Demirelin Nurcu mektubu
Abone olBediüzzaman'ın risalelerini köy köy dolaşıp toplayan Necmeddin Şahiner, yaşamını anlattı.
‘Tabii çok genciz o zamanlar. Yakışıklıyız. 1963 senesinin bahar
ayları. Babam marangoz olduğu için, şahane bir cep aynası
yaptırmışım. Bir sabah saat 6’da babamın dükkânından alıp
götürdüler beni Emniyet’e. Devamlı su döküp, vurup vurup suda
yürüttüler. 8 saat boyunca falakaya yatırdılar. Kafam, ayaklarım,
vurmadık yer koymadılar. Her tarafım mosmor oldu. O sopalardan
dolayı cebimdeki ayna tuz-buz olmuştu. Bunları anlattım hâkime. O
paramparça olmuş aynayı da götürüp masasına koyunca hâkimin gözleri
doldu, ağlayacaktı. ‘Gel evladım’ dedi. Ben çıktım hâkimin
masasının yanına. ‘Şimdi seni annene göndereceğim. Ama buradan
çıkınca öyle arkadaşlarına gitmek yok. Doğru annenin yanına
gideceksin’ dedi. Ben ‘Peki’ dedim.”
Araştırmacı-yazar Necmeddin Şahiner’i bu sürece taşıyan olay, onun
1961’de Said Nursi ve Risale-i Nur’ları tanımasıyla
gerçekleşir.
8 Ekim 1943’te Gaziantep’te doğan Şahiner’in, Antep’te tahsilini
yaptığı Cumhuriyet İlkokulu’nun ikinci sınıfından itibaren müthiş
bir gazete okuma merakı vardır. Özellikle 1958’lerden itibaren
cebinde ne kadar parası varsa hepsiyle gazete alır. O yıllarda her
gün Said Nursi ve Nurculuk üzerine yayınlar sıklaşmıştır. 500 sene
önceki Fatih Sultan Mehmet devrinin kıyafetiyle gazetelerde yer
alan Said Nursi’nin fotoğrafları da Şahiner’in dikkatini çeker.
1960 İhtilali’nden sonra da Nurcular ve Said Nursi konusu
gazetelerin sayfalarından düşmez. Bediüzzaman, bu sefer kabri ile
ilgili tartışmalarla gelmektedir gündeme. Şahiner de bu yazıları
aksatmadan biriktirir: “Nurculuk, Türkiyemizin en büyük
hadisesidir. 50 yıl boyunca Türkiye’de mahkeme, polis baskını,
karakol, dayak, sürgün, hapis, say sayabildiğin kadar... Bilhassa
1935-1985 arasında hava raporu gibi, haftanın 4-5 günü ‘Nurculuk,
Said Nursi, ayin yaparken...’ yazıları çıktı. O yıllar arasında en
çok aleyhte yazan gazete Cumhuriyet. Fakat 1983’te Cumhuriyet
gazetesi 350 bin liraya Risale-i Nur’un reklamını yaptı.
Bediüzzaman Said Nursi büyük bir İslam âlimidir. Risale-i Nur
Kur’an tefsiridir diye. Bundan sonra sosyeteden yüzlercesi Risale-i
Nur almak istedi, bu kitapları yasak zannediyorduk. Şimdi
Cumhuriyet gazetesinde reklâmı çıkıyor diye.”
UÇURUMUN EŞİĞİNDEN DÖNDÜM
Böylesine bir haber bombardımanı içerisinde Necmeddin Şahiner, Said
Nursi’nin kim olduğunu merak ederek 1961’de ortaokul arkadaşı Nazım
Gökçek’in evine gider. Bediüzzaman’ın hayatını anlatan bir kitap
ister ondan. İlk baskı Tarihçe-i Hayat’taki Üstad’ın resimleri ile
başlayan şaşkınlığı ve hayreti merhum Ali Ulvi Kurucu’nun şiirsel
önsözü ile onu kalbinden yakalar. Hayatının dönüm noktası olur bu
safha: “Çünkü 15-16 yaşlarında müthiş bir heyecan, heva, heves...
Allah muhafaza içki, zina, kumar çok dehşetli büyük günahlar.
Bunların eşiğinden döndüm. Risale-i Nur’u okumakla, hamdolsun bu
fenalıklara bulaşmadık. Tam o yaşta bunlara başlamak üzere
idim.”
Bu dönemde biraz futbol oynayan ve sarı kırmızı renklere alaka
duyan Şahiner, 1960’ta ‘damarlarımı kesseniz sarı kırmızı renk
fışkırır’ dahi demektedir. O yıllarda onun bildiği üç takım vardır,
renkleri sarı kırmızı olan: “Antep’te Şehreküstü, İzmir’de Göztepe,
İstanbul’da Galatasaray. Çok merak ediyorum sporu. Sarı kırmızı
renkleri çok seviyorum. İşte Risale-i Nur sarı-kırmızı. Ben
Risale-i Nur arıyormuşum, öyle bir çıkmaz sokağa girmişim.
Futboldan soğuyan Şahiner, bir süre de okulda koşu yapar. Birinci
gelir ancak bugünkünden çok daha kısa şortla koşması istendiğinden
onu da bırakır.
TÜRÜN PAŞA: SUÇ ALETİ TAKKE VE TESBİH
Risalelerle tanıştıktan sonra Antep Lisesi’nden 21 arkadaşı ile
Yenicami’de toplanıp kendi aralarında risale okuma programları
yaparlar. Bu derslerden birinde polis tarafından baskına uğrarlar!
Yaptıkları, sadece risale okumaktır. Necmeddin Şahiner, buna benzer
bir olayı, 1971’de, Ankara’da tanışıp elini öptüğünü söylediği, 12
Mart döneminin önemli paşalarından Faik Türün’den dinlemiştir:
“1971 yılında İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Faik Türün Paşa’nın
Ankara’da, Kavaklıdere’deki evinde zorla elini öptüm. O anlatmıştı.
‘Selimiye’de’ diyor ‘bir gün 15-25 yaşlarında delikanlıları
getirdiler. ‘Bunları nereden getirdiniz?’ diye sormuş. ‘İşte, ayin
yaparken alıp getirdik’ demişler. Paşa bu sefer ısrarla ayin
kelimesini sormuş. Bunlar da ‘ayin’ demiş başka bir şey
diyememişler. Bu defa paşanın tepesi atmış. ‘Peki suç aletleri
nerede?’ demiş. Onlar da suç aleti olarak poşetlerin içinde tespih
ve takke getirmişler. İşte 50 yıldır ‘Nurcular ayin yaparken
yakalandı’ türünden yayınlar yapıldı. Halbuki, okumasını bilen
birisi risaleleri, yani Kur’an’ın bir tefsirini, yorumunu okuyor,
5-10 kişi de dinliyor. O kadar. Türkiye’yi 50 yıl bununla
uğraştırdılar.”
