Davutoğlu'nden önemli açıklamalar
Abone olDışişleri Bakanı Davutoğlu, Newsweek Türkiye'ye dış politikanın geleceğini anlattı: "Batı'nın parçasıyız..."
Türkiye, Mayıs’ta Brezilya ile birlikte İran’ı nükleer
takas anlaşmasına ikna ettiğinde, Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyi’nin (BM GK) takdir edeceğini düşünüyordu. Öyle
olmadı.
Hatta İran’a yönelik yaptırımlara “hayır” oyu vermesi eksen
tartışmalarını alevlendirdi. 31 Mayıs’ta Gazze’ye yardım
konvoyundaki Mavi Marmara gemisine çıkan İsrail askerlerinin 9
Türk’ü öldürmesi ve İsrail ile ilişkilerin kesilmesinin de gündeme
geldiği kriz dünyayı meşgul ediyor.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Newsweek Türkiye’den Semin Gümüşel Güner ve Selçuk Tepeli’ye dış politikanın geleceğini anlattı.
TAZMİNAT ÖDEMELERİ LAZIM
İsrail ile ilişkiler iyice gerildi. Siz de özür dilenmezse
ilişkilerin kesileceğini söylediniz. Şimdi ne
olacak?
Ortada bir eylem, bir suç var. Türkiye’nin talebi çok açık: Madem
bir ölüm var, öldüren taraf da biliniyor, bunun için bir
uluslararası soruşturma komisyonu kurulsun ve objektif hukuk
kuralları içerisinde bunun kararı verilsin. Bu siyasi bir mesele
değil, bu anlamda hukuki bir meseledir. Siyasi olması,
öldürülenlerin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olması hasebiyle bize
yüklediği sorumluluk sebebiyledir. Eğer İsrail uluslararası
soruşturma komisyonu istemiyorsa, o zaman bu suçun tanımını
kendisinin yapması, özür dilemesi ve tazminat ödemesi lazım.
Yapılmıyorsa, bazı aktörlerin fiilleri dolayısıyla mesul olmadığı
bir hukuk sistemi var demektir dünyada. Bu da kaos demektir.
İlişkilerin kesilmesinin ne olduğunu tarif eder
misiniz?
Bu iki şart olmazsa, diplomatik ilişkilerin düzelmesi mümkün olmaz.
Eğer uluslararası toplum ve uluslararası hukuk bu ölümlerin
sebebini sormuyorsa, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti olarak sorma
hakkımız vardır. Cevabı alıncaya kadar da Türkiye – İsrail
ilişkileri normal zemine oturmayacaktır. Ve Türkiye tek taraflı
olarak kendi müeyyidelerini uygulamak hakkına sahiptir.
ADIM ATMAZLARSA İLİŞKİLER KESİLİR
“İlişkiler düzelmez” ile “ilişkiler kesilir” farklı
şeyler.
Kesilme trendine girer. Bu trend böyle devam ederse, gideceği nokta
budur. Ama bu yarın, bir hafta, on gün, bir ay içinde bir şey
olacak anlamına gelmez. Onlar adım atmazsa, doğru adımlar
atılmazsa, kesilme sürecine gider. Ancak kapalı kapılar ardında
söylediklerimi sizinle paylaşamam. Ne müeyyide uygulayacağımızı
onlar biliyorlar.
İlişkiler kesilirse, “komşularla sıfır problem” ifadesi
de problemli hale gelmez mi? Bu durumda Türk dış politikasının yeni
yapısı nasıl olur?
“Komşularla sıfır problem” bir değerdir. Ama bu kadar önemli bir
başka değer de, barışın sağlanmasıdır. Herhangi bir aktör açıkça
barış süreçlerini tıkıyorsa, sivilleri abluka altında tutuyorsa,
uluslararası sularda sivilleri katlediyorsa, “komşularla sıfır
problem” ilişkisi adına, barış değeri göz ardı edilemez. İsrail’in
bu politikaları bölgesel barışı tehdit ediyor. Sıfır problem
ilişkisi geliştireceğim diye, bölgesel barışa karşı olan bu
politikayı mazur görmemiz söz konusu olamaz. 2008’de İsrail ile
ilişkilerimiz mükemmeldi çünkü İsrail barış politikaları izliyordu.
Hem Filistin tarafıyla hem de bizim üzerimizden Suriye tarafı ile
görüşüyordu. Barış perspektifine döndüğünde, İsrail ile
ilişkilerimiz 2008’den daha iyi duruma gelebilir.
