Her toplumun kader yıldızını esas olarak onun tarihsel,
kültürel, dinsel, siyasal ve sosyal dinamikleri tayin eder. Şahsen,
KADER dediğimiz varoluş biçimlerini esas itibariyle değişmez aşkın
bir kanun değil de aksine ‘olabilirliklerden’ oluşan ‘seçenekler’
olarak düşünmek gerektiği inancındayım. Böyle olunca bireysel ve
toplumsal dinamiklerin oluşturulması da, tahkimi de beşeri bir
çabaya ihtiyaç duyar. Kader yıldızımız iradi çabamıza bağımlı bir
seyir izlediğine göre bize düşen şey de her halde o çabanın
niteliğini ve niceliğini artırmak olmalıdır. İkbal’in, ‘Bil ki,
ilahi takdirler sonsuzdur; sen farklı olursan kaderin de farklı
olur; bir damla isen kaderin düşmektir ama bir derya isen kaderin
coşmak olur’ sözü tam da bunu anlatır.
Bilindiği üzere demokrasi serüvenimizin on dokuzuncu yüzyılın
ikinci çeyreğine kadar giden bir arka planı vardır. Alafranga
karakteri ağır basan Tanzimat, Islahat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet
gibi parametrelerle bu serüveni dikkatlice izlediğimizde her türlü
iniş-çıkışa rağmen yine de bir gelişim fotoğrafı yakalamak
mümkündür. Her ne kadar altyapıdan tamamen mahrum toplumsal bir
vasatta inşa edilen ve bir nevi ‘Kültür Devrimi’ olarak da
tanımlayabileceğimiz Kemalizm hatırına sık sık kesintiye uğramış
olsa da süreç inceden inceye hep devam etmiştir. Özellikle
Peker-İnönü dönemi ile iyice faşizan bir karaktere bürünüp her
askeri darbe ile tecdid edilen ve özü itibariyle demokrasi ile
temel karşıtlıklar içeren sivil-asker bürokratik vesayet tarafından
defalarca tıkanmış-kesilmiş yolumuz belli ki bu sefer duble olarak
genişletilecektir.
Tarih ve toplum araştırmalarından hiç kimsenin sahip olduğu güç
ve imkanları bir başkasına kolayca devretmediğini öğrendiğimize
göre, belli ki bu güç ve imkanın milletin iradesinde tutulması bir
takım kurumsal ve yasal tedbirlere ihtiyaç duymaktadır. Ancak
demokrasiyi tahkim etme amacına dönük en etkin tedbirin özellikle
de ötekileştirilmiş kesimlerin temel hak ve hürriyetlerine daha
fazla alan açmak olduğu asla unutulmamalıdır.
Türkiye’nin demokrasi serüveni de bu toplumsal yasadan ayrı
düşünülemeyeceğine göre demokratik paketten beklentilerimiz
hakkında küçük bir uyarıda bulunmak istiyorum. Elbette ki, oluşan
yüksek beklentinin karşılık bulmasını herkes gibi ben de istiyorum.
Ancak sağlıklı toplumsal gelişim trendleri açısından bakıldığında
daha gerçekçi limitler arasında kalmak gerektiği kanaatindeyim.
Fransız İhtilali’nden üç yıl sonra devrim kuramcılarından birisinin
‘Bu devrim kadına hiçbir hak getirmemiştir, kadının adını bile
anmamıştır’ dediği için idam edildiğini unutmayalım. Dolayısıyla
paketten çıkacak şeyin ileri bir demokrasinin ancak yolunu
açacağını düşünmek daha doğru olsa gerek.
Bu nedenle tarih ve toplumun gelişim doğasını kavramamış
olanların paketin açılmasından hemen sonra gösterecekleri tepkiyi
tahmin etmek zor olmasa gerek. Bir kesimin ‘Dağ fare doğurdu’
diyerek küçümseyecekleri bu paketi eminim ki karşıtları da bildik
klişelerle lanetleyeceklerdir. Fakat atılan adımları ifrat ve
tefritten ayıklayarak daha doğru tanımlayacak olanın ise, ZAMAN
olacağını unutmayalım.