Necmeddin Şahiner, 21 arkadaşıyla basıldıktan sonra, Antep
Lisesi’nden “Bu çok tehlikeli bir gericidir. Nurcudur.
Arkadaşlarını camiye götürüyor, Risale-i Nur okutuyor onlara. Antep
ve civarında okuyamaz” diye bir tardname ile belki bin yıldan yana
ailesinin yaşadığı Antep’ten, bizzat valilik kararı ile
uzaklaştırılır: “Babam ‘Her talebenin takdirnamesi olur. Sen de
tardname aldın oğlum’ dedi. Ben de ‘Baba ben bir pislik yapmadım.
Namaz kılıyorum. Bir de Risale-i Nur gibi ‘Bismillah her hayrın
başıdır. Biz dahi onunla başlarız’ diyen Kur’an-ı Kerim’in yorumunu
okuyoruz’ dedim. O da oğlum sen namazını kıl, orucunu tut, Kur’an
oku. Başka bir şeye karışma’ dedi. Çok kızdı babam. Küçükken beni
hafızlığa gönderdi. Sonra, doktor, eczacı, mühendis olayım da
istedi. Ben tabii edebiyatı, müziği, yazı yazmayı çok
seviyordum.”
Edebiyat, kompozisyon ve müzik derslerinde başarılı olan Şahiner,
Lise 1’de bu derslerden sınıfta bırakılır. Tüm bu yaşadıklarından
sonra, o sıralarda Paris’te, NATO’da görevli dayısı Kurmay Albay
Mehmet Ali Tokatlı’ya bir mektup yazar. Albay Tokatlı, Japonya,
ABD, Fransa ve İngiltere gibi ülkelerde görev almış ve MİT adına
çalışmış birisidir: “Dayım beni çok sever, o kadar yeğeni içinde
beni yanında dolaştırırdı Antep’e geldiğinde. Benim kitap, gazete
merakımı da bildiği için ‘Necmi ben seni Antep’te bırakamam, yanıma
almam lazım’ derdi. Bu hadiseler olunca Paris’e mektup yazdım. Ben
bir Allah diyorum bir de dayım... Çünkü eğer bir yerde dayın varsa
işin iş...”
İLHAN SELÇUK ŞAHİNER’LE İLGİLENİYOR
Dayısının çağrısı üzerine Necmeddin Şahiner, hemen Fındıklı Toros
Ekspresi’ne atlar, İstanbul’un yolunu tutar: “İstanbul Milli Eğitim
Müdürü Halis Bey ve İlhan Selçuk Volkswagen arabası ile dayımın
Kadıköy Mühürdar’da, Dr. Şakir Paşa Sokak Nur Apartmanı’na geliyor.
Antep’ten Nurculuktan kovuluyoruz, İstanbul’da Nur Apartmanı’nda
kalıyoruz. Dayım İlhan Selçuk’un çok yakın arkadaşı. Mesele biziz.
Dayım ‘Bana yardım edin. Bu Necmi’yi Nurculuktan kurtaralım’
diyor.”
Necmeddin Şahiner burada Pendik Lisesi’ne kayıt yapılır: “Pendik
Lisesi’nde İlhan Selçuk’un ablası veya baldızı benim velim oldu.
Antep Lisesi’nden Nurcudur diye kovuldum ama İstanbul’da işlerim
yolunda gidiyordu. Kurmay Albay Mehmet Ali Tokatlı deyince Necip
Fazıl Kısakürek rahmetliden tut Çetin Altan, İlhan Selçuk hepsi
‘emret albayım’ diyor. Allah’ın böyle acayip işleri oluyor
dünyada.”
Necmeddin Şahiner, annesi Hacı Beşire Hanım tarafından aslen
Tokatlı bir aileye mensuptur. Soyadları da buradan gelmektedir
zaten. 129 Osmanlı şeyhülislamının altısının çıktığı Tokat’tan
500-600 sene kadar evvel gelip Antep’e yerleşmiş Abdülkadir isimli
bir kadıefendinin soyundan gelen Tokatlı ailesinin Antep’te
beş-altı tane de köyleri vardır.
DAYISI MEHMET ALİ TOKATLI
Şahiner’in baba tarafı aslen Orta Asyalı ve Oğuzların Afşar
obasının Torunoğulları kolundandır. Dedelerinden biri, birkaç kuşak
öncesinde Bedesten Şeyhi olarak bilinen Mehmet Efendi, Necmeddin
Şahiner’in dedesinin dedesidir. Mehmet Efendi’nin oğlu Molla
Mustafa, onun da oğlu yine Bedesten Şeyhi olan Osman Efendi’dir.
Bunun oğlu ise Necmeddin Şahiner’in de babası olan ve marangozluk
yapmış Mehmet Usta’dır. Ona da babası ve dedelerinin unvanından
dolayı Şeyh Mehmet Usta, yani marangozların şeyhi derlermiş
arkadaşları.
Kimlikteki ismi sadece Necmi olan Şahiner, işte bu Mehmet Usta ile
Beşire Hanım’ın üçü kız, altı çocuğundan biri olarak dünyaya
geldiğinde yıl 1943’tür. Necmeddin ismini ise daha sonra Said
Nursi’nin talebelerinden Zübeyir Gündüzalp verecektir
kendisine.
Dayısı Mehmet Ali Tokatlı ve İlhan Selçuk’un, onu Risale-i
Nur’lardan uzaklaştırma çabaları boşa çıkınca Necmeddin Şahiner
bildiği yolda devam eder.
Antep’te iken, dayısına yazdığı mektupların yanında Zübeyir
Gündüzalp ile Erzurum’da yaşayan ve Hareket ile İttihat
gazetelerini çıkaran Mustafa Polat’a da yaşadıkları ile ilgili
mektuplar ulaştırır: “Zübeyir Ağabey, gazetede yayımlandığı için o
yazılardan dolayı öyle bir bağrına bastı ki beni. Gittiğim zaman
zaten masasında, gazetelerde çıkmış, çoğaltılmış mektuplarım vardı.
Bir anda Zübeyir abi benim huyumu, mizacımı sanki A’dan Z’ye babam
gibi biliyordu.”