O halde dış politikada bir değişiklik yok
mu?
Hayır.
NATO'DAN DAYANIŞMA BEKLİYORUZ
İlişkilerin kesildiği bir tabloda, Türkiye artık Ortadoğu’da
arabulucu olarak anılabilir mi?
Arabuluculuğun kendisi değerli değildir. Hedefi
dolayısıyla yani barışa gitmek isteyen bir muhatap varsa
değerlidir. Biz arabuluculuğu prestij, kredi, itibar için
yapmıyoruz.
ABD, Türkiye ve İsrail arasında yeni bir inisiyatif
alabilir mi?
Vatandaşlarımızın ve diğer yolcuların İsrail’den çıkartılıp
Türkiye’ye getirilmelerinde ABD’nin çok ciddi katkıları oldu. Ancak
bu, kapatılacak bir dosya değildir. Bu çerçevede de bazı çalışmalar
yürüttüklerini biliyoruz. Her şeyden önce NATO üyesi bir ülkenin
vatandaşları bilinçli bir askeri saldırıyla öldürülmüştür. Burada
bir NATO müttefik dayanışmasını sadece ABD’den değil, tüm müttefik
ülkelerden beklemek, Türkiye’nin hakkıdır.
TAKAS ANLAŞMASI BİZDEN TALEP EDİLDİ
Türkiye ve Brezilya’nın İran ile imzaladığı uranyum takası
anlaşmasından sonra BM GK daimi üyelerinin “çok geç” demesine
şaşırdınız mı?
Türkiye bu sürecin en başından sonuna kadar attığı her adımı son
dakikaya kadar müttefikleriyle istişare ederek atmıştır. Ancak
Türkiye’nin Brezilya ile birlikte yürüttüğü bu çalışmalar, uranyum
takasıyla ilgilidir, problemin tümünün çözümüyle ilgili değil.
Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun (UAEK) o dönemki başkanı
Muhammed El Baradey’in konuyu Viyana Grubu’yla istişare ettikten
sonra bize açmasından beri tüm süreçte, gerek UAEK gerekse BM daimi
üyeleri tarafından bizden talep edilen de bu takas işleminin
sağlanması suretiyle bir güven ortamının oluşturulmasıdır.
Problemin tümünün çözümü bizim tamamıyla müdahil olabileceğimiz bir
konu değil. Takasla uranyumun Türkiye’ye getirilmesi söz konusu
olduğundan biz anlaşmada tarafız. Kendimiz durumdan vazife çıkarmış
değiliz.
Tahran Anlaşması bu şartları sağlıyor
mu?
Evet. Muhtemelen, anlaşma sonrası gelişmelere bakıldığında, böyle
bir anlaşmanın olabileceğine ihtimal verilmediği için yeni bir
durum ortaya çıktı. Herkes bu yeni duruma intibakta birtakım
sıkıntılar yaşadı. Yıllardır süren tüm müzakerelerden sonra bu
konuda referans metin şeklinde kullanılabilecek tek objektif, somut
doküman bugün Tahran Anlaşması.
İRAN, 'MASADAN KALKARIZ' DEDİ... AYRINTILAR DİĞER SAYFADA...
[PAGE]
Türkiye’nin yaptırımlara “hayır” demesi Batı’da tepki
gördü.
Biz İran’a yaptırım kararına hayır oyu verirken, esas itibariyle
diplomatik kanalların açık tutulmasını ve Tahran Anlaşması’nın
sağladığı fırsatın hâlâ devrede olmasını hedefledik. Çünkü İran çok
açık bir şekilde, eğer Türkiye ve Brezilya hayır oyu vermezse
Tahran Anlaşması’na desteğini çekti anlamına gelir ve biz de
müzakere masasında kalmayız, dedi. Hâlâ bu diplomatik kanallar
üzerinden çok olumlu adımlar atmak için imkânlar mevcut. Biz de
elimizden gelen katkıyı yapmaya kararlıyız. Ancak bu katkının
bundan sonra sürdürülebilir olması için, tarafların bu kez şüphe
bırakmayacak şekilde, bu katkıları desteklediğini ifade etmesi çok
önemlidir.
Beyaz Saray “hayır” oyunu kendine yönelik almış olabilir
mi?
Onun ABD veya Sayın Obama’ya dönük bir “hayır” olmadığını defalarca
izah ettik. Bu, diplomasiye evet oyudur, BM GK daimi üyelerine
hayır oyu değil.
ABD veya müttefik ülkeler ittifakın gereklerini yaptı mı
sizce?
