Demirtaş'tan Trabzonspor ve Karadeniz sürprizi!
Abone olTrabzonlu yerel bir yayın organına konuşan Köşk aday Selahattin Demirtaş Karadeniz seçmenine çarpıcı mesajlar verirken, Trabzonspor ve şike davası için ilginç yorumlarda bulundu...
HDP'nin Cumhurbaşkanı Adayı Selahattin
Demirtaş'tan spor, siyaset, şike süreci ve Karadeniz
seçmeniyle ilgili ilginç açıklamalar geldi.
MedyaTrabzon'dan Cihan Arslan'a konuşan Demirtaş'a yöneltilen sorular ve yanıtları şöyle:
KARADENİZ'DEKİ NİNELERİ DÖVÜYOR HES'TEN
VAGEÇMİYORLAR
Sayın Selahattin Demirtaş, öncelikli olarak Karadeniz ve
Trabzon halkına neler söylemek istersiniz?
Öncelikle sizler aracılığıyla sesimin ulaştığı her yere, tüm
kardeşlerimize, tüm halkımıza bu Cumhurbaşkanlığı seçimleri süreci
vesilesiyle en içten duygularımla selamlarımı ve sevgilerimi
iletiyorum. Umut ediyorum ki Türkiye'nin Cumhurbaşkanlığı seçimi
yeni bir yaşama; özlediğimiz birlikte, eşitçe, kardeşçe, barış
içinde yaşamamıza vesile olur. Karadeniz halkı da buna katkı
sunacak bir tutumla, bir dayanışmayla eminim ki tarihsel misyonunun
gereğini yapacaktır.
Seçim süreci boyunca tüm toplumu kucaklayan bir tavır
ortaya koydunuz. Karadeniz Bölgesi'nin yerel sorunları hakkında ne
düşünüyorsunuz?
Karadeniz sert bir coğrafya, dağlık bir coğrafya. Tarım açısından
çeşitliliğin az olduğu, tarımsal arazinin yetersiz olduğu ve nüfus
artış oranının yüksek olması sebebiyle orada alternatif gelişme
modeli uygulanmalıydı ama bu yapılmadı. Bu yapılmadığı için
Karadeniz'de işsizlik oranı çok yükseldi ve dışarıya çok göç verdi.
Türkiye'nin dışarıya en çok göç veren bölgesidir. Karadeniz'in bir
çok ili neredeyse insansızlaştırıldı. İnsandan arındırdılar
Karadeniz'i. Bu önemli ölçüde bilinçli olarak yapıldı. Çünkü;
Karadeniz'in doğasına büyük sermaye kesimleri el koymak istiyor.
Orada insanlar yoğun bir şekilde yaşadığı müddetçe bunu yapmak
mümkün değil. Karadeniz'in coğrafyası termik santraller, HES gibi
doğayı kirleten, yok eden, tahrip eden ama kâr getirisi yüksek
yatırımlara uygundur fakat bunun önünde bir engel vardır. O da
Karadeniz'in direnişçi insanıdır. Bu nedenle bilinçli olarak
yıllardır devlet politikası gereği Karadeniz insanı metropellere
göç ettirildi. Bunun yapılmasının bir başka nedeni de Karadeniz'in
kendine has kültürünü, dilini tahrip edip asimile etmekti. Çünkü
kendi toprağından kopan ve bunun da bilincinde olmayan topluluklar
büyük metropollerde erirler. Kendi ana dilini, kültürünü, geçmişini
unuturlar ve bir müddet sonra oradan koparlar. Bence Karadeniz
devletin bilinçli bir politikasıyla, mücadele edilmesi gereken,
tehlike olarak görülen bir alan olarak hedefe konuldu. Bilinçli
şekilde ırkçılık orada geliştirilmek istendi. Karadeniz'in
devrimci, demokrasiye sahip çıkan, direnişçi ruhu kırılmaya
çalışıldı. Şimdi görüyorsunuz Karadeniz'in dereleri üzerinden
özellikle yeni yapılacak HES'ler üzerinden bu saldırılar devam
ediyor. Şimdi orada kalan köylüler kendi yaşam alanlarına dönük
müdahaleyi haklı olarak kabul etmiyorlar. Buna karşı bir direniş
gösteriyorlar. Düşünün ki Türkiye orada HES yapmasa batacak mı?
