Demirkubuz: Oyumu HDP'ye vermeye mecburum!
Abone olÜnlü yönetmen Zeki Demirkubuz "HDP’li değilim ama oyumu HDP’ye vermeye mecburum" dedi.
Ünlü yönetmen Zeki Demirkubuz, politik tercihleriyle
iligli kritik açıklamalar yaptı. Demirkubuz "HDP’li değilim ama
oyumu HDP’ye vermeye mecburum. Yarın AKP’ye, MHP’ye bu kadar
haksızlık yapılırsa onlara da oy veririm" dedi.
Demirkubuz, Hürriyet'ten Çınar Oksay'a verdiği röportajda,
"Türk sinemasında Nuri Bilge Ceylan, Reha Erdem, Yeşim Ustaoğlu
gibi yönetmenlerle beraber bir devrim yaptığınız düşünülür"
sorusuna "Böyle bir şeye inansaydım, 'Ulan kitapsızlar, bu devrimin
lideri benim' deyip hepsine darbe yapardım. Tayyip Erdoğan’ın
AKP’de yaptığı gibi" diyerek çarpıcı bir ifadeye imza attı.
"HDP'Lİ DEĞİLİM AMA..."
Demirkubuz, Oksay'ın Kime oy vereceksiniz?"
sorusuna "HDP’ye. Birileri HDP bu ülkenin partisi
değilmiş, bu ülkenin yasalarıyla kurulmamış gibi davranır ve bana
kendini dayatırsa benim gibiler bunu kabul etmez. HDP’li değilim
ama oyumu HDP’ye vermeye mecburum. Yarın AKP’ye, MHP’ye bu kadar
haksızlık yapılırsa onlara da oy veririm." diye yanıt
verdi.
NURİ BİLGE CEYLAN'LA YILLARDIR KONUŞMUYORMUŞ!
Demirkubuz ayrıca, Nuri Bilge Ceylan'la 2006'dan beri konuşmadığını
açıkladı.
İşte o açıklamalardan çarpıcı satırlar:
(...)
Gezi duygusal bir onur hareketidir. Öyle bir hareket Türkiye’de
örgütlenebilseydi 1980 yılında 12 Eylül yerine, sosyalist devrim
olurdu. Daha iyi bir dünya uğruna örgütlenip, bunu kullanmaya
muktedir bir halkımız yok bizim. En fazla olabilecek şey
Gezi’dir.
"ABDULLAH GÜL'ÜN EVİ TAŞLANABİLİR"
Böyle giderse bir sene sonra mesela “Sen bizi yeteri kadar temsil
edemiyorsun” diye Abdullah Gül’ün evi taşlanabilir, Ahmet
Davutoğlu’na biri bir şey yapabilir. Bir sonraki aşama bu. Hukuk
bir kere bile delindiğinde artık olmayan, yalan bir şeydir. O
günlerde hukukun ırzına bir kere daha geçildi. Hürriyet gazetesi
‘gazetecilik’ yapmaya çalışıyor. Bu ülkede her ‘gazeteci’ bu
hükümetin uygulamaları aleyhine yazmak zorundadır. Çünkü bu hükümet
durmadan kötü şeyler yapıyor. O gün Sedat Ergin televizyona
çıktığında tesadüfen Ahmet Hakan’ı izliyordum. Adamın gazetesinin
kapısı kırılıyor, aşağıdan girdiler mi girmediler mi, haber
bekliyor. Ama Ahmet Hakan ortalığı yakıp yıkan insanları sadece
sağduyuya davet edebiliyor. Suç işleniyor kardeşim, ne sağduyusu!
Durum bu kadar trajik, bu kadar üzücü.
DEMİRKUBUZ'UN GÖZÜNDEN İKTİDARIN GİDİŞATI
Galiba ölümsüzlüğün sırrını buldular! Mesela Ahmet Davutoğlu’nu
artık tanıyamıyorum. Nasıl bu hale gelebildiğini açıklayabilir
misiniz sosyolojik açıdan? Yarın öleceğini bilen insanlar
tarafından kurulu bir dünya bu! Öleceğini düşündüğün zaman her şey
anlamını kaybediyor. Boynunda mezar taşınla gezmek gibi. Buna
rağmen insanlar Ali İsmail’i öyle katlediyorsa, çocuklar, askerler
ölüyorsa demek ki ölüm bilinci yok. Ya bir de ölümsüz olsaydık! Mad
Max gibi olacaktı herhalde. 50 yaşında, 60 yaşında birinin bir
ayağı çukurdadır. Ayağı çukurda adamlar, yarın bir kuruşunu bile
götüremeyeceği paralar uğruna böyle paranoid, şizofrenik bir hayatı
yaşamamıza nasıl göz yumabilirler? Bir başbakan birileri için
yapılan dövme, öldürme planlarına nasıl “Dost meclisinde söylenmiş
laflar” diyebilir? Küçücük bir çocuğun ölümüyle yetinmeyip,
annesine de acı vermeye çalışılmasını nasıl açıklayabiliriz?
Wes Craven filmlerinin en önemli teması, ‘return of the repressed’ mevzuudur. Yani ‘bastırılanın geri gelişi’. Dışadönük davranışlarımızı içimizde onaylayamazsak, süperego bu davranışı onaylatmaya yönelik hastalıklı bir zorlama yapar. Üzerinde kruvaze ceket varken “Ben kefenimle geziyorum” dedirtir mesela. Buna ne gerek var? Şehit cenazelerine gidiyorlar, yaşları gereği yaşıtlarının cenazelerine gidiyorlar. Birinin toprağa koyuluşuna, üstüne toprak atılışına baksınlar... Cenazeye gelmiş insanlara baksınlar. Herkesin eli bağlı, boynu bükük ve çaresizlik içinde. İnsan budur. “Fanidir, bugün var, yarın yoktur.” Mesele bu. Ellerimiz böğrümüzde, boynumuz bükük, çaresizliğimizi kabul ederek bir makam yaratabilmek... Çankaya’nın, Saray’ın üstünde bir makam. Ancak o zaman insanlıktan yana bir tarafa gelmiş oluruz. Birbirimizden daha az korkarız. Yoksa yoldaki adama “Şimdi silah mı bıçak mı çekecek”, polise “Beni mi vuracak” diye bakarak bir hayat nasıl yaşanabilir?