Demirel'den AK Parti'ye mesaj
Abone olDemirel, devlet içindeki gerilim ve türban krizi konusundaki görüşlerini belirterek AK Parti'ye mesaj gönderdi.
AKP'nin laiklikle didişen kökü endişe yaratıyor
Milli görüş olayı ya da türban ortaya atıldığı
zaman 'bunların yapacağı buydu' diyen pek çok kişi çıkıyor.
Endişenin sebebi bu. Ben Milli Görüş karşısında ne yapacaklar diye
merak ederdim. Ne reddettiler ne de benimsediler ama 'dokunmayın'
dediler.
9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in YAŞ'da o zamanki Başbakan
Abdullah Gül'ün ordudan ihraçlara şerh koyması, komutanların Meclis
Başkanı'na 3 dakikalık ziyaretleri, milli görüş genelgesi ve 23
Nisan resepsiyonunun boykot edilmesi ve Genelkurmay'dan gelen sert
açıklamalarla ortaya çıkan gerilim ve türban sorunu konusunda
görüşlerini sorduk.
* 23 Nisan'da Meclis resepsiyonunun boykot
edilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şimdi bu tabii görünen yanıdır. Türkiye'de olup
bitenlerin bir de görünmeyeni var. Her şey meşruiyet çizgisi içinde
oluyor, başka türlüsü de mümkün değil.
* Peki ahengi bozan nedir?
Şimdi, gecen 10
seneden sonra ilk defa bir tek parti hükümeti çıktı. Bir seçim
oluyor, seçime göre parlamento teşekkül ediyor, parlamentonun
güvenine dayanan hükümet çıkıyor ortaya. Bir başka taraftan bakalım
kanunlara, nizamlara uymayan parti seçime girmiyor. Yani her şey
meşru. Ama bir olay daha var, siyasi partilerin mutlaka Anayasa
çizgisi içinde olması lazım. Anayasa çizgisinin iki tane doğrusu
var. Bunlardan birisi "laik" Türkiye, diğeri de "üniter" Türkiye.
Yani siyasi partiler, Türkiye Cumhuriyeti devletinin laiklik ve
üniterlik prensiplerine ters olamazlar veya ona ters düşecek
hareketler yapamazlar.
* Bu sınırları demokratik bulmayanlar var...
Efendim, bu husus demokratik mi değil mi tartışması ayrı ama
Türkiye'nin nizamı bu. Anayasa bu şartları koymuş. Zaten bu
şartlar, bugünün şartları da değil. Cumhuriyet kurulduğundan beri
daha demokratik cumhuriyet yokken de Türkiye iki şeyi korumaya
çalışıyor. Bunlardan birisi Türkiye'nin parçalanmaması,
bütünlüğünün muhafazası. Birisi de Türkiye'nin çağdaş bir devlet
olarak pozitif hukuktan dışarıya çıkmaması, yani din esasına dayalı
bir devlete kaymaması. Türkiye'de kim ne yapacaksa yapsın, fakat bu
ikisini yapamaz. Yakın geçmiş, son 50 senelik uygulamalar
unutulmamalıdır.
* Geçmişteki hangi uygulamaları
kastediyorsunuz?
Birçok kimseler bakıp geçiyor ama
altını görmüyor işin. Yakın geçmişte ne var? Yakın geçmişte 3 tane
darbe var. Yani iki tane esas darbe var, bir tane de yarım darbe
var.
* 28 Şubat mı yarım?
Hayır, 28 Şubat'ı darbe
kabul etmiyorum. 27 Mayıs var, 12 Mart var onu yarım kabul
ediyorum, 12 Eylül var ve bu darbelerin bıraktığı izler var. Milli
Nizam Partisi kapatılıyor, onun kurucuları MSP'yi kuruyor, o da
kapatılıyor. Onun kurucuları RP'yi kuruyor o da kapatılıyor. FP'yi
kuruyor, o da kapatılıyor ama bu defa iki farklı parti kuruluyor,
biri SP bir tanesi de AK Parti. Fakat bu partilerin
içerisindekilerin pek çoğu, bilhassa kurucu kadrolarındakiler bu
çizgiden gelen insanlar. Şimdi bu çizgiden gelen insanların
yaptıkları işlerin, kurdukları partinin kanunlara, nizamlara ters
düşen bir tarafı yok ve yüzde 35 oy alarak yüzde 70 Meclis
çoğunluğunu elde etmiştir. Ama bu siyasi partiye bakıldığı vakit,
hiç olmazsa bir takım zihinlerde çabuk depreşebilecek birtakım
şüpheler var. "Acaba bunlar da mı bundan evvelki partilerde
rastladığımız işleri yaparlar, şimdilik bir fırsat kollamak için mi
beklemektedirler?" gibi bir şüphe, endişe var.