Orada bir kaç tane HES yapılmazsa Türkiye ekonomisi ya da enerji
sektörü çökecek mi? İnatla bundan vazgeçmiyorlar. Karadeniz'deki
nineleri coplarla dövüyorlar ama HES'i yapmaktan vazgeçmiyorlar.
Buradan yola çıkarak bu Cumhurbaşkanlığı sebebiyle biz şu mesajı
vermek istedik. Türkiye'nin her yerinde insanlarımızın bu devlet
anlayışıyla bu sistemle bir sıkıntısı, bir sorunu var. Bizler ayrı
yerlerde mücadele ettiğimiz sürece birbirimize karşı düşmanlıklar,
kinler, öfkeler ortaya çıkıyor ve hiçbirimiz de kendi sorunumuzu
tam anlamıyla çözemiyoruz. O halde bütün zulüm görenler, haksızlığa
uğrayanlar, ezilenler olarak bir arada durmamız gerektiğini bu
Cumhurbaşkanlığı kampanyasında sadece hatırlatmak için
kampanyamızın merkezine oturttuk.
YENİ DEVLET MODELİMİZ KARADENİZ İÇİN DE
UYGULANMALIDIR
Bu toplumsal uzlaşmada taraflara ne görevler
düşüyor?
Bence herkesin bulunduğu yerden bir adım geriye atarak meseleye
bakması lazım. Türkiye toplumu tek ırka dayalı tek millet, tek dile
dayalı, tek mezhebe dayalı model ve sistem üzerine inşa edilmeye
çalışıldı. Bu sanki iyi bir şeymiş ve bizi bir arada tutacak tek
şey, ülkenin bölünmesini engelleyecek tek şeymiş gibi bize
öğretildi. Yani tek dilden, ırka dayalı tek milletten, tek
mezhepten vazgeçilirse paramparça oluruz gibi yanlış bilgi bize
öğretildi. Herkesin geriye bir adım atarak düşünmesi lazım. Bizim
dillerimiz farklı farklı, değişik ana diller var, değişik
kültürlerimiz var. Bunlar şu anda toplum içerisinde de varlar.
Bunları tekleştirmeye çalışmak gerginliklere sebep oluyor. Asıl
sorun budur. Peki biz hem dillerimizi koruyalım hem de ülkenin
birliğini koruyalım diye bir formül bulamaz mıyız? İşte biz o
formülün peşindeyiz. Biz tek mezhep olmak zorunda değiliz. Bu
ülkede başka inançlarda insanlar var. Alevi var, Süryani var,
Yahudi var, Rum var, Ermeni var. Kimliği ve inancı farklı olan çok
sayıda topluluk var. Karadeniz'de de var. Karadeniz'de de tek dil
yok. Ama bizler hem bu dillerimizi koruyalım, geliştirelim,
eğitimini yapalım ama aynı zamanda da aynı devletin sınırları
içerisinde yurttaşlık kavramıyla birbirimize bağlı olalım. Bu işte
başarılabilecek bir şeydir. Bunu başaran devletler var. Biz yeni
yaşam önerimizde hiçbir dilin, kimliğin birbirine düşman olmadığı,
birbirlerini tehdit olarak görmediği, aynı şekilde devletin de
hiçbir dili düşman olarak görmediği, herkesin eşit haklara, statüye
sahip olduğu bir yaşam tarzını ve yeni bir devlet modelini
öneriyoruz. Bu Karadeniz için de uygulanması gereken bir modeldir.
Çünkü orada da Gürcüceden Kafkas dillerine kadar bir sürü dil yok
olma tehlikesiyle karşı karşıya. Bunların hepsi bu ülkenin
değerleridir. Bir Kafkas dili yok olma tehlikesi altındaysa biz
buna sessiz kalamayız. Biz sadece Kürtçeyi savunamayız. Her dil
kıymetlidir. Bir tek kişi bile konuşuyorsa sahip çıkmamız lazım. O
bir tek kişi eğitim yapmak istiyorsa ona devlet olarak kitap
vermeliyiz, öğretmen vermeliyiz, sınıf vermeliyiz. Ki kendini bu
devlete daha fazla bağlı hissetsin, kendini ayrımcılığa uğramış
hissetmesin, ötekileştirilmesin. Kendisini bu topraklara bağlı
hissetsin ama birisi çıkar kafasına vura vura tek dil olacak,
konuşamazsın, eğitim yapamazsın, tek din olacak, tek mezhep olacak
diye dayatırsa o insanlar kendilerine ait bir devlette
yaşamadıklarını düşünürler ve ilk fırsatta ayrılmak için çaba
sarfederler. İşte asıl bölücülük budur. Ben hep diyorum; tek dil,
ırka dayalı tek millet dayatması bölücülüğün kendisidir. Ama siz
insanlara kendi doğal, Allah'ın yarattığı haliyle toplumda
yaşamasını, devlette yaşamasını garanti altına alırsanız bu
insanlar neden başka yere gitsinler. Bu ülkenin yer üstü, yer altı
zenginliği hepimize yeter. Karadeniz için de savunduğumuz model ve
anlayış bence birebir örtüşüyor. Her insan bir adım geriye atarak,
önyargılarını bırakarak, birbirine daha kardeşçe, sevgiyle bakmaya
başlarsa sorunları çözmek çok daha kolay olur. Her kesime düşen
bence budur. Birbirine temas ederek, kardeşlik hukukunu
hatırlayarak ve hatırlatarak bu sorunları zorlu zahmetli süreci
aşmak konusunda ve Türkiye'yi aydınlığa kavuşturmak konusunda
herkes biraz daha çaba sarfetmeli.
