Bu ülkenin toplumsal vicdanını yansıttığını
asla düşünmediğim bir televizyon sunucusunun “Enkaz altında
yardım bekleyen eller, aynı zamanda askere polise taş atan
eller” sözleri bazı kesimlerin hoşuna
gitmiş.
Sosyal medyadan ve internet ortamındaki haber
altı yorumlardan anladığım bu.
Diyelim ki…
Bir yakınınızı kaybettiniz.
Mevta babanız olsun.
Eviniz cenaze evi.
Acınız büyük.
Babanızı da tanıyan biri taziyeye geliyor ve
size şöyle bir cümle kuruyor.
“Baban çok yalancı bir adamdı. Ama yine
de başın sağolsun.”
Bu gerçeği biliyor olsanız, kabul de etseniz,
babanız gerçekten de çevresinde bu yönüyle maruf biri olsa
bile…
Zaman, mekân, kelam ilkesi
gereğince bu laf doğru bir laf mıdır?
Sunucunun yaptığı da bundan farklı
değil.
Vatansever, yardımsever, çiçekböceksever,
herşeyisever…
İnsansever olmadıktan sonra neyi seversen
sev.
Doğrusu...
Yyazıyla ilgili araştırmalarımı yaparken
sunucunun sözlerine verilen olumsuz tepkinin çoğunlukta olacağını
sanmıştım.
Yanıldım.
Neyse ki…
Bir taksicinin sessizce ceketini çıkarıp yardım
kolisine koyması…
BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın
“Türkiye’nin dört bir yanından gelen yardımlarda kardeş
kokusu, kardeş selamı var.” sözleri…
Kürt babanın enkaz altında kalan karısı ve dört
aylık çocuğu için haykırışları karşısında gözyaşlarını
tutamayanların çokluğu…
“O kadar da değil” dedirtiyor
insana.
Deprem en güzel ders, en güzel
fırsat.
Enkaz altında ne “operasyon” ne de “silahlı
mücadele” gerçekleştirebilirsiniz.
Silah bırakmak için bundan daha güzel bir
zamanlama olamaz.
En katı yüreğe sahip insan bile bu afet
karşısında aciz kalır.
“Sesimi duyan var mı?” sorusu
bütün öfkeleri cevapsız bırakan bir sorudur.
Buna rağmen “deprem faşistliği”
yapanlar!
Sizi deprem değil, bu nefret
öldürür.