Biz takas işleminde istişareleri sürdürdük ancak yaptırım
tasarısının oluşum sürecinde İran’ın tek kara komşusu, BM GK ve
NATO üyesi Türkiye ile istişare edilmedi. Biz de bunu ittifak
ilişkisinin doğasına pek uygun görmedik.
İRAN'IN MEKTUBUNA CEVAP VERMEDİLER
İran’ı samimi buluyor musunuz?
Bu tür müzakerelerde samimiyet testi sübjektiftir. Kimsenin
kimseyle ilgili samimiyet testinde bulunmasını doğru görmüyorum.
Uygulama esnasında problem çıkartılırsa, samimi olunmadığına karar
verirsiniz. Ama uygulama şansı verilmedi ki. Bir tek şans verildi,
mektubun yazılması. O da yazıldı. Bizi şaşırtan hususlardan biri
de, İran’ın 17 Mayıs’taki taahhüdüne uygun şekilde 24 Mayıs’ta
Viyana Grubu’na yazdığı mektuba, yaptırımların oylanmasından 2 - 3
saat öncesine kadar cevap verilmemesidir.
BATI İTTİFAKI TAPULU MALLARI DEĞİL
Tahran’daki imza fotoğrafları da fazla samimi olmakla
eleştirildi.
Böyle bir anlaşmayı Türkiye ve Brezilya değil de, A ve B
ülkelerinin liderleri yapmış olsaydı, o fotoğraftan fazlasını
verirlerdi ve bunlar da muhtemelen büyük alkış alırlardı.
Türk dış politikası, Doğu’ya yönelik bu girişimleri
Batı’yı kaybetme pahasına da sürdürebilir mi?
İçinde olunan bir şey kaybedilmez. Biz Batı’nın içindeyiz. Batı,
eğer bizi dışarıda, kaybedilecek ya da kazanılacak bir nesne gibi
görüyorsa, mantık yanlış. NATO’da biz de herhangi bir ülke kadar
söz hakkına sahibiz. Kimse Batı ittifakını kendi tapulu malı görüp
de başkasını içinde ya da dışında telakki etme hakkına sahip değil.
Bizim izlediğimiz diplomasi tam da Batı diplomasisidir, AB
diplomasisidir. Türkiye yedi yıldır yumuşak güç uyguluyor, ekonomik
araçları kullanıyor, ülkeler arasında arabuluculuk yapıyor. Eğer
Batı değerleri bunlarsa, insan haklarıysa biz bunları savunuyoruz.
Ama esas şimdi bir sınavla karşı karşıyayız. Dokuz sivil açık
denizde öldürülmüştür. Buna karşı çıkmak mı Batı değerlerini
savunmaktır yoksa bazı ülkelere uluslararası hukuktan ayrıcalıklı
statü tanımak mı? İnsan hakları sadece bir Müslüman ya da Doğulu
bir ülke tarafından ihlal edildiğinde sesimizi çıkarıp İsrail
tarafından ihlal edildiğinde sessiz mi kalacağız? Bu çifte standart
Batı değeriyse biz o değerin içinde değiliz.
TÜRKİYE HEP DEVREDEYDİ
Türk dış politikasının üç noktada tutarsız olduğu eleştirileri var.
Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) taraf olmaması, Sudan’da
katliam konusu ve son olarak İran’da muhalefete baskıları
eleştirmemesi…
UCM hukuki bir konudur, değerlendiriyoruz. Sudan meselesine
gelince, Türkiye o zaman da şimdi de Darfur’a en yoğun yardımı
yapan ülkelerin başında. Yardım operasyonlarında merkezi hükümetle
de Darfur’daki gruplarla da temasın iyi düzeyde tutulması önemli.
Hatta bazı Batılılar, oraya sivil toplum kuruluşları ve yardım
faaliyetleri girmediğinde, “bunların girişini sağlamak için Ömer
Beşir yönetimi nezdinde ağırlığınızı koyar mısınız” diye bize
başvuruyor. Ama Ömer Beşir’in Türkiye ziyaretinde Sayın
Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül birlikte basın toplantısında bu
konuda Türkiye’nin tutumunu, bir başka devlet başkanının yanında
söylenebilecek en net ifadelerle söylemiştir. İran’daki
demokratikleşme konularında da AB açıklamalarına hep katıldık.
Özellikle eylemlerin olduğu dönemde, Batılı müttefiklerle İran
arasında yaşanan ve diplomatları da kapsayan birçok sorunun
çözümünde Türkiye devrede oldu.