* Kimde var?
Zihinlerde. Mesela Milli Görüş
olayı ortaya atıldığı zaman, "tamam zaten bunların yapacağı buydu"
diyen pek çok kişi çıkıyor. Veya türban olayı ortaya geldiği zaman
keza benzeri şeyler çıkıyor.
* Yani AKP'nin çizgisi konusunda şüphe var...
Evet efendim, bu endişelerin sebebinde de bu partinin gerisindeki
çizgi yatmaktadır. Aynen böyle yazabilirsiniz. Bu partinin
gerisinde bu yattığı gibi, içinde de bugün mevcut olan diğer parti
endişeleri yatar. Yani SP'nin bu partinin mensupları üzerinde bir
etki yapıp yapamayacağı yatar. Yine bu endişenin içerisinde milli
görüşün bunlar neresindedir, bu yatar. Eğer bu siyasi parti "ben
milli görüş taraftarıyım" derse, tabii ki devletin arşivleriyle
karşı karşıya kalır.
Devlet de kaygılı tabii
Bakın "Milli Görüş'e
kötü muamele etmeyin" demek ayrı bir şey, "taraftarıyım" demek ayrı
bir şey. Zaten "Milli Görüş aleyhtarıyım" demiyor, "taraftarıyım"
da demiyor. Kopup geldiği siyasi parti, "ben Milli Görüş
taraftarıyım" diyor. Yani diğer partiler gibi laiklik meselesiyle
sürtünmeye girmemiş bir kökten gelmiyor, sürtünmeye girmiş bir
kökten geliyor. Devletin kurumlarında işte bunun kaygısı vardır.
"Yoktur" demenin, hiçbir anlamı yok.
* Sizin zihninizde de şüphe var mı? Mesela Milli Görüş
Genelgesini duyunca, ha zaten bunlar bunu yaparlardı diye
düşündünüz mü?
Ben çoktan beri, bu parti kurulduğundan beri Milli Görüş
karşısında ne yapacak diye merak ederdim. Bunu benimseyecek mi
yoksa red mi edecek? Benimserse eski partiden farkı olmadığı
çıkardı meydana. Reddederse çekirdeğini kaybederdi.
* Şu anda hangisini yapıyor?
İkisini de
yapmadı. Benimsemedi de reddetmedi de, bir yan yol buldu. Bunlara
dokunmayın diye...
* Bu yan yoldan uzun süre gitmek mümkün mü?
Bu
yan yol da zaten kafi derecede hırpalandı. 23 Nisan olaylarının
kökünde biraz bunlar vardır.
* Siz devletin işleyişini, TSK'yı iyi biliyorsunuz,
arabuluculukla sorunların aşılması mümkün mü?
Arabulma meselesini de anlamak mümkün değil. Mesele anlayış
farklarını giderme. Pekala kendileri oturup anlayış farkını
giderebilirler yahut gideremezler.
* Ne yapılması gerekiyor?
Bunu kimse tavsiye edemez, şöyle yapın diye. Burada uyumu
sağlayacak olan taraflardır. Uyuma hakemlik yapacak olan
kamuoyudur.
* AKP'nin askerlerle diyalog kurabilmek için Sakıp Sabancı
veya Kenan Evren'den arabuluculuk istemeyi düşündüğü
söyleniyor...
Her yoğurt yiyenin bir yiyiş tarzı var. Bir yoldur. İtiraz
etmiyorum.
Böyle giderseniz tökezlersiniz
"Siyaset kendi işleyen bir düzen; başarısızlığı
kaldırmaz. Hem böyle gideceksiniz hem başarı çıkacak... Bu, aklın
kurallarına aykırı" "Yeni bir seçimi telaffuz etmek için erken. Ben
istiyorum ki oraya gelmesin. Hükümetler şapka gibidir, gider;
devlet baş gibidir, kalır"
* Her şeyi sadece "sürtünme" ile açıklamak mümkün mü?
İktidar zaafiyeti de yok mu?
O da zaten sürtünmeye sebep olur. Bütün bunlar normal sayılmaz,
uyumsuzluktur, kimsenin gözünden kaçmıyor. Gönül ister ki uyum
olsun.
* Bugünkü çatışmalarla 28 Şubat süreci arasında benzerlik,
paralellik var mı?
