusuyla” böyle bir darbe girişiminden vazgeçmeleriyle öndersiz
kaldılar ve 12 Mart 1971’de karşıt darbeyle çökertildiler. 12 Mart
muhtırasının ilk açıklandığında muhtırayı verenlerin kendileriyle
beraber hareket eden askerler olduğunu zanneden ve muhtırayı bir
bildiriyle destekleyen dönemin sol kuruluşları darbeden kısa bir
süre sonra başlarına inen demir balyozla neye uğradıklarını
şaşırmışlardı. Sol cuntaların yabancı istihbarat servisleriyle de
ilişkileri vardı. Bu ilişkiler KGB’den CIA’ye kadar uzanıyordu.
Sovyet gizli servisi KGB Doğan Avcıoğlu’nun liderliğindeki grupla
ilişkiye geçerken, devrim bürosunun sürekli ziyaretçileri arasında
Sovyetler Birliğinin Ankara Büyükelçiliğindeki diplomatları da
vardı. Sovyetler “nasır sosyalizmi” beklediği sol darbeci grubun
iktidara gelmesini istiyordu. ABD de CIA ajanı Aldrich Ames
vasıtasıyla sol örgüt Dev–Genç’e de sızmıştı. Ankara’da görevli bir
Amerikalı profesör vasıtasıyla Deniz Gezmiş’in yakın
arkadaşlarından Dev–Genç mensubu bir genç kızla tanışan CIA ajanı
kendini diplomat olarak tanıtarak Dev–Genç’in çalışmalarını ve sol
cuntalarla olan ilişkilerini öğrenir, bunu Ankara’daki CIA istasyon
şefine iletir. Dışişlerine de sızan Ames, elde ettiği bilgileri
daha sonra SSCB’ye aktarır. O artık çok yönlü bir ajandır. Önce CIA
daha sonra ise KGB’ye çalışmıştır. Moskova hesabına çalıştığının
öğrenilmesi üzerine Amerika’da tutuklanan Ames ömür boyu hapis
cezasına çarptırılmıştır. Cezaevinde yazdığı, anılarını anlattığı
kitabında Ankara günlerini anlatırken; “bilgileri Dışişleri ve
Dev–Genç’ten alıyordum” demiştir. Devrimci cuntaların peşine
takılarak devrim hayalleri peşinde koşan THKO lideri Deniz Gezmiş
ve arkadaşları idam sehpasında, THKP–C lideri Mahir Çayan ve
arkadaşları Kızıldere de, bu iki örgütün mensuplarından bazıları
Nurhak Dağları’nda, bazıları da sokaklarda güvenlik güçleri
tarafından öldürüldü. Çoğu Anadolu çocukları olan devrimci gençler
öldükleriyle kaldılar. Onları trajik ölümlere götüren süreci
hazırlayan, kullanan dönemin devrimci şefleri, teorisyenleri,
aydınları, askerleri şimdi her biri kimi tekelci sermayenin
medyasında, kimi zenginler kulübü TÜSİAD’da, kimi de Bilderberg
grup üyeliklerinde, ama hepsi derin devletin derinliklerinde yeni
dönemlere uygun yeni konseptlerle cunta faaliyetlerine devam
etmektedirler. 1974’den sonra sol hareketler tekrar kaldığı yerden
faaliyetlerine devam etmeye başladı. Moskovacı, Pekinci, Marksist
sol hareketler yeniden ortaya çıktı. Legal ve illegal örgütlenmeler
sürat kazandıı. Bu süreçte dünya solundaki Pekin–Moskova
ayrışmasına yeni bir akım olarak, 1976’da Pekincilik’ten ayrılan
Enver Hoca’nın liderliğindeki Arnavutluk Emek Partisi (AEP)’de
katıldı. Maocu çizgiden ayrılan bazı sol örgüt ve partiler AEP’nin
yanında yer aldılar. Böylece Pekinci, Moskova ve Tirancı üç ayrı
akım ortaya çıktı. Bunların dışında her üç merkeze bağlı olmayan
daha bağımsız bir sol çizgiyi benimseyen Pekin ve Tirancı çizgiyi
“oportünist” ve Moskovacı çizgiyi “revizyonist” bulan Cepheciler
olarak adlandırılan sol çevrelerde vardı. Bunların en büyüğü
“Devrimci Yol”du. Dev–Yol 1977–1980 döneminde hem “Cepheciler”
içerisinde yer alan gruplardan hem de üç ayrı akımdan kitlesel ve
örgütsel olarak en büyüğü ve en güçlüsüydü. Marksist sol gruplar;
ideolojik olarak baş düşman olarak gördükleri Ülkücü hareket
mensuplarıyla, 1968’den başlayarak 12 Eylül 1980’e kadar süren
kanlı çatışmalara girdiler. 75’lerden itibaren giderek büyüyen ve
kitleselleşen sol akımlar “devrimin önünde” tek engel olarak
gördükleri ülkücülere karşı büyük eylemler ve saldırılar
düzenlediler. Kurtarılmış iller, ilçeler, bölgeler, mahalleler,
okullar oluşturdular. Buralarda sağ görüşlü bildikleri kişilere ve
gruplara yaşama hakkı tanımazlarken, birbirleriyle sol içi
fraksiyon ayrılıklarından kaynaklanan kanlı çatışmalara girmekten
de geri kalmadılar. Maocular ve Hocacılar, Moskovacıları “Sovyet
sosyal emperyalizminin uşağı”, “sosyal faşistler” olarak suçlarken,
Moskovacılar da anti–Sovyet iki akımı birbirlerinden ayırmadan
“Maocu faşistler” “ karşı devrimci hareketler” olarak suçluyordu.