Zübeyir Gündüzalp, hemen, Şahiner’in önüne, içinde belgeler olan
dosyalar koyar. Ondan bunları tanzim etmesini ister. Şahiner de
zaten meraklı olduğu için bu işi seve seve yapar. Ve izin isteyerek
o dosyalardan birini kendisine ayırır: “Zübeyir Ağabey bana ‘Kardeş
bu dosyanın üzerine ‘bu dosya Ceylan Çalışkan’a aittir’ diye yaz’
dedi. Dosya polisin eline geçerse Ceylan Çalışkan’ı arayacak
emniyet. Ceylan Çalışkan nerede? Emirdağ kabristanlığında. Zübeyir
Ağabey’deki tedbir. Fakat Kur’an, iman nurumuzu çok kötü bir -haşa-
silah kaçakçılığı gibi o şekle sokturdular mecburen.”
Şahiner, Gündüzalp’in yanından ayrıldıktan sonra Antep’e döner.
Okullar açılacağı zaman İstanbul’daki Vefa Lisesi’ne başlar. Çünkü
o, Antep Lisesi’nden uzaklaştırıldıktan sonra geldiği Pendik
Lisesi’nden mezun olmamıştır. Önce hizmetlerine devam etmek için
Adıyaman Lisesi’nde, ardından Urfa’da ve nihayet İstanbul Vefa
Lisesi’nde eğitim görür. Ve buradan mezun olur ancak. Ardından
hemen üniversiteye adımını atar. 1967’de İstanbul Üniversitesi Türk
Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne girer. Zübeyir Gündüzalp, o zaman da
cebindeki harçlıktan kahvaltısına kadar her şeyiyle alakadar
olur.
Görür görmez İstanbul’a âşık olduğundan, üniversiteyi de burada
okumayı tercih eden Şahiner, Barla’ya da öyle vurulmuştur: “Barla
da İstanbul’a benzer. Göl, çam dağları, cennet gibi. Üstad’ı güya
zulüm için oraya göndermişler ama tam yazı yazacağı yermiş orası.
Halıcılık demek Isparta demek. Dolayısıyla mühendislik işidir. Ve
Ispartalılar da Urfalılar gibi kuvvetli yazı yazıyor. Üstad’ın da
yazıcılara ihtiyacı var. Risale-i Nur’un dört ana kitabından üçünü,
Sözler, Lemalar, Mektubat’ı Üstad Barla’da yazıyor.”
Üniversiteye adımını attığı dönem, öğrenci eylemleri açısından
şanssız bir dönemdir. Fakat o, yolunu tayin ettiği için bu
hadiselerin içinde yer almaz ama gözlerinin önünde vurulan
öğrencileri de asla unutamaz: “Türk Dili ve Edebiyatı’nın
karşısında felsefe, sosyoloji bölümü var. İşte genç arkadaşlardan
birini kafasından kurşunladılar. Kafasından musluktan fışkırır gibi
kan aktı.”
GÜNDÜZ HAYALİNDE GECE RÜYASINDA
Necmeddin Şahiner, özellikle bölüm hocalarının, o dönemde, Türk
dili ve edebiyatının zirvedeki şahsiyetleri olduğunu ifade
etmektedir bugün. Bediüzzaman’ın talebelerinden Müküslü Hamza
Efendi’nin eniştesi olan Ali Nihat Tarlan, yine Faruk Kadri
Timurtaş, sonra Mehmet Kaplan: “Bunlarla Üstad mevzuunu çok
konuşurduk. Mehmet Kaplan çok müspet şeyler anlattı. 1985’te, daha
sonra kitap halinde yayımlanacak ‘Nurculuk Nedir?’ anketini
yaparken ben ısrarla ‘Hocam bu söylediğiniz, ‘Bediüzzaman Said
Nursi Büyük İslam âlimidir. Risale-i Nur Kur’an-ı Kerim
tefsiridir.’ bunları yazın, altına da Prof. Dr. Mehmet Kaplan diye
imzalayın bana verin’ dedim. O da ‘Ahh’ dedi ‘sen yok musun? Benim
başımı derde sokacaksın.’ Ben de ‘12 Eylül 1980 darbesinin
üzerinden beş yıl geçti, bir şey olmaz’ dedim. Bunun üzerine o da
‘Kenan Evren’in danışma kurulu üyesiyim’ dedi. Karşımıza makam,
mevki çıktı ve bütün ısrarıma rağmen o iki satır yazıyı bana
vermedi. Üç gün sonra gazetelerde okuduk Mehmet Kaplan rahmetli
oldu diye.”
Said Nursi ile risalelere dair bilgi, belge, eline ne geçerse
toplamaya merakı olan Şahiner, daha sonra kapsamlı bir çalışmaya
dönüşecek Son Şahitler’le ilgili ilk adımı, Bediüzzaman’ın talebesi
Yüzbaşı Refet Barutçu’nun hatıralarını dinleyerek atar. Yüzbaşı
Refet Bey, Vefa Lisesi öğrencisi Şahiner’in de aralarında bulunduğu
kişilere, Beşiktaş’taki Vişnezade Camii yanında bir dersaneye gelip
Bediüzzaman’ı anlatmaktadır o yıllarda. 1964’te bu alanda başladığı
çalışmalarına, aradan 40 yıl geçmesine rağmen hâlâ doyuma
ulaşamamış bir vaziyette devam eden Necmeddin Şahiner, Son Şahitler
için Türkiye’yi dağ dağ, köy köy, doğudan batıya dolaşır, hem de
imkansızlıklara rağmen.
Son Şahitler nevinden tespit ettiği isimlere ulaşabilmek maksadıyla
kendine has yöntemler uygular: “Yani Milli İstihbarat, polis filan
halt etmiş. Gündüz hayalime gece rüyalarıma giriyor. Böyle Üstad
omuzlarımın üzerinde. Acayip oluyor. Heyecanla ter içinde
kalıyorum. Antep’te rüyaya diş derler. ‘Sevdiği iş gece dişine
girmesi lazım’ diye. Bu nur hizmeti de böyle. Samimiyet, muhabbet,
sevgi olması lazım. Yoksa para ile makamla yapılamaz bu işler.”
