Deniz Seki içerden konuştu
Abone olDeniz Seki eskiden mikrofon nasırı olan elinde şimdi Vileda nasırı olduğunu söylüyor. Şarkıları mikrofona değil, temizlik yaparken söylediğini ekliyor.
Ayşe Arman cezaevinde Deniz Seki'yi ziyarete gitti ve
onunla konuştuklarını, izlenimlerini yazdı. Seki'nin zayıfladığını,
içerde neler yaptığını, çıkınca neler yapacağını, özlemlerini ve
Hüsnü Şenlendirici hakkında düşüncelerini...
Arman'ın ilk izlenimi Seki'nin çok zayıfladığı ve
güzelleştiği olmuş:
ÇOK ZAYIFLAMIŞ
"Karşımda duran kadın, gerçekten Deniz Seki mi?
O hükümet gibi kadın gitmiş, küçülmüş, süzülmüş, çekmiş.
İnanılmaz zayıflamış.
Sanki içinden başka bir kadın çıkmış gibi.
Dese ki, "Ben Deniz Seki’nin 12 yaş küçük
kardeşiyim" inanacağım...
Acayip duru bir güzellik gelmiş üzerine.
Telefonu alıyorum, "Müthiş görünüyorsun, bu kadar yarıyorsa biz de
gelelim!" diyorum.
"Gel" diyor, "Zaten memleketin çoğu içeride!"
18 KİŞİLİK KOĞUŞTA KALIYORUM
Ve sonra Seki yaşadıklarını Arman'a anlatmış:
"18 kişilik bir koğuşta kalıyorum. Çoğu bankacı. Çok zeki, çok
parlak insanlar. Bir aile olduk. Koğuşun pozitif meleğiyim. Bu
halimle, moral veriyorum insanlara. Herkesle iletişimim çok iyi,
Allah için uyumluyum..."
ÖLMÜŞÜM DE ÖLÜME BAKIYORMUŞUM GİBİ
"Ama yani, cezaevi denilen yer, öyle böyle değil, daha aşağısı
yok, insanlığın dibi, ölmüşüm de ölüme bakıyormuşum gibi
hissediyorum..."
"Bu kadar gözyaşım olduğunu ben de bilmiyordum. Tarifi olmayan bir
çaresizlik. Her şey belirsiz. Daha henüz iddianamesi bile
yazılmamış insanlar var burada, tutuklu yargılanıyorlar, ne zaman
mahkemeye çıkacakları belli değil, elleri kolları bağlı,
bekliyorlar..."
AĞLAYINCA İLK KEZ RİMELİ AKMIŞ
ARTIK TEMİZLİK YAPARKEN ŞARKI SÖYLÜYOR
BENİM ÖRGÜTLE NE ALAKAM VAR
"Senin mahkemen 1 Ekim’deydi değil mi?" diyorum.
"Evet, daha 90 gün var" diyor, "1 Ekim’de tam 218 gün olacak. Tabii
ki kendime acıyorum. Ben başkalarına uyuşturucu temin etmedim,
aracılık etmedim. Örgüt diyorlar. Allah aşkına, örgütle benim ne
gibi bir alakam olabilir, uyuşturucu ticareti yapan biri değilim.
Kim inanır böyle bir şeye..."
(...)
BİZİM FALIMIZDA HAKİMLER SAVCILAR VAR
"Sabretmeyi öğrendim burada. Öfke kontrolünü öğrendim. Daha bir
sürü şey... Bakma, bir okul gibi aslında. Arada neşelenmek için
kahve falı bakıyoruz, ama falda uzun boylu esmer adamlar
görmüyoruz, hakimler, savcılar var bizim falımızda... Düşün, burada
Türk Ceza Kanunu’nu ezberliyoruz..."
AĞLAYINCA İLK KEZ RİMELİM AKIYOR
"Bu kadar kadının bir arada olması eğlencelidir de aynı zamanda.
Öyle değil mi?" diyorum.
"Tabii, tabii" diyor. "Kantinden saç boyası alıyoruz. Moral olsun
diye saçlarımızı boyuyoruz. İyi ve bakımlı durmaya çalışıyoruz.
Kantinde Flormar ruj satılıyor ve Pastel rimel. Komik olanı şu, ben
hayatım boyunca ’water proof’ rimel kullandım, benim rimelim hiç
akmadı yani, sen bir de şimdi gör halimi, kirpiklerimi boyayıp
ağlarsam, palyaçoya dönüyorum..."
TEMİZLİK YAPARKEN ŞARKI SÖYLÜYORUM
"Müzik peki?" diyorum, "Şarkı söylüyor musun?"
"Elbette" diyor, "Ama Deniz Seki olarak değil. Burada Deniz’im.
Sadece Deniz. Kafamı dağıtmak için temizlik yapıyorum. Temizlik
yaparken söylüyorum..."
ELLERİNDE VİLEDA NASIRI VAR
İLK GELDİĞİNDE 50 BERE ÖRMÜŞ
"Nasıl yani temizlik?" diyorum.