İlk çatışmalar Maocu ve Moskovacı gruplar arasında başladı. Daha
sonra Hocacılar – Moskovacılar çatışmasıyla sol içi şiddet daha da
büyüdü. “Maocular –Moskovacılar” “Hocacılar–Moskovacılar”
çatışmasının ardından bu seferde “Maocular–Hocacılar” çatışması
başladı. Üç akımın takipçileriyle cepheciler olarak bilinen
gruplarda zaman zaman çatışmalara girdiler. Cephecilere göre
Moskovacılar “revizyonist”, “Maocular ve Hocacılar “oportünist”
idi. Diğer üç akıma göre ise cepheciler “goşist” ve “orta
yolcu”ydu. Türk solundaki gruplarda en yoğun çatışmalar;
Aydınlıkçılar–İGD (TKP), Aydınlıkçılar–Halkın Kurtuluşu, Halkın
Kurtuluşu–İGD, Halkın Kurtuluşu –TKİB, Devrimci Yol–Kurtuluş,
Devrimci Yol –İGD, Devrimci Yol –MLSPB arasında yaşandı. Türk solu,
bünyesinden çıkan Kürt soluyla da özellikle 1977–1980 döneminde
yoğun çatışmalar yaşadı. Türk solundan Aydınlıkçılar, Halkın
Kurtuluşu, Devrimci Halkın Birliği, Partizan, İGD ve benzerleri
Apocular adıyla bilinen PKK ile yoğun kanlı çatışmalara girdiler.
Türk solu ile çatışan Kürt solu kendi içinde de ideolojik görüş
ayrılıklarından kaynaklanan çatışmalara girdi. Apocular adıyla
bilinen PKK T–KDP kökenli KUK’la Kemal Burkay’ın liderliğini
yaptığı, Özgürlük Yolu çevresiyle Şıvancı DDKD ile çatıştı. Kürt
solunda Rızgarı, Ala Rızgarı , Denge Kawa Red Kawa, Özgürlük Yolu
DDKD, DDKD Kawa gibi gruplar arasında da çatışmalar yaşandı.
Özellikle Apocular’la KUK arasında 1980’de meydana gelen
çatışmalarda 100’e yakın militan öldü. 12 Eylül öncesi sol
grupların kendi iç çatışmalarında öldürülen bazı devrimci
militanların ölümünden ülkücüler sorumlu tutulmuş ve
yargılanmıştır. Sol içi çatışmada ölen bir çok militanın ölümünden
sonra sol görüşlü gazete ve dergilerde cinayetler ülkücülerin
üzerine yıkılmak istenmiştir. 12 Eylül öncesinde ve sonrasında bir
çok ülkücü hareket mensubu işlemedikleri bu cinayetlerden
yargılanmış ve hapis yatmıştır. Sol hareketler 12 Mart öncesinde
olduğu gibi 12 Eylül darbesine giden süreçte de emperyalist
güçlerin senaryoları içerisinde yer almışlar, taşeronluk görevi
üstlenmişlerdir. Türk, Kürt, Alevi, Sünni çatışmalarını
körüklemişler, Türkiye’yi iç savaşın eşiğine getirmişlerdir.
Bireysel cinayetler, kitlesel katliamlar sansasyonel eylemlerle
kaosu hızlandırmışlar, ihtilalin olgunlaşması için daha fazla kan
dökülmesini bekleyen 12 Eylül darbecilerinin işini
kolaylaştırmışlardır. Derin sol 12 Mart’ta olduğu gibi 12 Eylül
sürecinde de Türkiye düşmanı iki süper devletin ve bölgemizdeki
çeşitli devletlerin istihbarat servisleriyle içli–dışlı olmuştur.
SSCB başta TKP olmak üzere sol gruplara para, silah ve her türlü
yardımda bulunurken KGB ajanları dokunulmazlık zırhını kullanarak
Moskovacı gruplarla temasa geçerek onları örgütsel ve ideolojik
yönden eğitiyordu. Bu arada Sovyet uşağı illegal TKP Doğu
Berlin’den ve Moskova’dan yayın yapan “bizim radyo” ve “TKP’nin
sesi” radyosuyla da bir taraf dan komünizm propagandası yaparken
öte yandan yurt içindeki kadrolarına, bu radyolar vasıtasıyla
gönderdiği şifreli talimatlarla eylem mesajları veriyor ve
yönlendiriyordu. TKP genel sekreterinin ve MK yöneticilerinin,
kurulduğu tarihten itibaren bütün masrafları, her ay düzenli
olarak, Sovyetler Birliği tarafından karşılanmıştır. TKP’nin Genel
Sekreteri İsmail Bilen’le 1978 de görüş ayrılığına düşerek TKP’den
tasfiye edilen ve Londra’da “İşçinin sesi” dergisini çıkartarak
örgütsel faaliyetlerini sürdüren Nihat Akseymen (Rıza Yürükoğlu)
liderliğindeki grubun da İngiliz gizli servisi Scotland Yard ile
ilişkisi vardı. İşçinin Sesi’nin Lideri 25 yıldır lüks içinde
yaşadığı İngiltere’deki malikanesinde 2002 yılında öldü. Akseymen
cins köpeklerin koruduğu bir villada lordlar gibi hüküm sürüyordu.
TKP ile birlikte Sovyetler Birliği 1977 yılından itibaren
Ortadoğu’nun siyasi fahişesi Celal Talabani vasıtasıyla Kürt soluna
mensup Özgürlük Yolu, DDKD , KUK, Ala Rızgarı gibi gruplarla ilişki
kurarak bunlara silah yardımında bulunuyordu. Maocu ve Enver Hocacı
olan Marksist grupların Amerika, Çin, Arnavutluk, İngiltere,
Fransa, Almanya, İsrail ve İran gibi çeşitli ülkelerle temasları
vardı. Maocu Aydınlık hareketinin arkasında Çin (onun da ötesinde
ABD) vardı. Bu hareketin yöneticileri Pekin tarafından da ciddiye
alınırken örgütsel çalışmalarında ve yayınlarında Pekin’in maddi
destek sağladığı bir dönem bu hareketin önde gelen isimleri
tarafında da bugün itiraf edilmektedir. Kızıl Çin, Avrupa ve Orta
Doğudaki Maocu hareketlere maddi ve manevi destek vermek için
İsviçre’yi merkez seçmişti. Pekin’in dış büro görevlileri Maocu
hareketlerin finansmanını bu merkezden sağlıyorlardı. Çin Yönetimi
1968’den itibaren Mao’nun ve diğer Çin liderlerinin kitaplarını ÇKP
ve ÇHC propagandası yapan örgütsel yayınları Türkçe’ye çeviri
yaptırdıktan sonra ajanları vasıtasıyla Türkiye’deki Maocu görüşü
benimseyen yandaşlarına gönderdiler. Bu konuyla ilgili yabancı bir
dergide yayınlanan bir yazıda şöyle bir haber yer almıştı: “Mao’nun
incilerini ve Pekin propagandası yapan kitapların çeviri ve dağıtım
işlerinin masraflarını Pekin ödüyor.” 12 Mart dönemin de yargılanan
Aydınlıkçıların illegal örgütü TİİKP davasında, Aydınlıkçıların
Pekincilikleri net bir şekilde gözükmekteydi. Aydınlık hareketinin
Lideri Doğu Perinçek ve arkadaşlarının yakalattığı dokümanlarda
“Pekin Revü” dergileri, Mao’nun yazılarından oluşan “kırmızı kitap”
(15.000 nüshası),“Pekin Information” dergileri ve çevirileri, ÇHC
başkanı CİAO KUAN HUA’nın konuşma metinleri ,Pekin Yabacı Diller
Enstitüsü’nün hazırladığı ÇKP ile Türkçe kitaplar, broşürler vb.
