Davutoğlu'nu eleştirenleri çileden çıkaracak yazı
Abone olYazar Hakan Albayrak, Başbakan adayı Ahmet Davutoğlu'nun dış politikasını eleştirenlere köşesinde sert çıktı.
Star si yazarı Hakan Albayrak, bugünkü yazısında
"Davutoğlu Türkiye'yi maceraya sürükledi" iddiasına tepki
gösterdi.
Kuyumcu titizliğiyle işlenmiş, rafine bir dış siyasetin
izlendiğini savunan yazar, Netenyahu, Esed ve Sisi haricinde
bölgesinde her zamankinden daha itibarlı ve etkin olduklarını
yazdı.
Cumhurbaşkanı seçilen Erdoğan sonrası Başbakanlık koltuğuna geçecek olan Davutoğlu bazı kesimlerin hedefinde. "Davutoğlu’na cart-curt edenler" başlıklı yazısında Albayrak, aksine Türkiye'nin çok sayıda komşu kazandığı görüşünde.
Davutoğlu'nun dış politika performansını ve muhalefetin eleştirilerine yanıt veren Albayrak'ın yazısı şöyle:
YALANCININ...!?
Erdoğan, manipülatörlerin manipülasyonlarına aldanmadı. Yapması
gerekeni yaptı. Ahmet Davutoğlu’nun AK Parti genel başkan
adaylığını ve dolayısıyla başbakan adaylığını gereken şekilde ilan
etti. Gereken şekilde: Davutoğlu’na layıkıyla iltifat ederek, O’nun
‘mâna ve ehemmiyetini’ vurgulayarak.
Ne diyordu manipülatörler? “Davutoğlu Türkiye’yi maceraya
sürükledi, herkesle düşman etti, komşularla sıfır sorun diye diye
sıfır komşu noktasına getirdi... Beceriksiz... Başarısız...”
Yuh!
Yalancının...!?
İLİŞKİLER GELİŞTİ
Bir zamanlar bize ezelî düşman diye yutturulmaya çalışılan
Yunanistan’la olabildiğince iyiyiz. Saraybosna, Belgrad, Zagreb’le
“BENELUX” gibi olduk. Gürcistan’la can-ciğer kuzu sarmasıyız; iki
devlet gibi değil de aynı devletin iki eyaleti gibiyiz.
Ermenistan’la -Karabağ meselesinden kaynaklanan- sorunlarımız devam
etmekle beraber, bazı hususlarda bu sorunlar yokmuş gibi davranma
büyüklüğünü göstererek, bunalan Ermenistan halkına İstanbul’da
nefes aldırıyor, onların gönüllerini kazanıyor, bu sayede inşaallah
geleceği kazanıyoruz. Azerbaycan’la ilişkilerimiz her zamanki gibi
iyi; karşılıklı rezervlerimizi resmi söylemlerimize bulaştırmaktan
imtina ediyor, resmiyette “iki devlet, tek devlet” anlayışını
muhafaza ediyor, üçüncü ülkelerin menfi tesirlerini bertaraf edecek
kadar kuvvetlendiğimizde bu anlayışın kuvveden fiile geçeceği
-hatta bunun ötesine de geçebileceği- umudunu diri tutuyoruz.
Pakistan’la “iki devlet, tek millet”liğimiz daha da ileri seviyede.
Afganistan’la (Taliban dahil) en menfî şartlar altında bile
ilişkilerimiz bozulmadı, bilakis gelişti, eksisinden de iyileşti.
Rusya’ya karşı açık ve net bir şekilde savunduğumuz Ukraynalıların
kahramanı olduk, ama bu süreçte Rusya ile de papaz olmadık.
Suriye’deki muarızlığımız da bizi Rusya ile papaz etmedi; bilakis,
Suriye’de kozlarımızı paylaşırken beri tarafta yüksek düzeyli
stratejik işbirliğimizi hayata geçirdik, ortak bakanlar kurulu
toplantısı düzenledik Rusya ile. Aynı şekilde İran ve Çin’le
Suriye’de karşı cephelerde yer alırken beri tarafta ilişkilerimizi
geliştirdik; Çin’le -NATO’ya rağmen- füze kalkanı anlaşması
imzaladık, İran’la doğalgaz fiyatında indirim konusunda prensip
anlaşmasına vardık. Kürdistan Bölge Yönetimi ile karşılıklı
tereddüt ve korkudan karşılıklı muhabbet ve itimat ilişkisine
geçtik, gayri resmi platformlarda konfederasyon çatısı altında
birleşmeyi bile konuşuyoruz.
MUHALEFET MALİKİ'DE OFSAYTA DÜŞTÜ
Irak yönetimi mi? Bizim dediğimiz oldu işte. İran’dan ABD’ye kadar
herkes bizim öteden beri işaret ettiğimiz noktaya geldi ve Nuri
Maliki’nin üstünü çizdi; Maliki defolup gitti Irak’ın başından; “AK
Parti hükümeti O’na tavır almakla hata etti” diyenler bir güzel
‘ofsayta’ düştü.