ELLERİMDE VİLEDA NASIRI VAR
"Yerleri Vileda’lıyorum" diyor, "Bak, eskiden parmaklarımda
mikrofon nasırı olurdu, şimdi Vileda nasırı var. Ama yanlış anlama,
beni kimse zorlamıyor, yerleri paspaslamak beni oyalıyor. İşte o
zamanlar mırıldanıyorum. Çamaşırlarımı da kendim yıkıyorum.
Leğende, ayaklarımla. Sonra kafamı kaldırıyorum, bir bakıyorum
televizyonda Deniz Seki’nin klibi dönüyor, vay be diyorum,
nereden nereye..."
ÇIKINCA ENGELLİLER İÇİN ÇALIŞACAK
"Bir sürü şarkı yazdım. Burada, inanılmaz üretkenim. Ses kayıt
cihazı olsaydı, daha da iyi olurdu ama kabul etmediler. Sonra,
boyuna okuyorum, Elif Şafak’ın Aşk’ını bitirdim, tasavvufa merak
sardım, Gülben kitaplar getirdi, onları hatmettim. Habire
yazıyorum, çiziyorum. Geleceğimi planlıyorum...
"Çıkınca yapacaklarını mı?" diyorum.
"Evet" diyor, "Bir kere engelliler için çalışmak istiyorum.
Sonra uyuşturucu karşıtı derneklerde görev almak istiyorum.
Müzikal yazmak istiyorum. Bir cezaevi müzikali
düşünüyorum. Bir de cezaevi sergisi. Her şeyi saklıyorum. Çamaşır
yıkadığımız leğeni, yemek yediğimiz tabakları, çatalları,
bıçakları. Sadece benim hayatımın bir kesitini anlatan bir sergi
olmayacak, buradaki arkadaşlarımın ruh hallerini de, duygularını da
yansıtacak..."
İLK GELDİĞİNDE 50 BERE ÖRMÜŞ
"Bayağı aktifsin!" diyorum.
"Sen ne diyorsun!" diyor, "İlk geldiğimde hızımı alamadım, 50
tane bere ördüm. Sonra bir ara mektuplara
sardırdım. Hayranlarım hiç yalnız bırakmıyor, sağ olsunlar
çuvallar dolusu destek mektubu geliyor..."
EN ÇOK ÖZLEDİĞİ ŞEY?
KAFASINI RANZAYA ÇOK ÇARPMIŞ?
PEKİ YA O ADAM?
EN ÇOK GÖKYÜZÜNÜ ÖZLEMİŞ
"En çok neyi özledin?"
"Sahneye çıkmayı, doğayı, gökyüzünü, bizim gökyüzümüz
dikdörtgen burada (ağlıyor)... Toprağa ve çimene dokunmayı,
denizi... Annemi, kardeşlerimi... Onlara doyasıya
sarılmayı... Kimin dost, kimin düşman olduğunu gayet iyi görüyor
insan burada... Sonra evimi... O minik balkonumda oturmayı,
Boğaz’a bakmayı, gözlerimi kapayıp Boğaz havasını içime
çekmeyi...
"Dışarıda bana büyükmüş gibi gelen sorunları, şimdi burada
düşünüyorum da, hiçbirinin önemi yokmuş. Üzülmeye değmezmiş. Ben
kendime kötü davranmışım, çok yüklenmişim. İçeride, size belki
önemsiz gibi gelecek şeylere takıyorum. Dün mesela, bir kelebek
getirdiler. Ölmek üzereydi, inanır mısın, aklım çıktı ölecek diye,
ona nefesimle can verdim. Onu yaşattım. Nasıl mutlu oldum
anlatamam. Dün, dünyanın en önemli olayı buydu..."
(...)
ÖNCELERİ RANZAYA KAFASINI ÇARPMIŞ
Spor yaptığını söylüyor, kızlarla voleybol oynuyormuş.
Koğuşta, ranzanın altında yatıyormuş, "Alışık olmadığım
için takkkk diye kafamı çarpıyordum her seferinde, şimdi
alıştım" diyor.
"Burada, bütün bu imkansızlıklar içinde acayip yaratıcı oluyorsun"
diyor, nohut yemeğinden humus yapıyorlarmış mesela, "Nasıl
yapıyorsunuz?" diyorum, "Uzman olduk hepimiz, nohutların
suyunu alıyoruz, sonra onu bir güzel bir işlemden
geçiriyoruz" diyor.
O ADAMDAN HİÇ BAHSEDİLMİYOR
Bu kadar çok şey konuşuyoruz, bir kere bile, uğruna, deli divane
olunan adamın adı geçmiyor.
"Peki o?" diyorum.
Sorumu hiç duymamış gibi...
Onca şeyi hiç yaşamamış , o adamı hiç tanımamış, hiç sevmemiş,
onunla hiç sevişmemiş gibi...
O adam yok artık... Anılmıyor...
Üzerine konuşulmuyor...
Ne iyi ne kötü... Hiçbir şey söylemiyor.
Hiçlik.
Sonra konu değişiyor, tekrar daldan dala atlanıyor, bir ara
"Çıkınca anne olmak istiyorum" diyor, yeniden gözleri
parlıyor.