gibi. 12 Mart döneminde TİİKP davasında yargılanan Aydınlıkçılar
kaldıkları cezaevlerinde savunmalarını hazırlarken Pekin ve
Arnavutluk radyolarının İngilizce ve Almanca yayınlarından
faydalanıyorlardı. İçlerinden bazıları “ajan okulları” olarak
bilinen yabancı okullardan mezun ve üniversitede asistan olan
birden fazla dil bilen aydınlıkçıların ideolojik kaynakları da bu
radyolardı. Aydınlıkçılar diğer sol örgütlere göre daha eğitimli,
zengin, disiplinli ve birikimliydi. Aydınlıkçılar, 12 Mart
döneminde yargılandıkları mahkemelerde politik savunma yaparak
görüşlerini sistemleştirdiler. TİİKP mensupları, diğer sol
örgütlerden farklı olarak, 141– 142. Maddelerden yargılandılar.
Perinçek’in, 12 Eylül 1980’e kadar yayın yapan Aydınlık Gazetesi,
sol kesimler tarafından da “ajan provokatörlükle” itham edilmiştir.
Şimdi TÜSİAD üyesi olan, eski Aydınlıkçı, dönemin Aydınlık gazetesi
muhabiri Nuri Çolakoğlu, 5 Mart 1979 tarihinden başlayarak 33 gün
süren 49 sol grubu anlattığı “Bilinmeyen Sol” yazı dizisini
yayınladı. Bu yazı dizisi, bütün sol gruplardan tepki aldı.
Aydınlıkçılar, sol gruplarla ilgili bir çok yazı dizileri ve
haberler yayınladılar. Aydınlıkçılara göre, kendilerinin dışındaki
sol gruplar “sahte sol” idiler. Aydınlık dışındaki sol gruplara
göre ise, Aydınlıkçılar, “devrimcilerin isim ve adreslerini
yayınlayarak hedef gösteren muhbir, işbirlikçi ve karşı devrimci
bir akımdı”. 12 Eylül öncesi Aydınlık Gazetesi, bu hareketin
öncüleri tarafından da defalarca açıklandığı gibi istihbarat
elemanlarının cirit attığı ve malzeme verdiği ve kullandığı bir
gazete olmuştur. MİT’den aldığı raporları MİT’in basın bülteni gibi
yayınlamıştır. Aydınlık derin misyonunu bugün de, devletin
içerisine sızmış, derin sol mensuplarından aldığı gizli rapor ve
belgeleri yayınlayarak devam ettirmektedir. 12 Eylül 1980 sonrası
açılan MHP ve Ülkücü kuruluşlar davası başta olmak üzere bir çok
sol örgütlerle ilgili davalarda dönemin savcıları ve 12 Eylül
darbecilerinin yayınladığı “anarşi raporları”nda kaynak olarak
Aydınlık Gazetesi gösterilmiştir. 12 Eylül mahkemelerinde
yargılanan TİKPliler yaptıkları savunmada 12 Eylül darbesini
destekleyerek kendilerinin devlete yardımcı olduklarını bu yüzden
serbest bırakılmalarını istemişlerdir. Bununla birlikte Aydınlık
Gazetesi’nden bir gün önce, 19 Mart 1978’de yayın hayatına son
veren günlük “Vatan” gazetesinden de bahsetmeden geçilmemelidir.
Vatan, 12 Mart 1976’da Beşinci Kol’un bir yayın sesi olarak
karşımıza çıkmıştır. Marksist sol örgütlere mensup kişilerin
yazılarının ve yazı dizilerinin yayınlandığı bu gazetenin sahibi
ise, Numan Esin’di. Numan Esin, 27 Mayıs 1960 darbesinde yer almış,
Milli Birlik Komitesi (MBK) üyeliğinde bulunmuş ihtilalci bir
subaydı. 1965–1968’de, Türkeş’in liderliğindeki sağcı CKMP’nin
genel başkan yardımcılığını yapmıştır. Militarist bir zihniyete
sahip olan Esin, daha sonra Türkeş ve etrafındaki ülkücü kadrolarla
görüş ayrılığına düşmüş, kovulmaya ramak kala partiden ayrılmıştır.
Sağcı CKMP’den ayrılan Numan Esin, büyük bir dönüşüm yaparak, sol
hareketlerin içerisine girdi. 1969’dan 1971 başlarına kadar sol
darbe çalışmaları içerisinde yer aldı ve ordu içinde sol cuntalar
oluşturdu. Arkadaşları Orhan Kabibay ve İrfan Solmazer ile
birlikte, birçok sol örgütü Türkiye’yi kaosa sürükleyen süreçte
yönlendirmiş ve kullanmıştır. Buna karşın, Numan Esin ve
arkadaşları, 12 Mart’ta zarar görmemişlerdir. Çok ilginçtir;
darbecilerin çıkarttığı Vatan gazetesinin yayın politikası ise,
askeri darbelere karşı olmak üzere kuruluydu. Gazetenin sloganı da,
“12 Mart’lara karşı vatan”dı. Gazeteyi çıkartan kadro ağırlıkla
eski Aydınlıkçılardı. Bu gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Alp
Kuran’dı. Gazetede İlhami Soysal, Nihat Behram, Ragıp Duran, Cengiz
Çandar, Mehmet Ataberk, Zafer Mutlu, Emin Galip Sandalcı, Vedii
Bilget, Mehmet Barlas, Canan Barlas, Yalçın Küçük, Kemal Sülker,
Zekeriya Sertel yazılar yazdılar. Gazete, ayrıca Maocu–Hocacı
karışımı olan devrimci artist katil Yılmaz Güney için özgürlük
kampanyası da düzenledi. MHP ve Ülkücü düşmanı bu gazete, bir dönem
İsmail Cem’in yönetiminde çıkan ve daha sonra Oya Baydar ve Aydın
Engin gibi TKP’lilerin yayın politikasını belirlediği, TKP
taraftarı günlük “Politika“ gazetesi gibi bir beşinci kol vazifesi
yürütmüştür. Sol örgütler, gazetenin okurlarıydı. Gazete, birçok
örgütün ilan ve duyurularına sayfalarında geniş yer vermiştir.
