Demirel gazetecileri de şaşırttı
Abone olHafızası konusunda hiç yanılmayan eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, 28 Şubat Süreci'nin 1997 yılında gerçekleştiğinde ısrar edince, gazeteciler de yanıldı.
Halka ve olaylara Tercüman Gazetesi'nin Ankara Temsilcisi Hakan
Akpınar, katıldığı bir televizyon programında, eski Cumhurbaşkanı
Süleyman Demirel ile polemiğe girdi. Akpınar, girdiği bu polemiği
ve Demirel'in nasıl yanıldığını yazdı. 28 Şubat polemiği ve
Demirel'in telefonu ÖNCEKİ akşam HABERTURK Televizyonu'nda artık
bir klasik haline gelmiş olan Melih Meriç'in Basın Kulübü
Programı'na katıldık. Programın konuğu 9. Cumhurbaşkanı Süleyman
Demirel'di. Bazı gazetelerin Ankara temsilcilerinin de katıldığı
programda, Sayın Demirel ile ağırlıklı olarak Avrupa Birliği'ni
(AB) ve iç siyaseti tartıştık. Daha doğrusu, biz sorduk Demirel
yanıtladı... Programda enteresan bir olay yaşandı. Askeri
müdahalelerin AB sürecine olan etkisi tartışılırken, Melih Meriç,
Demirel'e, 28 Şubat'ın bu süreci etkileyip etkilemediğini sordu.
Demirel, 28 Şubat'ın bir darbe olmadığını savununca, ben de,
dönemin Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller'in bir sözünü hatırlattım.
Çiller, kendisiyle yaptığımız bir sohbette, 28 Şubat Süreci
yaşanmasaydı ya da kendisi iktidarda kalabilseydi, Aralık 1997'deki
Lüksemburg Zirvesi'nde Türkiye'nin tam üyelik yönündeki adaylığının
kararlaştırılabileceğini savunmuştu. Demirel buna itiraz etti.
Demirel, 28 Şubat Süreci'nin 1998'de yaşandığını ve zirvenin bir
yıl önce gerçekleştiğini söyledi ve 'Geçmişe dönük bir eleştiri
olur mu' diye sordu. Benimle birlikte programa katılan bazı
gazetelerin Ankara temsilcileri de Demirel'i destekleyerek, sürecin
1998'de yaşandığını iddia ettiler. Demirel'in güçlü hafızası İŞİN
doğrusu, 28 Şubat Süreci'ni 2001 yılında, Postmodern Darbenin
Öyküsü başlığıyla kitaplaştırmış bir gazeteci olarak şaşırmıştım.
Karşımda Süleyman Demirel vardı. O ki, siyasi tarihimizde
hafızasının gücüyle iz bırakan bir siyasetçi ve devlet adamıydı.
Yalnızca, aktif siyaset yaptığı günlerde değil, Çankaya Köşkü'ndeki
Cumhurbaşkanlığı görevinde de hafızasının hep taze olduğunu
göstermişti. Anadolu'dan kendisini ziyarete gelen partilileri
isimleriyle tanır ve ailelerine selam gönderirdi. Karşınızda bu
özelliği ile tanınan devlet adamı varsa, O'nun tarihler konusunda
söylediklerini doğru kabul edersiniz. Programda hazır bulunan
gazetelerin Ankara temsilcileri de beni yalnız bırakmışlardı. Onlar
da Sayın Demirel'in bu konuda haklı olduğunu savunuyorlardı.
Şaşırmıştım, acaba 28 Şubat kararları 1998'de mi alınmıştı. Hayır,
emindim. Kitabını yazdığım ve bir gazeteci olarak içinde yaşadığım
bu sürecin tarihini unutmam mümkün değildi. Neyse ki, son anda
imdadıma Melih Meriç yetişti. O sırada programa ara verdi. Gözümün
içine bakarak, şunları söyledi: - Bu konuyu ikinci bölümde
tartışmaya devam edeceğiz ama bir maddi hatayı düzelterek...
Verilen reklam arasında Demirel'in yanına gittim; 'Sayın
Cumhurbaşkan'ım, ısrar ediyorum, 28 Şubat 1997'de yaşanmıştır'
dedim. Sayın Demirel, sözlerim üzerine de geri adım atmadı.
Programın ikinci yarısında Melih Meriç sözü bana verirken, 28
Şubat'ın tarihi konusunda benimle aynı düşünce de olduğunu söylese
de Demirel'i ikna etmemiz mümkün olmadı. Demirel'i kim yanıltmış
PROGRAM sonrasında ben de arşivlere bakarak, 28 Şubat'ın tarihini
teyit ettim. Evet, 28 Şubat Kararları 1997 yılında alınmıştı.
Şaşırmıştım. Demirel gibi siyasi bir deha ve hafıza küpü nasıl
olmuş da bu tarihi yanlış telaffuz etmişti. Ertesi gün büroya
geldiğimde sekreterimiz Sibel Hanım, 'Hakan Bey, Sayın Süleyman
Demirel telefon hattında, sizinle görüşmek istiyor' diyordu. Merak
etmiştim, acaba Demirel beni neden arıyordu? Yoksa, yine 28 Şubat
tartışması mı diye geçirdim içimden... Yanılmamıştım. Sayın
Demirel, telefonda, şunları söylüyordu: - Sen haklısın. Ben
kayıtları tetkik ettim. 28 Şubat 1997'de yaşanmıştır. Lüksemburg
Zirvesi de aynı yılın Aralık ayında...' Peki, Demirel nasıl olmuştu
da, Türk siyasal tarihinde bir kırılma noktası olarak iz bırakan bu
sürecin tarihini yanlış hatırlamıştı. Sordum ve Demirel de cevabı
yapıştırdı: - Beni, Mustafa Balbay (Cumhuriyet Gazetesi Ankara
Temsilcisi) yanılttı. O, programda 1998 diye üsteleyince O'na
inandık... Ne diyelim. Bu olaydan sonra şu sözü hiç unutmamamız
gerektiğini yeniden hatırlıyoruz: Hafıza-i beşer nisyanla
maluldür... Yani, insanoğlunun hafızası unutmaya meyillidir; ama
toplumun hafızasını elinde tutan gazetecilerin ise böyle bir lüksü
yoktur. HAKAN AKPINAR / TERCÜMAN