Bence yok. İkisi arasında
paralellik görmüyorum. O bambaşka bir şey, kendi içinde geldi
geçti. Bu tamamen değişik bir şey.
* Türkiye'nin pek çok iç ve dış sorunu var. Bunlar
"sürtünme" varken nasıl çözülecek?
Siyaset
başarısızlığı kaldırmaz. Hem böyle gideceksiniz hem de başarı
çıkacak, bu aklın kurallarına aykırıdır. Bir yerde tökezlersiniz. O
zaman da gereğini düşünürsünüz. Olmuyor dersiniz. Siyaset ihmali de
kaldırmaz. Bir şeyin tedbirini zamanını bulacaksınız. Siyaset kendi
işleyen bir düzendir. Siyaset kendi kusurlarını kendisi ortadan
kaldırarak gider. Aynen akan bir dere gibi, bulanıksa bulanarak
gitmez durularak gider.
* Şu anki gidiş nereye varır?
Türkiye Cumhuriyeti devleti yıkılacak değil ya. Bütün bu
sürtünmelere rağmen işlemeye devam edecek. Sonra Türkiye'de
hükümetler şapka gibidir gider, devlet baş gibidir, devlet kalır.
Yani muayyen bir süre sonra ülke seçime gider. Bakın, bu hükümetin
eksikliklerinden birini de söyleyeyim. Seçimlerin iki meyvesi
vardır. Bunlardan birisi, istikrar çıkartmak, istikrar çıkarmıştır
usulüne uygun. İkincisi de temsilde adalettir. Burada temsilde
adalet yoktur. Yani 4 kişiden 1 kişinin oyuyla bu hükümet
mevcuttur.
* Yani yeni bir seçim mi gerekiyor?
Gerekirse o gerekir. Onu telaffuz etmek için erken. Ben istiyorum
ki oraya varılmasın. Yine istiyorum ki Türkiye'de ahenksizlik,
uyumsuzluk, sürtüşme olmasın hükümetle devletin kurumları arasında.
Bunların çaresi yine seçilmiş bir hükümet olacaktır. Bu hükümetin
de başarılı olmasını istiyorum seçilmiş hükümet olduğu için. Ama
başarılı olmak için herkesin kendi tedbirini kendisi alması lazım.
Buna başarı diyemezsiniz.
* Hükümetin gerilimi sona erdirmesi için ne yapması
gerekiyor?
Bakın, hükümetlerin eline kolay kolay
fırsat geçmez. Böyle tek başına iktidar olma fırsatı da. Bu
hükümetin eline çok güzel fırsat geçmiştir, Türkiye'ye hizmet etme
fırsatı. Ya bu hükümet bu fırsatı gayet iyi şekilde kullanmayı
tercih edip gereğini yapacaktır yahut "Bu fırsatı önemsemiyorum,
ben Türkiye'yi kendi düşünceme uygun şekle getireceğim, onun
mücadelesini yapacağım, vardığı yere kadar varır" deyip Türkiye'de
bir mücadele açacaktır. Bu da kendi tercihidir.
* Genelkurmay Başkanı, çıkıyor Başbakan'a diyor ki, "ilticayı
cesaretlendirmiştir..."
Ama o da cevap vermiyor... Ona da bir diyeceği varsa der, ona bir
diyeceği yoksa ertesi gün yine aynı şeyi yaparsa yahut da başka
şeyler yaparsa kendi bileceği iştir...
* Hiçbir şey olmamış gibi davranmak normal bir şey
mi?
Onu ben taktir edecek değilim. Bu ülkenin insanları taktir
edecek...
* "Başbakana bağlı bir Genelkurmay Başkanı'nın başbakan
için böyle konuşması" eleştiriliyor...
Genelkurmay başkanı Türkiye'de kime bağlıdır?Kimseye bağlı
değildir. Genelkurmay başkanının tayini başbakana aittir ama
bağlıdır diye yasalarda bir şey bulamazsın. Silahlı kuvvetlerin
savaşa hazırlanmasından Meclis'e karşı hükümet sorumludur. Bundan
bağlılık falan çıkarılamaz. Ve silahlı kuvvetlerin başkumandanlığı
TBMM'nin manevi şahsında mündemiçtir, hazarda (barış) cumhurbaşkanı
temsil eder. Hadi bundan da bir şey çıkar. Seferde silahlı
kuvvetlerin başkumandanı Genelkurmay Başkanıdır. Çıkarın bundan bir
şey, çıkaramazsınız...
Semra Çetin / Vatan