Aradığı ismi bulduktan sonra gerisi kolaydır onun için. Telefon
veya mektupla ilgili zata ulaşmaya çalışır. Bir seferinde, İstanbul
Fatih’teki telefon kayıtlarını inceler ve aradığı isimde tam 73
kişi olduğunu tespit eder. Bıkmadan, usanmadan hedefine ulaşmaktır
amacı. Listedeki ilk numarayı çevirir. Ve daha fazla uğraşmasına
gerek kalmadan, aradığını bulmuştur. Necmeddin Şahiner’de bu
neviden yaşanmış çok hatıra vardır: “Mesela Pendik’te, Emirdağ
Çarşı Camii İmamı Hafız Nuri Güven Efendi’yi arıyorum, sokaklarda,
çarşılarda. Bir otelin önünde bir ihtiyar oturuyor. Gittim sordum
‘Böyle böyle bir zatı arıyorum. Siz acaba böyle bir zatı tanır
mısınız?’ dedim. Adam ‘O benim’ dedi.”
İşte bir başkası daha: “Denizli’de Hasan Feyzi Ağabey’in oğlu
Fikret Yüregil’i arıyorum. Dediler bir ayakkabı tamircisi o.
Tamirhanesini buldum. Yanımda Denizlili bir genç var. Bana yardım
ediyor. Ayakkabı tamirhanesine bir levha asmış. ‘Dükkanda yoksam ya
camide, ya parkta, ya da kahvehanedeyim’ diye. O levhayı görünce bu
üç yere doğru daracık sokaklardan yürümeye başladık; ama ikimiz de
adamı tanımadığımız için görsek de anlamayacağız. Tam o esnada 70
yaşlarında birisi, dar sokakta, sol koluma sürtünerek geçti. Bir
anda kolumda bir cereyan oldu sanki. Ve ben gayriihtiyari, adama
doğru dönerek ‘Fikret Ağabey’ dedim. Adam döndü, kucaklaştık.
Allah’ın inayeti. Allah’a şükür. Yani meseleniz Kur’an,
İslamiyet’in nuru olduğu için hep Allah, melekler yardım ediyor
insana. Üstad’ın himmeti oluyor.”
KURTALAN DAĞLARINDA BELGE PEŞİNDE
Şahiner’in, ulaşmak için üzerinde çok uzun yıllar uğraştığı kişiler
de olur: “Albay Hulusi (Yahyagil) Bey, nasıl sualleri ile
Mektubat’ı yazdırmışsa Üstad’a, Yüzbaşı Refet Ağabey de öyle. Refet
Ağabey de Üstad’a yönelttiği soruları ile meşhur. Üstad onun için
‘Meraklı kardeşim, sual sormakta çalışkan, yazı yazmakta tembel
Refet Bey’ diyor. Refet Ağabey Üstad’a, bir mektupta ‘sana ilk defa
Bediüzzaman kim dedi?’ diye soruyor. Üstad ‘Siirtli üstadlarımdan
Molla Fethullah ders esnasında beni Bediüzzaman-ı Hemedani’ye
benzetti’ diyor. ‘Sen de Bediüzzaman gibisin. Her meseleye cevap
veriyorsun’ meal ve manasında Üstad’ın Refet Ağabey’e bir mektubu
var. Yıllar evvel o mektubu Altunizade’de iken Fethullah Gülen
Hocaefendi’ye verdim. Şimdi belki 15 yıl bu Siirtli Molla
Fethullah’ı aradım. Kaç defa Batman’a, Siirt’e gittim, o Doğu’daki
dehşetli günlerde. Maalesef ben orada yapılana kardeş harbi
diyorum. Sene 1990’lar. O yıllar çok dehşetli idi. Hayatımda öyle
silahlar görmemiştim. Batman’da halen hayatta, Mirza Ağabey’in
arabası ile Kurtalan’ın dağda bir köyüne gidiyoruz, Molla
Fethullah’ı sormak için.”
-Tehlike oldu mu sizin için?
“Önümüzden geçtiler. Beni götüren kardeş ve ağabeyler limon gibi
oldu. Benim hiç aldırdığım yok. ‘Cahil cesur olur’ derler ya. Hatta
Mirza Ağabey’e takılırım ‘Ya o gün ne haldi?’ diye. O da yemin eder
ki bana ‘Rengimiz limon gibi olduysa sırf senin için.’ Ben de
‘Allah bizimle beraberdir. Biz Kurtalan’a, o dağlara niye gelmişiz,
Allah biliyor’ derim. Hamdolsun, yani 40 yıldır durumumuz
böyle.”
Necmeddin Şahiner, Molla Fethullah’ın akrabalarından olan şeyhi
bulur. Şeyhin çocukları jandarmaya haber vermek ister, fakat şeyh
engeller. Ve bilgi de alamadan köyden ayrılırlar.
Bir başka hadisede de, 1980’den önce, komünist olmuş bir imamda
Bediüzzaman’ın, 12 yaşında iken notlarını tuttuğu ders defteri
olduğu haberini alır Şahiner. Said Nursi, o yaşta, notlarından
anlaşıldığına göre, ömrü sanki hep öyle geçecekmiş gibi gurbetten,
ayrılıklardan bahsetmektedir hep. 1977 başında, karlı bir günde
İstanbul’dan yola çıkan Şahiner, 30-40 saatlik otobüs yolculuğundan
sonra Bitlis’e varır: “Adamın evinde, duvarda asılı Üstad’ın
kalpaklı, gelirken pasaportu için çektirdiği resmi var. Adam bize
müthiş bir ziyafet çekti. Ve istediğim defteri de verdi. Döndüm
İstanbul’a. Aradan birkaç ay geçti, baktım komünistlerin
Müslümanlara, milliyetçilere hakaret kelimeleri ile yazılmış, ağza
alınmayacak küfürlerle bezenmiş bir mektup... ‘Sen geldin benim
evime de defterimi götürdün de filan’ diye. Defteri istiyor. O
zaman daha fotokopi yoktu Türkiye’de. Ben de defterin sayfa sayfa
fotoğrafını çektirdim ve postayla gönderdim. 5-10 sene evvel yine
oralara gittiğimde sordum. 12 Eylül 1980 arifesinde öldürmüşlerdi o
zavallıyı.”
KÜRSÜYE SIKIŞTIRILMIŞ RİSALE PARÇALARI
Şahiner, ‘bu önemsiz deyip’ hiçbir belgeye ulaşmazlık etmez.