KOLTUK KAZANMA SEVDASIYLA ADAY
OLMADIM
Bu bakış açınızın toplumdaki yansımasını görüyor musunuz?
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turundaki beklentiniz
nedir?
Elbetteki bir yansıması olacak. Ben bu mesajların toplumun
vicdanında yankı bulduğunu görüyorum. Bu çok önemli bir iştir.
Koltuk kazanmaktan daha kıymetli bir iştir. Ben koltuk kazanma
sevdasıyla aday olmadım. Tam tersine bahsettiğimiz meselenin
hepimiz için büyük bir sorun olduğunu; kutuplaşma, gerilim,
kimlikler arası düşmanlığın artıyor olmasını görüyor olmak bizim
açımızdan büyük bir sorundur. Bunu çözmeye çalışmak en büyük
kazanımdır. Biz zaten bunu başarırsak Cumhurbaşkanı kim olursa
olsun Türkiye toplumu demokratik bir bilince sahip olacak. Kim
Cumhurbaşkanı olursa olsun tek adamlı bir otoriteye dayalı bir
sistemi insanlara kimse dayatamayacak. Bunu başarırsak daha saygın
bir ülke olacağız. Kendi iç sorunlarını çözdükçe dış dünyaya daha
fazla yardım edeceğiz, yardımcı olacağız. Bugün Suriye'de,
Filistin'de, Irak'ta yaşanan dramlar, katliamlar hepimizin içini
parçalıyor ama Türkiye gibi güçlü olan bir ülke oralara yardım
edemiyor. Niye? İtibarımız yok, itibarımız kalmamış. Bu itibarı
ancak içeriden başlayarak yeniden kazanabiliriz. İçeride
itibarımızı artırdıkça dış dünyada da saygınlığımız artar. Oy
oranlarımız ne olur bilemiyorum ama önemli olan verdiğimiz bu
mesajlara yeni bir yaşam mesajına Türkiye'nin her yerinden destek
gelmesidir. Bu destekler tabii ki seçimi kazanacak kadar olması çok
kıymetli olur ama seçimi kazanamazsak bile bence çok önemli bir şey
kazanmış olacağız. Yeniden kardeşlik hukukumuzu o özlediğimiz
sevgiyi, dayanışmayı, birbirimizden kopmadan ülkenin bölüneceği
kaygısı taşımadan demokratikleşmeyi, insan haklarını ve özgürlüğü
savunmak bu en büyük kazançtır.
KEŞKE DİĞER ADAYLAR BU İLKELERİ SAVUNSAYDI
DA ADAY OLMASAYDIM
Seçimin birinci turunda başarısız olsanız da ikinci turda
kimseyi desteklemeyeceğinizi belirtmiştiniz. Yine aynı fikirde
misiniz?
Şu anda benim ortaya koyduğum bu ilkeler diğer iki aday tarafından
savunulmuyor. Bu iki aday bu ilkeleri savunacak kişiler değil.
Keşke olsalardı da bende aday olmasaydım. Bence iki adayda şu anda
toplumu geren, kutuplaştıran, mezhep-kimlik ayrışmasına vesile olan
tekilcilik üzerinden siyaset yapıyorlar. Biz çok kimlik ve
çoğulculuk üzerinden siyaset yapıyoruz. Bana oy veren hangi insana
ben gidip şu adaya oy verin diyebilirim ki. Ben oy verin desem
bana, “Oy ver diyorsun ama bunlar sana zıt şeyler söylüyorlar. Biz
nasıl bunlara oy verelim” diyecekler. O nedenle yönlendirme yapmak
bizim ilkelerimize haksızlık olur.