Gazete sahibi olan Numan Esin ile bir kısım sol yazarlar ve
gazeteyi destekleyen örgütler arasında çıkan ihtilaflardan dolayı
kapanmak zorunda kaldı. Darbecilik hastalığı ruhlarına işlemiş
Numan Esin ve Orhan Kabibay gibi kişiler, 12 Eylül darbesinde de
boş durmadılar. Darbeyi yapan Kenan Evren ile ilişkiye geçerek, 12
Eylül sonrasında kurulan “danışma meclisi”ne birçok sol görüşlü
kişilerin isimlerini vererek seçilmelerini sağlamışlardır.
Maoculuk’tan kopan Hocacı gruplar, Arnavutluk Halk Cumhuriyeti
(AHC) ile ilişki kurmuşlardır. Çeşitli zamanlarda AHC’yi yöneten
AEP’nin merkezi Tiran’a giderek ve Tiran radyosunu takip ederek
örgütsel çalışmalar yapmışlardır. Ancak bu gruplar en büyük desteği
Almanya ve Fransa’dan görmüşlerdir. Bu ülkelerin istihbarat
servisleri, bu örgütlerin yurt dışında bulunan siyasi bürolarına
her türlü kolaylığı ve barınmayı sağlamışlardır. Bu ülkeler,
Türkiye’ye yönelik Kürt meselesini kaşıyarak Kürt solunu da
kullanmışlardır. İran ve İsrail de özellikle Barzani hareketi
vasıtasıyla T–KDP, Kawa ve benzeri gruplara büyük destek vermiştir.
12 Eylül 1980 darbesiyle birçok sol örgüt çökertildi. Lider
kadroları ve militanları yakalandı. Türkiye’de örgütsel varlıkları
ortadan kalkan Marksist örgütler uzun bir müddet Avrupa ve Orta
Doğu’daki kamplarda çalışmalarını sürdürdüler. Bir dönem
sessizliğini koruyan, yer altına saklanan sol örgütler, 1985
sonrası tekrar kaldıkları yerden faaliyetlerine devam ettiler. Önce
legal yayınlar çıkartarak güç toplamaya çalışan sol gruplar zamanla
dernekleşerek ve kitle örgütlerinin içine sızarak faaliyetlerini
sürdürdü. Sol gruplar, 80 öncesindeki iç çatışmalarını yurt dışına
da taşıdılar. Türk solundan Devrimci Yol ile ondan ayrılan 80’lerin
sonlarından itibaren örgütsel hamle yapan ve taraftar da toplayan
Devrimci Sol arasında Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde cinayete varan
çeşitli çatışmalar meydana geldi. Dev–Yol; Dev–Sol ile olduğu gibi,
kimi zaman da Kurtuluş gibi gruplarla da çatışmıştır. 12 Eylül
öncesi Türk ve Kürt solu tarafından “karşı devrimci” olarak
nitelenen Aydınlıkçılar’la çeşitli sol gruplar arasında da yine
cinayetlerle sonuçlanan çatışmalar meydana geldi. Sol gruplar
arasındaki sol içi şiddet 1990’dan itibaren yurt içinde de tekrar
başladı. Dev–Yol, Dev–Sol ile, Dev–Sol kendisinden ayrılan Bedri
Yağancılarla (Devrimci Çözüm), MLKP yine kendisinden ayrılan KPİÖ
ile, Aydınlıkçılar solun bir çok gruplarıyla Halkın Kurtuluşu
şimdiki ismiyle EMEP–Kıvılcım ekolünden gelen Devrimci Mücadele
taraftarlarıyla sonu kanlı cinayetlerle biten çatışmalara
girmiştir. Türk solu 12 Eylül darbesiyle darmadağın olurken 12
Eylül öncesi Türk ve Kürt soluna mensup örgütler tarafından “ajan
provokatör örgüt” “MİT işbirlikçisi” “karanlık çete” olarak
suçlanan, Türk ve Kürt soluyla girdiği çatışmalarla gündeme gelen,
bu örgütlere mensup yüzlerce militanı öldüren APO’cular adıyla
bilinen PKK, 12 Eylül’den çok fazla zayiat vermeden çıkarken
1984’ten sonra Türkiye’de bölücü terörün azgınlaşmasında başrolü
oynamıştır. PKK 12 Eylül 1980 sonrasında siyasi iktidarların ve
devleti yöneten beceriksiz yöneticilerin gaflet ve ihanete varan
tutumlarından istifade ederek silahlı eylemlerle ve faaliyetlerle
büyümüş, kitleselleşmiş ve Türk solunu da peşine takmıştı. Yalçın
Küçük ve İsmail Beşikçi gibi o günlerde PKK’nın sözcülüğüne soyunan
Marksist yazarlar, bölücü – katil Apo’yu “sevgili başkanımız”,
“kardeşim Apo”,“devrimci halk önderi”, “kürt rönesanssının mimarı”
gibi sıfatlarla yüceltmişler. Terör örgütü PKK’yı “Ulusal Kurtuluş
Savaşı veren anti–emperyalist örgüt” olarak selamlamışlardır.