Meseleyi dava gözüyle gördüğü için muhakkak netice elde edeceğini
düşünerek, hiç üşenmeden çıkar bütün bu yollara. 36 saatte
İstanbul’dan Van’a ulaşan Şahiner, Temmuz-Ağustos aylarında bile
karlı olan Başit Dağı’nın eteklerine doğru yol alır. Sene 1977’nin
kış günleridir. Başit Dağı’nın eteklerinde bir köyde,
Bediüzzaman’ın ‘Ben bunu bir Cuma gecesinde ezberledim’ diye el
yazısı ile iki satır not düştüğü Cemmü’l Cevami kitabına ulaşmak
için bunca yolu kateder: “Jeep gidemiyor karda. Bir hocaefendide
bulduk o kitabı. Bize sadece bir talebesi ile Van’a kadar kitabı
müsaade etti. Orada kitabı fotoğrafladık.”
Risale-i Nur’un orijinal nüshalarının üçte ikisinin çıktığı
Barla’da bulunan ‘hazinenin’ hikâyesi de oldukça ilginçtir: “1970
yılıydı. Biz İstanbul Üniversitesi’nden öğrenciler, şimdi profesör
olan Albay Nevzat Tarhan da dâhil Barla’da Risale-i Nur okuyoruz.
Ankara’dan da 6-7 üniversite talebesi geldi. Onlardan yine Nevzat
isminde bir kardeş, vaaz kürsüsünde küçük bir delik gördü ve o
delikten bir kâğıt çekti. Kâğıdı getirdi bana. Yıllar var ki böyle
olur. Üstad’a dair kim bir kâğıt bulsa bize ulaştırır. Bu,
kitaplarımız çıkmadan önce de böyleydi. Baktım yazılara, Üstad’ın
el yazısı. Mektubat’ta bir tavuğun iki yumurta yumurtlama hadisesi
var. O bahis.”
Necmeddin Şahiner, hazine bulmuşçasına hemen iki arkadaşının
kulağına da olayı fısıldar ve ertesi gün herkes dağlara risale
okumaya gittiğinde onlar mescidi, özellikle de kürsüyü didik dikik
eder: “O kürsüde cam kırıkları, kireçler, çimentolar, çiviler ve
mektuplar, küçük küçük risaleler, öğrencilerin el işi kağıtlarının
arkalarına yazılmış Üstad’ın yazıları çıktı.”
Yine o zamanlar, İkinci Lema’da adı geçen Muhacir Hafız Ahmet’in
gelini, Necmeddin Şahiner’e gelerek, çocuklarının kötü
alışkanlıklardan uzak durması için onlarla ilgilenmesini talep eder
ondan: “Tamam deyince koynundan bir havlu çıkardı. Gelin olurken
Üstad’a bazı hediyeler götürmüş. Üstad da kendisine abdest
havlusunu hediye etmiş. O hanım akşam bizim gibi üniversite
öğrencilerine yemek verdi. Yemek sırasında önüme bir bohça
indirdi.”
-Ne çıktı bohçanın içinden?
“Risale-i Nur’dan Sözler, Lemalar, Mektubat. Topladığım ana malzeme
onlardan çıktı. ‘Bunlar senindir’ dedi o hanım.”
NUR ÇOCUKLAR SERİSİ
Şahiner, bu sefer hakikaten ‘hazinenin’ içine düşmüştür. Ertesi gün
Çam Dağı’na risale okumaya gidilecektir. Fakat o, hazinesini
bırakıp da gitmeye yanaşmaz. Bir an önce İstanbul’a gitmek ister. O
sırada, Şemsettin Akbulut, ‘hazineyi’ Çam Dağı’na kadar 4 saat
gidiş, 4 saat geliş kendisi kucağında taşıyacağını söyleyerek
Şahiner’in ayrılmamasını ister. Akbulut dediğini yapar. Şahiner de
bir süre sonra ‘hazinesini’ alıp İstanbul’un yolunu tutar ve onları
Risale-i Nur deposu olarak kullanılan Balat taraflarındaki bir yere
yerleştirir. Fakat deponun anahtarının bulunduğu zata
güvenmediğinden çok tedirgindir. Daha fazla dayanamaz, emanetini
alır depodan. Sonradan haklı da çıkar. Deponun anahtarının
bulunduğu zat, bir gecede depoyu boşaltıp kayıplara
karışmıştır.
Üniversiteye başladığında öğretmen veya yazar olacağına dair
düşünceler taşımayan Şahiner’in kafasında bir tek şey vardır:
Bediüzzaman’a ve risalelere ait ne bulursa toplamak. Bulduklarını
da İttihat Gazetesi’nde yayımlar. Bu çalışmalardan biri
Kestanepazarı’nda Kur’an ve risale okuyan öğrencilerle yapılmış
röportajlardır. Bu çalışma Nur Çocuklar adıyla anonim olarak, 1974
yılında yayımlanır: “Bir gün, Hekimoğlu İsmail Ağabey benim
kaldığım yere gelmek istediğini söyledi. ‘Buyur gel ağabey’ dedim.
Kütüphaneme baktı. Bir dosya vardı, Üstad’la ilgili belge, hatıra,
resimlerin olduğu. Onu alıp inceledi ve ertesi gün buna bir önsöz
yazayım müsaade edersen ve basalım bunu’ dedi. Ben de ‘Üstad için
çok eksik ağabey’ dedim. O da ‘Yok, fevkalade bir çalışma’ dedi. Ve
Bilinmeyen Tarafları ile Said Nursi kitabı öyle yayımlandı.”
1974’te 400 sayfa basılan ve bugün 49 baskı yapan kitap, ilavelerle
500 sayfaya çıkartılır.
1972’de üniversiteyi bitiren Şahiner, artık kendini bu işlere
adamıştır. İlki, çeşitli vesilelerle bekletildikten sonra ancak
1977 yılında basılan Son Şahitler’in dört cildi satıştadır. Son
cildi de hazırdır ancak yayımlanmayı beklemektedir henüz.
Şahiner, bütün dolaştığı yerler ve görüştüğü kişilerden edindiği
bilgiler ışığında tecrübe eder ki, risaleleri o yıllarda muhafaza
etmek oldukça zordur. Bediüzzaman’ın talebelerinden, ailelerine
intikal eden bir kısım emanetler toprağa gömülerek muhafaza
edilmişken bir kısmı da yine o karanlık dönemlerde, yakılmak
suretiyle gün ışığına çıkamadan zayi olur.