ANADOLU TAKIMLARININ BAŞARISI BENİ DAHA
ÇOK MUTLU EDER
Futbolla aranız nasıl?
Gençlik yıllarımda amatör olarak çok oynadım lisede ve üniversitede
ama profesyonel bir yaşantım olmadı. Özellikle lise yıllarımda çok
takip ederdim futbol ve spor dünyasını. Bütün takımların
oyuncularını, isimlerini, gelmişlerini geçmişlerini bilirdim.
Bugünlerde gençler sadece ülke takımlarını değil başka ülkelerinin
takımlarını da biliyorlar ama ben çok takip edemiyorum. Galatasaray
taraftarıyım ama fanatik bir duruşum yok. Mümkün oldukça, fırsat
buldukça maçlarını takip etmeye çalışıyorum. Fakat bir
Galasatasaray taraftarı olarak şunu savunmuşumdur; Anadolu
takımlarının başarısı beni daha çok mutlu eder. Trabzonspor da buna
dahildir. Özellikle İstanbul'daki üç büyük kulübün başarısı çoğu
zaman Anadolu'daki takımların ezilmesine, haklarının elinden
alınmasına vesile olabiliyor ama Anadolu'nun herhangi bir takımının
başarısı beni Galatasaray'ın başarısından daha çok sevindirir.
ŞİKE YASASI UTANILACAK BİR
SÜREÇTİ
Şike yasasına diğer siyasi partilerden farklı baktınız. Ne
düşünüyorsunuz şike süreci hakkında?
Doğrudur. Bence talihsiz bir dönemdi. Parlamentonun kişiler için
gece gündüz çalışma yaptığı, halk için değil, halk çıkarları için
değil, bir kaç kişinin kurtarılması için çalıştığı utanılması
gereken bir süreçti. Bu kadar insan yoksulluk yaşıyor, açlık ve
işsizlikle boğuşuyor. Bu kadar insan toplumda sorunlar yaşıyor.
Taşeron işçi var; tarlada, bağda, madende çalışıp emeğini alamayan
işçiler var. Sendikalı olmadığı için işten atılanlar var. Bunlarla
ilgili bir düzenlenme parlamentoya geldiği zaman anında gündemden
çıkarılıyor ama şikeden dolayı tutuklanmış birilerini kurtarmak
için gece gündüz çalıştılar. Biz bunu ilkesel olarak doğru
bulmadık, karşı çıktık, muhalefet ettik ve aleyhinde de oy
kullandık ama gücümüz yetmedi bunu durdurmaya. Çünkü biliyoruz bu
tür durumlarda Meclis'te de lobiler var. Kimseyi zan altında
bırakmak istemiyorum ama bu da gizli kapaklı bir olay değil. Spor
sektörünün özellikle futbolun muaazzam bir rantı var. Çok inanılmaz
paralar dönüyor. Bunun siyasetle de ilişkisi var. İstedikleri
yasayı parlamentoda lobi yaparak, yeri geldiğinde para ilişkisi
kullanarak çıkartabiliyorlar. Parlamento, milletin iradesi
dediğimiz ve kutsiyet atfettiğimiz bu mekan böyle işlere
bulaşmamalı. Biz buna karşı çıktık ve şike yapanları kurtaran
yasaya hayır oyu kullandık ve bugün de olsa aynı tavrı
sergileriz.
TRABZONLULAR ŞİKE SÜRECİNDE ÖTEKİLEŞMEYİ
HİSSETMİŞLERDİR
Trabzonsporlular şike süreciyle kendilerini
ötekileştirilmiş olarak hissettiler. Bu konudaki yorumunuz
nedir?
Çok haklılar tabii ki. Düşünün sizin ülkenizin parlamentosu, sizin
oy verip seçtiğiniz milletvekilleri sizin aleyhinize çalışıyor,
size haksızlık yapıyor, sizi ötekileştiriyor. Çaresiz hissederseniz
kendinizi. Biz bu ülkeye ait miyiz değil miyiz? Başbakan yanımızda
değil, meclis yanımızda değil, savcı-polis yanımızda değil. Bu
duyguyu biz çok yaşadık. Yani devlet her şekilde size haksızlık
yapıyor ama siz şikayet edecek bir yer bulamıyorsunuz. Yanınızda
Allah'tan başka kimseyi bulamıyorsunuz. Trabzonlular da bunları
herhalde hissetmiştir. Her Trabzonlu kardeşim yalnızlık ve
çaresizlik hissetmiştir ama şundan emin olsunlar Türkiye'nin bütün
ezilenleri birbirini anlar. Empati yaparlarsa bunu anlarlar.
