17 Ağustos 1999 depremi olduğu sabah Başbakanlık’ta oluşturulan
Kriz Merkezi’nde idim. Ülkenin batısı büyük bir yıkım yaşamıştı.
Gelen haberler hiç hoş değildi. Başbakan Yardımcısı Dr. Devlet
Bahçeli Bey ile tüm depreme uğrayan bölgeyi kapsayacak şekilde yola
çıktık.
Gittiğimiz gördüğümüz yerlerde acı, keder, yıkım ve organizasyon
sorunları vardı. Tüm memleket seferber olmuş, yaraları sarmak için
doğudan batıdan, kuzeyden güneyden yardım yolluyor ama yardımların
organizasyonu bile büyük bir mesele teşkil ediyordu. Mahalli ve
mülki erkan da depremzede idi. İlk yaptığımız iş, ülkenin depreme
uğramayan yerlerinden mülki idarecileri bölgede geçici olarak
görevlendirmek oldu. Çok da isabetli bir iş oldu. Bir anda bölge
toparlandı, organizasyon sıkıntısı ortadan kalktı, şehirlere giriş
çıkış, insanlara ulaşmak mümkün hale geldi…
Depremin bize en büyük dersi, daha kaliteli, nitelikli binalar
yapılması ve olası depremlere hazırlık için toplanma alanları
oluşturulması, Kızılay vb. afete hazırlık yapılarının
işlevselliğinin tam olarak temini idi…
Dün İstanbul’da küçük sayılabilecek bir deprem yaşandı.
Camilerin minareleri yıkıldı. O zaman da bu konular tartışılmış
idi. Hem dayanıksız hem uzun uzun minarelerin kime ne yararı var?
Mesele elbette minare değil. Camilerde bile böylesine bir
pespayelik var ise, deprem riski hesaplanmıyor ise gerisini siz
hayal edin…
Toplanma yerleri ile ilgili iddialar çok can sıkıcı. Pek çoğunun
günümüzde avm’ye dönüştüğü söyleniyor. 5.8’lik bir deprem ile
çatlayan, sıkıntıya giren binaları görünce Allah muhafaza, çeşitli
senaryolarda dile getirilen 7 ve üzeri depremlerde neler
olabileceğini insan düşünmek bile istemiyor…
Çok şükür İstanbul Şehremini deprem günü şehir dışında değilmiş.
Mübarek, İstanbul’da durmaktan pek hazzetmiyor. Ne zaman bir afet
vaziyeti olsa dışarılarda yakalanıyor.
Depremin şakası yok. Hazırlıksız olununca faturası çok büyük
oluyor. Deniz kumundan yapılan binaların nasıl yıkıldığını,
içindeki insanların üzerine olanca ağırlığı ile nasıl çöktüğünü
gördük. Deprem sonrasında hayatta kalanların, ulaşamadıkları
yakınlarından bir hatıra bulabilmek için o enkazları elleriyle
nasıl delik deşik ettiğini gördük. Bunları bu gün
anlatabilmek bile çok zor…
Ancak hiç ders çıkarılmadığını, yaşadığımız depremlerin uyarıcı
olmadığını, bizi uyandırmadığını, uyandırmayacağını da gördük…
Çok değil, yirmi yıl geçmiş. Yirmi yıl o kadar uzun bir süre
sayılır mı, yaşanan onca acıyı, ıstırabı unutabilmek için?
Toplanma alanlarından ne istiyorsunuz? Hiç mi vicdanınız yok?
Hiç mi Allah korkunuz yok? Bu nasıl bir yağmacı anlayıştır? Kızılay
ile ilgili iddialara cevap veren çıkmadı, yöneticilerinin yüksek
maaşları, büyük büyük paralarla kiralanan yalı mıdır, köşk müdür,
bina… Savurganlığın bini bir para… Bu filmi daha önce seyretmiştik
kabilinden işler…
Yapı denetimi hak getire… Zaten ülkenin neresinde doğru dürüst
yapılıyor ki? Deprem sigortası adıyla herkesten bir para
koparılıyor, deprem sonrasında konulan iletişim vergileri kalıcı
hale getiriliyor, yurt dışı çıkış harçları artırılıyor ama yağmacı
anlayışın da kurumsallaşması önlenemiyor…
Deprem ile ilgili kalıcı bir şeyler deyince, yöneticilerimizin
aklına geçici vergileri sabitlemek dışında bir şeyler gelse iyi
olur…