BEKAR MEŞHURLARI KİTAPLAŞTIRDI
Uzun yıllar evlenmeyi düşünmeyen, hatta bu uğurda Hz. İsa’dan
Bediüzzaman’a kadar bekâr meşhurları kitap konusu yapan Şahiner, 33
yaşına geldiğinde evlenir. 4. Murat zamanında Antep’te yaşamış,
burada cami ve türbesi olan, yazılı eserler geride bırakmış Şah
Veli Hazretleri’nin torunlarından Emel Hanım’la hayatını
birleştiren ve Said ile Enes adında iki çocuğu bulunan Şahiner,
askerliğini de 1976’da, toplamı dört ayı bulmayan kısa dönem olarak
yapar.
Necmeddin Şahiner’i hayatı boyunca en çok etkileyen hadiselerden
biri 1975 yılında gerçekleşir. Hatta Şahiner, kendi ifadesine göre
çarpılır: “1975’te, Üstad hakkında ileri geri yazanlar dâhil
aydınlara gittim. ‘Said Nursi’yi tanıyor musunuz? Onun gaye-i
amaçları ne idi? Said Nursi ile talebeleri ile konuştunuz mu?
Risale-i Nur neden bu kadar çok yayılıyor?’ gibi sorular soruyorum.
Ama sonuç maalesef sıfır. Sadece Cemil Meriç... Nur içinde yatsın.
Çarptı beni. Şaştım kaldım. İki gözü de görmüyor ve ‘Ah evladım’
dedi ‘senin bu sorduğun soruları ben bilmiyorum ki. Ama sen bana
gelirsen, perşembe günlerini sana ayırırım. Okursan biz de
dinleriz. Sayenizde hazret ne demiş onu öğreniriz’ dedi. 13 yıl
Cemil Meriç’in Göztepe’deki evine devam ettik.”
Şimdi biraz geriye gidelim ve Şahiner’in 150 aydına sorduğu
sorulara aldığı cevaplardan oluşan Aydınlar Konuşuyor çalışmasının
ortaya çıkış sürecine bir bakalım.
1966’da, İsmet İnönü, başvekilliği kaybetmesinin faturasını
Süleyman Demirel’li Adalet Partisi’ni desteklediğini öne sürdüğü
Nurculara keser. İnönü, o konuşmasında, ‘Nursi okuma yazma bilmeyen
bir cahildi’ der. Yine aynı konuşmasında, ‘Nursi, Volkan
Gazetesi’nde yazdığı yazılarla 31 Mart’ı körüklemiştir’ diye de
ilave yapar. Bunun üzerine gazetelerde yine bir Nurculuk fırtınası
eser. Vehip Sinan da İnönü’nün bu basit çelişkisini karikatürize
ederek iki kişiyi konuşturur. Biri İnönü’nün söylediği bu sözleri
ifade eder ve ‘Allah Allah hem cahil hem de yazdığı yazılarla 31
Mart’ı körüklemiştir. Bu nasıl oluyor?’ der. İkinci kişi de
‘Bediüzzaman’ın kerametidir’ diye cevap verir. İnönü, aynı
konuşmasında bu defa AP Başkanı’nı hedef seçerek ‘Demirel Said
Nursi’nin halifesidir. Değilse ‘Ben halife değilim desin’ der.
Süleyman Demirel de İnönü’nün ihtiyarlığını gündeme getirir. Bütün
bunların üzerine tarihçi Cemal Kutay, yayımladığı Tarih
Sohbetleri’nin 5. ve 6. ciltlerinde ‘Vur fakat dinle’ başlığıyla
Said Nursi kimdir diyerek şu bilgilere yer verir: “Said Nursi,
elinde bir bohça, diyar diyar sürgüne gönderilen, sürgünlerden
memleket hapishanelerine atılan bir ihtiyar Kur’an hocası. İsmet
İnönü, paşalık, generallik, başvekillik, cumhurbaşkanlığı yapmış
bir kimse. Şimdi bu İnönü kalkıp, elinde bir bohçası ile bir sepeti
olan kimseden şikâyet ediyor. Bunun talebeleri beni mağlup etti
diyor. Ya Rabb, ne anlaşılmaz bir muamma içindeyiz. Bu problemi
nasıl çözeceğiz?” Kutay, Yunus’un şiirleri ile konuyu bağlar ve
‘Bir övez bir kartalı vurdu, savurdu yere. Yalan değil, gerçektir,
ben de gördüm tozunu’ der.
Antep’ten kovulan ve eğitimini İstanbul’da sürdüren lise öğrencisi
Şahiner de, Nuruosmaniye Camii’nin yanında yapılan Tarih
Sohbetleri’ne katılır. Kutay, altı ay boyunca ‘Bediüzzaman’ın
hürriyet, meşrutiyet, demokrasi taraftarı oluşunu, istibdada ve tek
adam idaresine, krallığa karşı yaptığı mücadeleyi anlatır.
Şahiner’in Cemal Kutay’la tanışıklığı burada başlar. Bu tanışıklık
2000’li yılların başında, Şahiner’in Gaziantep’e geri dönmesine
kadar devam eder: “Çok yazılar yazdırdım ben Kutay’a. Bir gün
konuşurken dedi ki, ‘Şimdi merhum Said Nursi’ye bir kartvizit
yaptırmak gerekse onun için en güzel kartvizit şöyle olur:
Çağımızda bir asr-ı saadet Müslümanı Bediüzzaman Said Nursi.
Risalelerde Eşref Edip ve Osman Yüksel Serdengeçti de Üstad için
böyle der. Ben bir anda heyecanlandım. Ve Kutay, ‘Böyle bir kitap
yazmak lazım’ diye de ekledi.”
KUTAY: MAHŞERDE BU İKİ KİTAP BENİ KURTARIR
Aradan zaman geçer, ikili, kitabı yazması için birbirine pas atar.
Fakat nihayetinde Cemal Kutay bin sayfalık bir çalışma çıkarır
ortaya. Kitap, 12 Eylül 1980 İhtilali’nden az bir süre önce Yeni
Asya Yayınları’ndan 500 sayfa olarak piyasaya sürülür. Şahiner,
burada Kutay’ın kendisine ifade ettiği bir durumu şöyle
aktarmaktadır: “Kutay, bana, ‘Benim 200’e yakın kitabım var.
Mahkeme-i kübraya elimde bu iki kitapla çıkacağım, ‘Ya Rab. Benim
amelim budur’ diye. Biri İstiklal Harbi’nde çalışan hocalarla
ilgili Cumhuriyetin Manevi Mimarları, diğeri de Çağımızda Bir Asr-ı
Saadet Müslümanı Said Nursi’ diye söylemişti.”