Trabzon da yaşıyor bunu, Diyarbakır da, Edirne de, İzmir de,
Antalya da... Herkes bu duyguyu yaşıyor. O duyguyu birbirimize
karşı öfke yerine bir dayanışmaya çevirebiliriz.
FUTBOL KİRLİ BİR ALANA PEŞKEŞ
ÇEKİLİYOR
Siyaset futbol ilişkisinde silah tüccarlarının spor kulübü
başkanlığı yapmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Halktan insanlar, sıradan sporseverler spor kulüplerinde
olamıyorlar, olamazlar da. Asıl olması gereken tribündeki
taraftarların delege olup aday olduktan sonra yönetici
olabilmesidir. O futbol kulübünü canı gönülden destekleyen,
deplasmana giden, gece gündüz takımına katkıda bulunan taraftar
yönetici olamıyor. Şansı yok, eşitlik yok. Kim yönetici oluyor?
Parasal gücü kim elinde tutuyorsa, iktidarı kim elinde tutuyorsa,
kim Uluslar arası şirketle ortaksa onlar yönetici olabiliyorlar.
Size ait futbol kulübü, sevdalısı olduğunuz futbol kulübü o kulüple
alakası olmayan kişilerce yönetiliyor. Bu siyasi çıkarlar, ekonomik
ilişkilere alet ediliyor ve pazarlanıyor. Dolayısıyla futbol
sevgisi dediğimiz ve barışa hizmet etsin dediğimiz o alan kirli bir
alana peşkeş çekiliyor. Bundan herkes rahatsız. Biz de rahatsızız
eminim ki Trabzonspor taraftarları da rahatsızdır. Ben kişiler
üzerinden tartışmayı yürütmüyorum ama büyük futbol kulüplerinden
hangisinin yöneticisi işçi, emekçidir. Trabzon'da bir balıkçı, bir
emekçi Trabzonspor yöneticisi olabiliyor mu? Ya da çay bahçesinde,
fındık bahçesinde alın teri döken emekçi gönül verdiği bir kulübün
yöneticisi olabiliyor mu? Mümkün değil olamaz. O yüzden para
babaları geliyor parasını koyuyor ve katlarca fazlasını kazanıyor.
Büyük bir sektör. İddia sektörü var, şikeler var. Ona göre çok
büyük rantlar elde ediliyor. Futbol sektörünün kirlenmiş olması
topluma büyük zarar veriyor. Her sokağın başında kumar şeklinde
iddia bayisi var. İnsanlar evlerini orada kaybediyorlar. Öylesine
insanları sömürüyorlar ki hem kültürel olarak hem de ekonomik
olarak çöküntüye yol açıyor. Bu işin servetini de bir kaç kişi
kendi aralarında paylaşıyorlar.
GÜNEYDOĞU'DAN BİR TAKIMI SÜPER LİG'DE
GÖRMEK İSTERİM
Güneydoğu Anadolu'dan Spor Toto Süper Lig'de bir takım
olmamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben Hakkari milletvekiliyim. Benim kentimin bir stadyumu bile yok.
Vardı bir stadyum onu da yıktılar Spor Bakanlığı şimdi inşaat
yapıyor. Hakkari'nin daha üst liglerde temsil edilmesini isterdim.
Onlarda da adaletsizlik var. Anadolu takımları reklamdan yeteri
kadar pay alamıyorlar, devlet desteklemiyor, alt yapıları yok. O
yüzden başarılı olmaları çok zor. Bence her bölgenin Süper Lig'de
takımı olması lazım.
KÜRTLER TRABZONSPOR'A SEMPATİ İLE
BAKARLAR
Güneydoğu'da Trabzonspor'a karşı büyük bir sempati var.
Güneydoğu ile Karadeniz arasında yaşanan gerginlikler bir kopmaya
neden olmuş mudur?