Hızını alamayan Yalçın Küçük ve diğerleri; Doğu Perinçek, Ferit
İlsever, İlkay Demir, Ertuğrul Kürkçü, Oral Çalışlar, Ragıp Duran,
Mahir Sayın vb. PKK Lideri’nin bulunduğu Bekaa Vadisi’ne ve Şam’a
giderek röportajlar yapmışlar ve bunu da “Enternasyonal Dayanışma”
diyerek dergilerde yayınlamışlar, kitaplaştırmışlardır. Terörist
başıyla Bekaa’da görüşenlerden biri de 12 Eylül öncesi bu örgütle
kanlı bıçaklı olan, başında bulunduğu TİKP’in bir çok il, ilçe
yöneticisi ve üyesi APO’cular adıyla bilinen PKK tarafından
öldürülen Aydınlık Hareketi’nin Lideri Doğu Perinçek’ti. 12 Eylül
Öncesi Apocuları “ajan provokatör”, “karanlık çete” olarak itham
eden Perinçek’in gazetesi Aydınlık, 1978–1979 yılları arasında
APO’cularla ilgili pek çok karşıt yayınlar yapmıştır. Perinçek, 12
Eylül’den dokuz yıl sonra bütün her şeyi geride bırakarak, PKK’nın
Lideri Öcalan’la 23–25 Eylül 1989’da Bekaa’da görüşmüştür. Bu
görüşmenin ardından PKK’nın kontrolündeki Halkın Emek Partisi (HEP)
ile Aydınlıkçıların partisi Sosyalist Parti (SP) arasında, seçim
işbirliği ve örgütsel ittifak girişimleri başlamıştır. Perinçek’in
hesabı basitti. PKK’yı destekleyen grupların desteğini alarak
SP’nin gücünü arttırmaktı ama bu tutmadı. HEP 20 Ekim 1991 genel
seçimlerinde SHP ile ittifak yaptı ve meclise girdi. Aydınlık
hareketin yayın organı 2000’e Doğru Dergisi de 1987–1992 yılları
arasında PKK’nın yayın organı gibi hareket ediyor TSK düşmanlığı
yapıyordu. Bekaa’da baş başa görüşen bu iki ortodoks sol örgüt
lideri geçmişi bir tarafa bırakıp, aralarında husumet yokmuşçasına
birbirlerine çiçekler sunuyorlar, samimi pozlar veriyorlardı.
Acaba, oğulları Apocular tarafından öldürülen Aydınlıkçıların
aileleri ve arkadaşları bu görüntüler karşısında Perinçek hakkında
ne düşünmüşlerdir? Aradan bir süre geçtikten sonra örgütsel
işbirliği olmayınca yine taraflar birbirlerini geçmişte olduğu gibi
ajan, provokatörlükle karşı devrimci olmakla suçlamaya kaldıkları
yerden devam edeceklerdi. PKK, merkezi karargahı 1979’dan 1998’e
kadar Bekaa ve Şam’daydı. Örgüt, burada Suriye Hükümeti’nin desteği
ve Suriye gizli servisi El/Muhaberatın kontrolünde faaliyet
gösteriyordu. Örgüte, başta SSCB olmak üzere Bulgaristan,
Yunanistan daha sonra batılı ülkeler her türlü lojistik desteği
sağlıyorlardı. PKK, Türkiye’yi istikrarsızlaştırma politikaları
doğrultusunda ülkeyi bölmek ve parçalamak için büyük çaba sarfetti.
PKK, 1993 ve 1994 döneminde güney doğuda Türk soluna mensup
örgütlerin “gerilla faaliyetleri” olarak adlandırdığı örgütsel
çalışmalar yapmasına izin vermemiştir. PKK lideri APO “Türk solu
burada barınmak istiyorsa PKK’dan izin almalıdır” diyerek bölgede
faaliyetlerini sürdürmek isteyen TDKP ve TİKKO’nun bazı
militanlarını öldürtmüştür. PKK, 1982 den günümüze Kürt soluna
mensup Özgürlük Yolu (PSK), DDKD, Kawa, Tekoşin, Rızgari, Ala
Rızgari ve benzeri örgütlerin militanlarının bazılarını Avrupa’da
seri cinayetlerle bazılarını ise 1993’ten itibaren yurt içinde
yapmış olduğu “infazlar“la ortadan kaldırmıştır. PKK hem Türk
solunu hem de Kürt solunu yurt içinde ve yurt dışında ulaşmış
olduğu güç ve imkanlarla uzun bir dönem susturmuştur. PKK’nın
siyasetine ve eylem tarzına Marksist solda karşı çıkan ve çatışan
tek hareket Dev–Yol olmuştur. PKK uzun bir dönem Dev–Yol’u “baş
düşman” ilan etmiştir. Dev–Sol’un devamı olan DHKP–C ise PKK ile
kimi zaman ideolojik tartışmalara girse de çoğu zaman Türk soluna
mensup örgütlerle birlikte PKK ile ittifak yapmıştır. 1989 ve 1992
arasında Sosyalizmin yıkılışıyla eski akımlar da kalmadı. Sol
gruplar birbirleriyle Pekincilik, Tirancılık, Moskovacılık
çatışması yapmasa da eski dürtülerin bazen ortaya çıkmasıyla,
birbirlerine yönelik ideolojik suçlamalara kaldıkları yerden devam
etmektedirler. Sol hareketler, sol içi şiddeti ve örgüt içi
infazları önderleri Lenin’den, Stalin’den, Mao’dan, Kim Il
Sung’tan, Polpot’dan gördüğü şekilde uygulamıştır. Lenin’in
“Çeka’”sı, Stalin’in “NKVD”si, Maonun “kızıl muhafızları”, Kim İl
Sung’un “devrim muhafızları”, Polpot’un “Kızıl Kmerleri”
muhalifleri nasıl temizleyip ortadan kaldırıp infaz ettilerse, Türk
ve Kürt sol örgütleri de aynı Bolşevik yöntemleri uyguladılar. Bu
Bolşevik katil diktatörler kendilerine karşı çıkan herkesi “düşman
ajanları, karşı devrimci, casus, işbirlikçi, hain” diye nasıl
suçladılarsa onların takipçileri de örgüt içi çekişmelerde ve
ayrılıklarda birbirlerine yönelik aynı suçlamaları yapmışlardır.