Faik Türün Paşa da Cemal Kutay’ın eserleri sayesinde Bediüzzaman’ı
tanıdığını anlatmıştır Necmeddin Şahiner’e: “Türün Paşa, ‘Benim
Üstad’a dostluğum, Risale-i Nur’a muhabbetim, size sevgim Cemal
Kutay’ın kitaplarından başladı’ demişti.”
Şahiner’in Türün’le tanışıklığı, 1971 muhtırasından sonraki
dönemde, bayramlarda ona çiçek göndererek ve ziyaretine giderek
başlamıştır.
Biz yine Cemal Kutay ve Necmeddin Şahiner tanışıklığına dönelim.
İşte Cemal Kutay’la bu tanışıklığı sonucu, Kutay, Şahiner’e beş
soru hazırlar ve Türkiye’nin aydınlarına bu soruları sormasını
ister ondan. Şahiner’i ‘çarpan’ Cemil Meriç’le karşılaşması da bu
vesile ile gerçekleşir.
-Cemal Kutay meselesi biraz tartışma konusu olmuştu. Yazılarında
kaynak göstermediği de eleştirilmişti.
“Bir defa eşsiz bir İstanbul beyefendisi. Adam tek başına bir
enstitü. Bazı arkadaşlar 25 sene evvel gitmiş, ‘Bu yazdıklarınızın
belgesi nedir?’ diye sormuştu kendisine. O da ‘Belge benim vücudum’
demişti.”
Cemal Kutay, hafızalarda, yaptığı en son ‘Şamanım’ çıkışıyla da yer
etmiş birisiydi: “Kutay’la vefatından 2-3 sene kadar önce görüştük.
Hatta sitem etti bana ‘Antep’e yerleşerek terk ettin beni’
diye.”
Bediüzzaman’ı Necmeddin Şahiner’den tanıyan Cemil Meriç, bu kez
kendisini ziyarete gelen ünlü sosyolog Şerif Mardin’e nakleder
öğrendiklerini: “Cemil Meriç, ‘Ah evladım, keşke dün burada
olsaydın. Şerif Mardin buradaydı. Senin bana yıllar evvel sorduğun
soruları ben Şerif Mardin’e sordum. O da bilmiyormuş. Ama bana söz
verdi. Risale-i Nur’un ne olduğunu, neden bahsettiğini
araştıracak.” dedi.”
BEDİÜZZAMAN’DAN KAÇAN AYDINLAR
Şahiner, bu defa 10 küsur yıl da ‘güneşler gibi bir ilim adamı’
dediği Şerif Mardin Hoca ile risaleler üzerinde çalışır: “Yıllarca
Boğaziçi Üniversitesi’nde, çeşitli yerlerde, böyle sohbetlerde,
derslerde, yemeklerde, kahvaltılarda Mardin Hoca ile beraber
bulunduk. Ve nihayet New York’ta Bediüzzaman Said Nursi Olayı
isimli eseri çıktı ortaya.”
Aydınlar Konuşuyor kitabını hazırlarken ‘Bu Said Nursi, Nurculuk
Türkiye’nin meselesidir. Türk aydınları beni aydınlatırlar
düşüncesiyle, aydın olarak size geldim’ diyerek Türkiye’nin önde
gelenleri ile temaslarında unutulmaz hatıraları olur Şahiner’in:
“Sulhi Dönmezer gibi ‘Ne istiyorsun benden? İşte sana ne diyeceğim?
Anlattım, tamam, bitti, git artık, gelme’ diyenler oldu. Tarık
Zafer Tunaya da sorularla gidince köşe bucak kaçardı 1971’de. Sonra
eski Genelkurmay başkanlarından Cemal Tural tir tir titriyordu.
‘Beni aramayacaksın, Said Nursi’den bahsetmeyeceksin bana. Kitap
filan göndermeyeceksin’ diyordu. Menderes’e karşı Yassıada’da
yalancı şahitlik yapan İstanbul Üniversitesi rektörlerinden Hüseyin
Nail Kubalı; ‘Bana telefon eden sen gibi bir çocuk mu? Ben 40-50
yaşında, sakallı, sarıklı bir derviş beklerken senin gibi bir çocuk
mu geldi? Bana mektubu gönderen sen misin? Bilinmeyen Tarafları ile
Said Nursi kitabını sen mi yazdın? Arkanda kim var?’ diyordu. Sonra
sekte-i kalpten öldü. Alparslan Türkeş, hem 1975’te, hem de 1985’te
iki kez söz vermesine rağmen sorularıma cevap vermedi.” Şahiner, bu
uğurda İzzet Altınmeşe’den Süleyman Demirel’e, Cenk Koray’dan Celal
Bayar’a, Çetin Özek’ten İlhami Soysal’a kadar daha pek çok kişiyle
irtibata geçer.
Şahiner, Aydınlar Konuşuyor’dan 10 yıl sonra 1985’te, bu defa da
içlerinde yabancı uyrukluların da bulunduğu 100 kişiye mektup
göndererek aldığı cevaplardan Türk ve Dünya Aydınlarının Gözüyle
Nurculuk Nedir’i, 1990’lı yıllarda da bu sefer 70 kişiden edindiği
verilerle Said Nursi’yi Nasıl Bilirsiniz? kitaplarını yazar. 30’a
yakını Bediüzzaman ve Nurculuk, kalanı da Gaziantep hususunda olmak
üzere 50’ye yakın kitabı bulunan Şahiner’in kitapları birçok dünya
diline çevrilir. Japonca ve Moğolca’ya, hatta Hindistan’da 50
milyon insanın kullandığı Bujetari diline dahi çevirisi
yapılır.
Necmeddin Hoca, ‘Bilinmeyen Tarafları ile Said Nursi’ adlı
kitabını, 12 Eylül’den sonra Zincirbozan’da kaldığı zamanlarda
Süleyman Demirel’e imzalayıp gönderir: “Hatta o zaman bazı
arkadaşlar bana takıldı. İhtilal zamanı Zincirbozan’a böyle imzalı,
Said Nursi kitabı göndermek biraz kahramanlık işiymiş. Ben zaten
cesaret falan bakmam. Allah diye yürür giderim. Başka birşeye zaten
o kadar kafam çalışmaz.”
DEMİREL’DEN MEKTUP
-Demirel’den cevap geldi mi size?
“Geldi. Nasıl sanki bir Nur talebesi başka bir Nur talebesine
mektup yazıyor, öyle. ‘Sen’ diyor ‘tarihî bir çalışmadan öte
Bediüzzaman gibi unutulmaz bir büyüğü unutturmamaya çalışıyorsun.
Allah senden razı olsun’ duaları ile bitiyor mektup.”