Genelde ikinci takım Trabzonspor'dur. Anadolu'dan çıkan güçlü bir
takım herkes tarafından sempati görür. İnsanlar arasında kopma
değil ama karşılıklı olarak bir önyargı oluşmuştur. Zaman zaman
Karadeniz'de Kürt işçilere saldırılar oluyor Kürt oldukları için,
Kürtçe konuştukları için. Fındık ve çay için çalışmaya gidenlere
münferit saldırılar oluyor. Bu da karşılıklı olarak bir inanılmaz
duygu kırılmasına yol açıyor. Bunların telafisi daha fazla
birbirine dokunmakla oluyor. Bence Karadeniz insanı imkanı varsa
tatilini bir sene Antalya gibi yerlerde geçirmek yerine Mardin'de,
Van'da, Diyarbakır'da geçirmeli. Keza Güneydoğu'daki kardeşlerimiz
de Antalya'ya gitmek yerine bir yıl Karadeniz turu yapmalı. Bu
tatil, eğitim, iş, alışveriş, ticaret ile temas daha fazla olur.
İnsanlar birbirlerine dokunsunlar. Dokundukça bence bu ırkçılığın
azalacağını, korkuların ve kaygıların en az seviyeye düşeceğini
düşünüyorum. Karadeniz insanı Türkiye devrim ve demokrasi
mücadelesinde öncülük yapmıştır. Fatsa, Samsun, Trabzon... Şimdi
milliyetçi, ırkçı söylemle tanınır hale geldi. Bence bu Karadeniz
insanına haksızlıktır. Karadeniz insanı da bu ırkçı dalganın
herkese zarar verdiğini görmeli. Ben insanlar düşüncesinden
vazgeçsin demiyorum ama başka bir düşünceye hakaret etme, saldırma,
onları yok etme şeklindeki tutum başta Karadeniz insanı olmak üzere
herkese zarar verir.
ÖLEN DE BİZ ÖLDÜREN DE
BİZ
Trabzonlu bazı insanlar Selahattin Demirtaş son dönemde
bize olumlu bir görüntü verdi ama PKK ile olan ilişkisi kafamızı
karıştırıyorlar diyorlar. Bu konuda ne söylemek
istersiniz?
Benim PKK ile bir ilişkim yok. Evet PKK bu ülkenin gerçeğidir, 30
yıldır bu devletle çatışma yaşamıştır, 30 bin Kürt genci 15 Bin
Türk insanı bu çatışmalarda hayatını kaybetmiştir. Şimdi biz bu
saatten sonra o senin acın bu benim acım diyerek acıları yarıştıran
bir tutuma girmemeliyiz. Acıları ortaklaştıran bir bakış açısıyla
bu sorunu çözmeliyiz. Dağdaki PKK'lılar da dağdan inmeli, TSK da
orada bir savaş pozisyonu almaktan vazgeçmeli. Bizler sorunlarımızı
siyasetle, diyalogla çözebilmeliyiz. Bütün bu acıların içinden
gelmiş bir siyasetçi olarak savaşın bitmesi için uğraşıyorum,
acının bitmesi için uğraşıyorum. Biliyorum ki ölen biz öldüren biz.
Hep birlikte kaybediyorsak hep birlikte kazanacak bir yol
bulmalıyız. O da barışçıl, konuşarak çözüm üretmektir. Ben
Trabzon'daki kardeşlerime de bizi destekleyen, sempati duyan,
eleştiren herkese saygı duyduğumu belirtmek istiyorum. Bizim
oralarda il teşkilatlarımız yok o yüzden etkinlikler
düzenleyemiyoruz. Ama zannetmesinler ki gönüllerimiz birbirimize
uzaktır. Oradaki sıcak mesajları, selamları ben hissediyorum. Ben
de oradaki kardeşlerime sıcak mesajları, selamları sizler
aracılığınızla iletmek istiyorum. Oy verirler vermezler kendi
tercihleri saygı duyarım. Karadeniz'in her insanı mutlaka
değerlendirme yapıp kararını verecektir ama bizler barış ve
kardeşlik için uğraşıyoruz. Oydan daha kıymetli olan gönülden bir
duadır. Dualarını bizden esirgemesinler. Zor bir iş yapıyoruz.
Kardeşlik mücadelesi kolay iş değil. Her kesimden hem destek hem
eleştiri alıyoruz. Koltuk sevdamız ve bir kişisel kaygımız olmadığı
için gerçekten de kutsal bir çalışma yürüttüğümüz inancındayız.
Karadeniz insanının duası bizimle olsun. Bu bizim için şu anda
oydan, sandıktan, koltuktan daha önemlidir.