Marksist solda örgüt içi infazlar Filistin’de Teslim Töre’nin
liderliğindeki grup tarafından öldürülen THKP–C’li İlyas Aydın’ın
infazından beri devam etmektedir. Marksist – Leninist örgütlere
göre içlerinde hain çoktu, örgütleri hain kaynıyordu. Bu tanımlara
örgüt şefleri ve yönetici konumundakiler dahil değildi. Solda örgüt
şeflerine ve izlenen siyasetlere karşı çıkan bir çok militan
Stalin’in savcısı Vişinski’nin mahkemelerini aratmayan kimisi yurt
içindeki kimisi yurt dışındaki örgüt kamplarında ve hücre evlerinde
yapılan “devrim mahkemelerinde” düzmece itiraflar ve belgelerle
Stalin’in celladı Beria’nın yöntemlerine benzer şekilde vahşice
infaz edilmişlerdir. Soldaki örgüt içi infazlar sadece dışarıda
değil, tutuklu kaldıkları cezaevlerini 1980’lerin sonlarından
itibaren eğitim kampına çeviren örgütlerin kaldıkları koğuşlarda da
devam etmiştir. 1980’lerde Suriye istihbaratının 1990’lardan sonra
batılı ülkelere çalışan taşeron örgüt Dev–Sol’un şimdiki adıyla
DHKP–C kendi içinde en çok “ajan temizlemekle” övünen gruptur. Bu
örgütün lideri Karataş, hala bir sır olan örgütü kuruşu, 1989’da
cezaevinden firarı, derin ilişkileri ve muhaliflerine yönelik
uyguladığı devrimci şiddetle kendinden hep söz ettirmiştir. Bugün
ülke ülke gezen, kılıktan kılığa giren, örgütü yurt dışından
yöneten, tetikçilerine Türkiye’yi sarsacak sansasyonel eylemler
yaptırtan Karataş kapitalist enternasyonale bağlı gizli servislerin
derin koruması altında yaşamaktadır. Bir “ölüm tarikatı” olan
totaliter örgüt DHKP–C; özellikle büyük şehirlerin gecekondu
semtlerinde yaşayan çoğu yoksul ve Alevi kesimler üzerinde
çalışmalarını sürdürürerek, alevi gençleri örgüte devşirmektedir.
Örgüt; Güvenlik güçlerince yakalanan ve cezaevlerine konan örgüt
üyelerini, zorla ölüm orucuna sürükleyerek ölüme gönderirken,
örgütün şefleri; yurt dışındaki polit bürolarında, malikanelerinde
rahat bir yaşam sürerek “ devrimcilik “ oynamaktalar. DHKP–C; Türk
Alevileri üzerinde, TKP/ML, MKP ve bazı örgütlerde, Kürt Alevileri
üzerinde çalışmalarını sürdürmektedir. Bu marjinal gruplar,
özellikle Türk–Kürt, Alevi–Sünni çatışması çıkarmaya çalışarak, İç
Savaş tahrikçiliği yapmaktadırlar. Bu kızıl terör örgütleri Alevi
vatandaşlarımızı; 12–15 Mart 1995’te İstanbul’un Gazi mahallesinde
“İç Savaş Tahrikçileri” tarafından düzenlenen provokasyonda,
provoke etmek istemişlerdir. Gazi olaylarının hazırlayıcısı başta
CIA ve MOSSAD olmak üzere bunların ülkemiz içindeki 5. Kol
mensuplarıdır. Neden mi? Gazi Olaylarından kısa bir süre önce CNN
programcısı bir CIA mensubunu programına misafir ederek ona
Türkiye’yi de içine alan siyasi sorular soruyordu. İlginç
sorulardan biri şöyleydi:“Ajanlarınızı bir yere yığarsanız orası
karışacak demektir. Söyleyin bakalım hangi ülke karışacak” CIA
görevlisi hiç tereddütsüz “Türkiye” diye cevap veriyor ve şöyle
devam ediyordu: “Önümüzdeki dönemde dünyanın en çok karışacak
ülkesi Türkiye’dir. Siz bunun farkında değilsiniz. Ama şu anda
Türkiye, gizli servislerin ajandasında bir numaraya yerleşmiştir”.
18. yüzyılın Fransa’sındaki jakopen terörist Robespierre’e özenen,
19. yüzyıl Rusya’sındaki nihilist, anarşist, Neçayef’in şiddeti
meşrulaştıran kan dökmeyi kutsayan, sadist metotlarını benimseyen,
20. asrın başındaki Lenin’in kurduğu Bolşevik terör örgütü Çeka’nın
peşinde giden ruhunu şeytana satmış ortodoks sol örgütler devrimci
terörü kendi içlerinde de kanlı bir şekilde uygulamaktan
çekinmemişlerdir. Örgüt şefleri , örgütteki konumlarını kaybetmemek
için en yakın yoldaşlarını bile “hain” olarak niteleyerek
harcamaktan ve tasfiye etmekten kaçınmamıştır. Robespierre en yakın
arkadaşı, güvendiği, üzerine toz kondurmadığı, Danton’a önce tapmış
sonra nasıl “hain” diye kafasını kesmişse, Neçayef en güvendiği
arkadaşı İvanof’u şüphelendikten sonra aparatçiklerin yardımıyla
nasıl “öldürttüyse”, Stalin Ekim Devrimi’ni birlikte yaptıkları
Buharin, Zinoniev, Kamanev, Tomsky, Rykov, Troçki’yi nasıl “infaz”
ettirdiyse, Mao, Lin Biao gibi kendisini kutsallaştıran en yakın
arkadaşını nasıl temizlettiyse, Dursun Karataş, Abdullah Öcalan ve
Cüneyt Kahraman da en yakın yoldaşlarını katletmekte tereddüt
etmemişlerdir. DHKP–C Lideri Dursun Karataş, Paşa Güven’i ve Latife
Ereren’i, şimdiki ismi MKP olan eski adıyla TKP(ML)’nin Lideri
Cüneyt Kahraman, “Laz Nihat” kod adlı MK üyesi Enver Doğru ve bir
grup örgüt üyesini, PKK Lideri Abdullah Öcalan, Şahin Dönmez’den,
Mehmet Şener’e (saymakla bitmez) yüze yakın PKK kurucusu ve MK
üyeliği yapmış militanı, hep aynı klasik “hain”,” karşı devrimci”,”
partiye ve devrime ihanet etti”, “önderliğe karşı geldi”, “ ajan
provokatör”, “casus”, vb. suçlamalarla infaz ettirmiştir. PKK‘nın
Polpot’u Öcalan, örgüt içi infazlarda Stalin’in sağ kolu Beria’nın
sadist infaz metotlarını kopya etmiştir. Örneğin bunlardan biri;
Stalin’in zulmüne uğrayan Troçkist mahkumların önce toplu halde
kurşuna dizilmesi, ardından üzerlerine benzin dökülerek yakılıp
ortadan kaldırılmasıydı. Troçkistlere ve diğer muhaliflere yapılan
bu vahşi infaz metodunu Öcalan da başta Bekaa olmak üzere örgütün
çeşitli kamplarında uygulattı. Apo’nun “liderliğini sorgulayan”,
PKK’nın örgüt yapısını eleştiren yüzlerce PKK militanı önce kurşuna
dizilerek ardından üzerlerine benzin dökülerek ortadan kaldırıldı.