Şahiner, lise öğrencisi iken kendisini Nurculuktan koparmaya
çalışan İlhan Selçuk’a da, 2005 yılının sonlarına doğru bir-iki
mektup ile risaleleri gönderir.
Bediüzzaman’ın özel eşyaları, el yazıları ve daha pek çok orijinal
malzemesini elinde bulunduran Necmeddin Şahiner, ünlü ressam
İbrahim Çallı’nın torunu Yaşar Çallı’ya, Bediüzzaman’ın Fatih Camii
avlusunda bir çocukla konuşurken çekilmiş fotoğrafını resmettirmek
ister. Ve bunun için, 1970 yılının parası ile 750 lira da kapora
verir. Çallı resmi yapar fakat Bediüzzaman’ı benzetemez. Tekrar
yapmaya söz verse de beklenen resim bir türlü gelmez.
Şahiner, Fethullah Gülen Hocaefendi ile 1960’ların sonundan bu yana
tanışmaktadır: “Biz İstanbul Üniversitesi talebeleri, İzmir’den
Karşıyaka’ya Risale-i Nur derslerine giderken gemide mehter
marşları söylüyorduk. Fethullah Gülen Hocaefendi de beraberdi.
Gemide biz mehter marşı söylerken Hocaefendi’nin, başını geminin
kenarına sanki yaslanırcasına eğerekten o şehla gözlerle bizlere
mahzun bakışı vardı. Bize katılmadı ama muhabbetle, kalben iştirak
ederek bizi seyretti. Hocaefendi’nin bizi seyretmesi gözümün
önünden gitmiyor. Sonra 1970 Ağustos’unda trafik kazasında vefat
eden Mustafa Polat Ağabey’in Fatih Camii’nde kılınan cenaze
namazının ardından Eyüp Sultan’a kadar onunla beraber yürüyüşümüzü
de unutamıyorum.”
Şahiner anlatmaya devam ediyor: “Zübeyir Gündüzalp Ağabey’e
‘Dönmeyeceğiz’ başlıklı bir mektup yazmıştım. ‘Yolumuz Kur’an yolu,
rehberimiz Risale-i Nur, söz verdik Allah’a, dönmeyeceğiz. Bu yol
aşk, çile, cefa doludur. En karlı dağlar, en uçurumlu yollar da
olsa dönmeyeceğiz. Bu Kur’an yolunda ilerleyeceğiz’ diye. Eflatun
akademisinin kapısında geometri bilmeyenler buradan içeri giremez
levhası vardı. Bu iman, Kur’an ve nur yolunun başlangıç noktasında
ise ‘anadan, yardan, serden geçenlerin yoludur. Başkası geçemez
levhasını biz asacağız.’ Bu mektubu, bir gün evvel Hocaefendi
Altunizade’de cemaate okumuş veya anlatmış. Ben hayret ettim,
1963-64’teki o mektubu demek ki Hocaefendi biliyormuş veya onda
varmış diye. Hocaefendi ‘Onu nasıl yazdın?’ dedi bana. Ben de ‘İşte
karakolda 8 saat sopa yiyince Zübeyir Ağabey’e yazmıştım’ dedim.
Oradan cemaate çok güzel konuşmalar yaptı. Ve ben bu arada işte
Beyrut, Selanik, Varşova, Viyana gibi, Üstad’ın gittiği yerlere
gitmek istiyorum Hocam’ dedim orada. Hocaefendi, bunun üzerine
‘Bakın bakın. 40 yıldır gezmedik yer bırakmadı. Hâlâ gideceği
yerleri söylüyor bana’ dedi.”
NURCULARI ŞİKAYETE GİDİYORUM
Şahiner, bir yanı ile eşine söz verdiği, diğer yanı ile kitleler
arasında yaşanan sıkıntılardan dolayı, 30 yıldan fazla bir zamanını
geçirdiği İstanbul’dan ayrılıp ‘Antep Köyü’ dediği, doğduğu yere
yerleşir. Şimdi burada öğretmenlik yapmakta ve nurlara yönelik
çalışmalarını sürdürmektedir: “Rüyamda Üstad’ın harita başında
Karadeniz’i, Doğu’yu çubukla göstererek hizmeti anlattığını gördüm.
O esnada da böyle çay getirenler, kapıyı açıp kapatanlar vardı
orada. Neden Üstad’ı nefes almadan dinlemeyip başka şeylerle meşgul
oluyorlar diye ben rahatsız oluyordum bundan. Üstad da ‘Bana bak
bana. Dünyanın en güzeli benim. Gözlerini benden ayırmayacaksın’
dedi.” Şahiner’in Üstad’la alakalı çokça rüyası vardır: “Son
görüşümde de Nurcuları şikâyete gittim. Bu tartışmalar,
parçalanmalar... ‘Niye böyle? Benim bir noktada darılıp da Antep’e
geliş sebebim. Ama Isparta’da caddelerde binlerce insan dolu. ‘Bu
kalabalıkta mümkün değil Üstad’a gitmek’ diye düşünüyorken bir
baktım Üstad’ın Isparta’da kaldığı evindeyim. Yine çok kalabalık.
Bir baktım içeriye Üstad divanda hafifçe yatmış. İhtiyarlık hali.
Elini öptüm. Bu üzücü hali anlatacağım Üstad’a.”
-Anlatabildiniz mi?
“Üstadım diye giriyorum ağlamaktan anlatamıyorum. Yine ‘Üstadım’
diye başlıyorum yine hüngür hüngür ağlıyorum ve anlatamıyorum.”
Şahiner, Bediüzzaman’ın Fatih Camii avlusunda bir çocukla
konuşurken çekilmiş bu fotoğrafını İbrahim Çallı’nın torunu Yaşar
Çallı’ya 750 liraya resmettirir. Ancak Çallı, Said Nursi’yi
benzetemez, tekrar yapmak üzere gider ve bir daha gelmez.
Bediüzzaman’ın, üzerinde düzeltmeler yaptığı 26. Söz’ün orijinal
metni (solda). Tamamen el yazısından müteşekkil cevşen
(sağda).Yanda Said Nursi’nin kullandığı imzasının büyütülmüş hali.
Yıl 1959. Gazeteci Şeref Köylübay, Piyer Loti Oteli’nde kalan Said
Nursi’yi, üst balkondan aşağıya sarkarak görüntüler. Köylübay’ı,
onu balkondan atmak isteyen Özer Şenler’in elinden Zübeyir
Gündüzalp kurtarır.
Aksiyon