İsrail Suriye, Mısır,
Rusya...
Türkiye'nin giderek yalnızlaştığı dış politikasında yeni
manevralarla, tam da Başbakan Binali Yıldırım'ın
dediği "çok dost az düşman"safhasına geçmek için
adımlar atılıyor.
İsrail ile anlaşma sağlandı.
Rusya ile buzlar eriyor.
Belki yarın Mısır ve hatta Suriye var sırada,
bilemiyoruz.
Aslına bakarsanız bu "normalleşme" sürecinin
çok önceden olması gerekiyordu.
Bugün geldiğimiz noktada geçmişin muhasebesini yapması
gerekenler yapacaktır; hatta yapmış olacaklar ki bugün bu strateji
değişikliğine gidildi.
Peki ne oldu da "değerli yalnızlık"tan "çok dost az
düşman" stratejisine geçildi?
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın 2013'te
Türkiye'nin özellikle Ortadoğu'da yalnız kaldığı iddialarına
"değerli yalnızlık" ifadesiyle cevap vermişti.
Sonrasında sık sık duyacağımız bu ifadeyi ise şöyle
açıklamıştı:
"Türkiye bölgesel ve küresel siyasette yalnız değil. Ama dünya
darbelere, katliamlara sessiz kalırken tek başına doğrunun yanında
olmamız gerekirse bundan çekinmeyiz. Bazen bazı değerleri tek
başınıza savunmak durumunda kalırsınız. Eğer buna yalnızlık demek
icap ediyorsa, bu değerli bir yalnızlıktır. Bu yalnız kalmak, değil
onurlu bir duruş sergilemektir"
Aslında kastettiği "değerlerimiz için yalnız kalacaksak
kalırız"dı. Bunun için "değer/li
yalnızlık"tı.
O günden bu güne ne değişti?
Dünya darbelere ve katliamlara ses çıkarmaya mı başladı
yoksa Türkiye yalnız kalmak pahasına savunduğu değerlerinden mi
vazgeçti?
Elbette ikisi de değil.
Hatta değişen onca denklemin ve dengelerin içinde belki de sadece
bu ikisi değişmedi.
Ne dünya katliamlara karşı duyarlı ne de Türkiye değerlerinden
vazgeçti.
Türkiye sadece yalnız kalmadan da değer/li olmanın
mümkün olabileceği yeni bir yola girdi.
BU SIRADA BAZI MEDYANIN HALİ PÜR
MELALİ
Siyasette stratejiler değişebilir, konjonktüre göre devlet
politikaları değişebilir. Siyasetin doğasında vardır bu.
Evet, belki bizdeki kadar hızlı değişmeyebilir ama bizim de
yaşadığımız coğrafyayı ve içinde bulunduğumuz durumları düşünürsek
bunu kısmen de olsa anlamak mümkün.
Aslına bakarsanız, bazı şeyleri dert edinmiş olmasanız özellikle
medya açısından ortaya çıkan manzara tam çekirdeklik.
Hep söylüyorum; Recep Tayyip Erdoğan'ın en büyük şansı
muhalefet, en büyük şanssızlığı ise kendisine yakın
medya.
Bu basiretsizlik ve feraset yoksunluğuna (istisnaları kesinlikle
ayırarak yazıyorum) bir de "kraldan çok, en çok, pek çok
kralcılık" eklenince vaziyet evlere şenlik.
Tabi ev sahibi değilseniz!
Rus uçağının düşürülmesinin ardından bazı gazetelerin haline
bakınca sanki manşet değil de Rusya'ya füze atıyorlar sanırdınız.
Yazı işlerinin orta yerine bir karargah kurulmuş hergün
Rusya bombalanıyor.
Manşetleri şöyle bir hatırlayın: "Çok şımarmışlardı gereği
yapıldı, Sabrımızı test ettiler, Sınırı aştılar" falan falan...
Reis bir diyor, bunlar bin vuruyor.
Hayır, vuracaksan yine vur ama bir diyorsa iki vur, üç vur. Bin
nedir yahu?
Adam devlet yönetiyor, sen gazete yapıyorsun. Zorun
ne?
Bıraksan o gazla Tel Aviv'in üstünde zeplinle
gezecekler.
Dönüp bugüne bakıyoruz...
O gün savaş tamtamları çalanlar "dün böyle diyordunuz
ama" diyenlere "kardeşim, yoksa sen barış
istemiyor musun" diye çıkışmıyor mu?
Hay Allahım...
Dedim ya evlere şenlik!