Tıpkı Stalin’in cinayet aygıtı NKVD’nin radyodan yaptığı gibi
PKK’nın yayın organları ve telsizleri de, infaz edilen eski yol
arkadaşları için aynı tekerlemelerde bulunuyordu. “Devrime ihanet”,
”önderliğe baş kaldırma”, “sabotaj”, “haydutluk”, “kaçma
girişiminde bulunma”, “ajan”, “hain” gibi... DHKP–C, TKP/ML ve PKK
gibi bir çok irili ufaklı illegal sol terör örgütü Uluslararası
gizli servislerin kontrolünde uyuşturucu kaçakçılığı
yapmaktadırlar. Örgütler başta silah olmak üzere bir çok örgütsel
faaliyetlerindeki çalışmaların finansını uyuşturucu kaçakçılığından
kazandıkları gelirle elde etmektedirler. Uyuşturucudan elde edilen
büyük paralar örgütlerin bazen başını döndürmüş, örgüt içinde
infazların ve bölünmelerin meydana gelmesine yol açmıştır. DEV–SOL
Lideri Dursun Karataş, örgütü birlikte kurdukları Paşa Güven’i
örgütün parasına el koymak v.b. suçlamalarla 1991’de Paris’te infaz
ettirmiştir. Örgütün önde gelen isimlerinden Bedri Yağan’da, 13
Eylül 1992 de Ortadoğu’daki örgüt kampından Almanya’daki merkez
üsse gelerek lideri Dursun Karataş’ı darbeyle devirmek istemesinin
sebebi de para v.b. faktörlerdi. Yağan’a göre Dursun Karataş
örgütün parasını zimmetine geçirmiş ve örgütün parasını şahsi
çıkarları için kullanmıştır. TKP/ML’de, bazı MK.üyelerinin
uyuşturucu kaçakçılığından elde edilen parayı zimmetlerine
geçirmelerinin ortaya çıkması üzerine, 18 Nisan 1994’te ikiye
bölündü. PKK da yurt içinde ve yurt dışındaki bazı sorumlularını
uyuşturucu ticaretinde elde edilen paraları üzerlerine geçirmek ve
örgüt parasını gasp etmek suçundan infaz etmiştir. Derin sol
örgütler bugün mafyatik yapılanmaların içerisinde yer almaktadır.
İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerde çek–senet tahsilatı yapan
mafyalaşmış derin sol çeteler vardır. 1970’lerden itibaren
İstanbul’da adeta Düka’lık kuran Kürt mafyası, bugün PKK’nın da
finansmanını sağlamaktadır. PKK çizgisinde yayınlar yapan bazı
günlük gazetelerin yayınlanmasında Kürt mafyasının etkisi büyüktür.
1968’den günümüze ülkemizde sol grupların kendi aralarındaki
fraksiyon çatışmalarından ve yaptıkları örgüt içi infazlarda,
aralarında örgüt liderleri MK üyeleri, kurucular, militanlar ve
sempatizanları dahil olmak üzere 2000 civarında kişi öldürülmüştür.
Derin solda ne iç çatışmalar, ne tasfiyeler nede infazlar biter.
Çünkü örgütlerin temelinde kan ve şiddet var. Derin sola önderlik
eden örgüt şeflerinin ve ideologların bir çoğu bugün “geçmişe
sünger çekerken” şimdi yeni siyasi kulvarlarda koşmaktadırlar.
Kendilerinden boşalan örgüt yönetimlerinin eski cazibesi kalmasa da
yeni yetme genç devrimciler bu boşluğu doldurmakta ve ağabeylerinin
boşalttıkları kanlı alanlarda ortodoks devrimcilik yapmaya devam
etmekteler. Komplo teorileri ve derin istihbarat konularının bir
numaralı uzmanı (!) Aydınlık hareketinin lideri Perinçek, 35 yıldır
bilinen klasikleşmiş faaliyetlerini sürdürürken, onunla yollarını
ayıran (kimi 12 Eylül öncesi kimi 12 Eylül sonrası) eski Aydınlık
kadrolarından; Nuri Çolakoğlu, Halil Berktay, Şahin Alpay, Oral
Çalışlar, Faik Bulut, Cengiz Çandar, Doğan Yurdakul, Gülay Göktürk,
Fatmagül Berktay, Ferai Tınç, Hadi Uluengin, Kerem Çalışkan vb.
bugün “karşı devrimci” diye nitelendirdikleri “burjuvazinin” iş,
medya ve üniversitelerinde yöneticilik, yazarlık, hocalık
yapmaktadır. Hatta, bunlardan bazıları, yıllarca “sağcılık” ve
“gericilik” ile suçladıkları kesimlerin yayın organlarında yazarlık
yapmaktadırlar. Değişen sadece Aydınlıkçılar mı? Uzun yıllar Doğu
Berlin ve Moskova’dan yönetilen, Moskova’daki Marksizm–Leninizm
Enstitüsü’nde eğitim gören; “Yaşasın Sosyalizmin Anavatanı
Sovyetler Birliği” diyen mülteci TKP yöneticileri ve yandaşları,
Sovyet sistemi çökünce, “Elveda sosyalizm”, “Elveda TKP” dediler ve
ihanet ettikleri vatana “arsızca” geri döndüler. TKP’nin son genel
sekreteri Haydar Kutlu (Nabi Yağcı), Beyoğlu barlarında “glasnotu”
sürdürürken, TKP ideologlarından Oya Baydar sosyalizmin ülkelerde
ve ruhlarda yıkılışını anlatan romanlar yazıyor, bir başka TKP’li
Aydın Engin ve benzerlerinin yolu da artık “Kremlin değil
Brüksel”den geçiyor. Diğer kadro ve sempatizanların bir kısmı 1980
sonrasında CHP de, kimileri de (Zülfi Dicleli vb.gibi) burjuvazinin
has evladı Cem Boyner’in Aralık 1994’de kurulan kısa ömürlü Yeni
Demokrasi Hareketi (YDH) serüveninde siyasete soyundular. Geriye
kalanlar ise, (Veysi Sarısözen vb.) eski kurtuluş kadrolarının
büyük oranda yer aldığı feminist Sosyalist Filiz Koçali’nin
liderliğini yaptığı Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP) ile Yalçın
Küçük yetiştirmesi grubun kurduğu, adını Kasım 2001’de yaptığı
olağanüstü kongre de TKP olarak değiştiren Sosyalist İktidar
Partisi (SİP) içerisinde yer aldılar (Haluk Yurtsever vb). Cepheci
grupların bazıları, Mahir Çayan’ın “öncü savaşı“nı terki diyar
ederek; 1980 sonrasında kimisi ANAP’lı (Cavit Kavak vb), kimisi
sivil toplumcu (Taner Akçam vb.), kimisi reklamcı, pazarlamacı,
büyük müteahhit olmuşlardır. Bu grupların en büyüğü olan
Dev–Yol’cuların önemli bir kısmı ÖDP’de (Oğuzhan Müftüoğlu, Bülent
Forta, Melih Pekdemir vb.) aşkı arayarak “kesintisiz devrime”
ulaşmaya çalışmaktadır. Bu grup içinde yer alan bir kesim ise AB
fonları ile Soros Vakfı’ndan beslenerek, (Nadire Mater vb.)