Arap devrimlerine verdiğimiz haklı destek yüzünden Suudi Arabistan
Krallığı ile ister istemez ayrılığımız-gayrılığımız oluyorsa da,
hükümetimiz krizleri iyi yöneterek bu rejimle sorunlarımızın
kontrolden çıkmasını önlüyor, zurnanın zırt dediği yerde yaptığı
jestlerle kralın gönlünü alıyor. Katar’la zaten omuz omuza
yürüyoruz; dış siyasetlerimizi tevhit ettik adeta.
NETENYAHU ESED VE SİSİ İLE OLABİLDİĞİNCE KÖTÜ
OLALIM
Netanyahu, Esed ve Sisi mi? Bırakın da onlarla olabildiğince kötü
olalım. İlgili süreçlerin devam ettiğini, son sözün henüz
söylenmediğini de unutmayalım. O parantezler hariç, ait olduğumuz
bölgelerde her zamankinden daha itibarlı ve etkin olduğumuz,
etkinliğimizin de her zamankinden daha verimli olduğu, bazı
cephelerde karşı karşıya geldiğimiz devletlerle bile verimli
ilişkilerimizi koruyabildiğimiz ve hatta geliştirebildiğimiz
gerçeği, gören gözler için açık ve nettir. Bunun çok boyutlu, ince
elenip sık dokunmuş, kuyumcu titizliğiyle işlenmiş, rafine bir dış
siyasetle, ama ille de cesur bir dış siyasetle, cesur ama aynı
zamanda ihtiyatlı bir dış siyasetle, ihtiyatlı ama pısırıkça
olmayan bir dış siyasetle, yerinde saymayı değil Nizam-ı Alem
yolunda ilerlemeyi marifet belleyen bir dış siyasetle, yüksek
ideallere bağlı ve fakat cari şartları da gözeten bir dış
siyasetle, cari şartları gözeten ve fakat yüksek idealleri onlara
kurban etmeyen bir dış siyasetle, Eski Türkiye’nin değil, Yeni
Türkiye’nin dış siyasetle gerçekleştiği de açık ve net.
YENİ KOMŞULAR KATTIK
“Sıfır komşu”ymuş! Tam tersine; komşularımıza yeni komşular kattık
bu dış siyasetle; birbiriyle didişen Somali, Etiyopya, Eritre ve
Cibuti’nin dördüyle de yakınlaştık, Kuzey Afrika’da, Güney
Afrika’da, Batı Afrika’da da dostlar, ortaklar, müttefikler
kazandık; dünyanın daha yaşanabilir bir dünya olması yolunda ve
uzun vadede siyasî -hatta askerî- nüfuz alanımızı alabildiğine
genişletecek yoğunlukta insanî, diplomatik, ticarî/iktisadî
açılımlar yaptık Afrika’ya; daha şimdiden, uluslararası iktisadî
krizi atlatmamıza yarayacak kadar önemli işler yapıyoruz Afrika
ülkeleriyle. Bir de uçsuz bucaksız Latin Amerika’nın kapıları
açıldı önümüze.
NEO-KOLONYALİZME PES DEDİRTMEMİZ LAZIM
Avrupa Birliği ve ABD mi? İlişkilerimiz mevcut şartlarda ne kadar
iyi olabilirse o kadar iyi; daha iyi olabilmesi için ya bizim
onlara eskisi gibi kölelik etmemiz lazım veya onların bizi yeniden
ele geçirme umutlarını tamamen söndürerek Yeni Türkiye’nin gücü ve
büyüklüğü karşısında havlu atmalarını sağlamamız lazım,
emperyalizme ve neo-kolonyalizme pes dedirtmemiz lazım. Biz ikinci
şıkkı tercih ettik. Onun için “Tayyipçi” olduk. Onun için Davutoğlu
diyoruz. Ve biliyoruz: Erdoğan’ı “Aman efendim, bu Davutoğlu sizin
de başınızı yakacak” diye güya uyaran zevatın asıl derdi
Erdoğan’la. Zira Davutoğlu ismiyle beraber anılan dış siyasetin
bizatihî ‘sahibi’dir Erdoğan. Erdoğan’ın hayal ettiği ve hayalken
gerçeğe dönüştürmeye başladığı Yeni Türkiye’nin olmazsa
olmazlarındandır bu siyaset.
AK Parti’yi sıradan -veya hallice- bir “merkez sağ parti”den ibaret
olarak görmek isteyenler, bu siyasetin vazettiği büyük davadan ve o
büyük davanın kaçınılmaz kıldığı büyük mücadelelerden elbette yaka
silkeceklerdir.