“Kapitalizmin fonlarıyla devrimci yollarını aydınlatmaktadırlar”,
yani “kapitalizm adına savaşmayana devrimci yolcu denmez”. THKO
geleneğinden gelen Halkın Kurtuluşu ve benzeri grupların da diğer
sol örgütlerden farkı yoktur. HK’cılar EMEP adıyla parti kursa,
diğerleri de illegal veya legal gazete ve dergiler çıkartarak
“işçicilik”yapmaya kalksalar da marjinallik’den öteye geçemiyorlar.
Bazıları da Hocacılıktan (Gökalp Eren) ulusalcılığa, bazıları da
PKK düşmanlığından PKK hamiliğine (Mustafa Yalçıner) hızlı bir
geçiş yaptılar. “Sürekli devrimden” bahsedenler şimdi
“küreselleşmeci” oldular. Kahrolsun “Amerikan emperyalizmi”
diyenler şimdi Amerikancı kesildiler. Merkezleri Moskova, Pekin,
Tiran, Havana olanların şimdiki merkez üsleri Washington, Brüksel,
Londra, Paris, Bonn, Tel–Aviv. “Proletarya diktatörlüğü”nü
savunanlar şimdi, burjuvazinin örgütü “TÜSİAD” tın borazanlığını
yapıyorlar. “Devrim” ve “Sosyalizm” yazıları yazanlar şimdi, “medya
patronlarına” yazılar yazmakta, onların tetikçiliğine
soyunmaktadırlar. “Devrim peşinde” koşanlar şimdi “ihale
takipçiliği” yapmaktadırlar. Kahrolsun “sarı sendika” diyenler
şimdi, “devrimci sendika” ağaları oldular. “Tek yol devrim“
diyenler şimdi, tek yol “liberalizm” diyorlar. Kahrolsun “CIA, MİT”
diyenler şimdi bu merkezlerin “kadrolu elemanı” oldular.
“Lenincilik” yapanlar şimdi, “Alevicilik” yapmaktadırlar. Mao’nun
“Kızıl Kitabı” ile yatıp Pol Pot’un Kızıl Kmer’leri ile uyananlar
şimdi topukları üzerinde dönüp IMF ile yatıyor “Bilderberg” ile
uyanıyorlar. Filistin’de gerillacılığa soyunanlar şimdi Pentagoncu
Mossadçı oldular. Bir zamanlar “proleter devrim” pazarlayanlar
şimdi “cinsel devrim” pazarlıyorlar. Atatürk’e “burjuva Kemal”
diyenler şimdi “onuncu yıl” marşıyla kendilerinden geçiyorlar. Dün
Moskova’nın emrinde olanlar, bugün “çok uluslu şirketlerin”
temsilcisi olmuşlardır. Yıllarca bağlı oldukları Beşinci Kol
merkezlerinden emir ve maaş alanlar şimdi, Amerika’nın dünya
çapındaki para spekülasyonlarını yöneten Yahudi George Sorez’in
Açık Toplum Vakfı (OSİ)’ndan ve AB fonlarından faydalanmaktadırlar.
Yabancı sermaye ve fonlardan beslenenler sözde “tarih vakıfları”
kurarak, derin ihanet misyonlarına devam etmektedirler. Darbeci,
cuntacı, bölücü, yıkıcı, etnik ve mezhep ayrımı yapan derin solun
arkasında ABD, AB ve İsrail vardır. AB, DHKP-C vb. örgütlerin, ABD
ve İsrail ise daha yoğun olarak bölücü hareketlerin hamisidir.
Marksist Sol ve bölücü hareketler, dünden bugüne espiyonaj
faaliyetler olarak ele alınmalı, bir beşinci kol hareketleri olarak
değerlendirilmelidir. İki ciltlik Derin SOL’da, geçmişten günümüze
iç savaş tahrikçiliği yapan Marksist sol hareketlerin kanlı iç
tarihi tüm çıplaklığıyla anlatılmaktadır. Bu tarihi ve belgesel
çalışma; derin solun kendi yayınlarından ve belgelerinden, konuyla
ilgili yüzlerce dergi, kitap ve belgelerden yola çıkarak
hazırlanmıştır. Sahasında tek olan bu çalışma ülkemizde ilk defa
derin solun karanlık yüzünü ortaya koymaktadır. Anlatılan derin
solun kanlı tarihidir. Derin Sol okunmadan derin sol anlaşılmaz. Bu
geniş kapsamlı çalışma, Türk fikir ve siyaseti açısından da önem
taşımaktadır. Bu kitap, Marksist sol örgütlerin ve sol baronların
karanlık içyüzünü gözler önüne sermektedir. İnanıyorum ki; sol
terör örgütlerinin ağına düşen, beyinleri yıkanan, iflas etmiş
totaliter bir ideolojinin peşinde koşanlar, “Derin SOL”u
okuduklarında; mutlaka yaşam ve örgüt, doğru ve yanlış arasında bir
tercih yapacaklardır. Çalışma, bu açıdan önemlidir.” haberbank