Darphâne’de musiki akşamı
Abone olDarphane Binaları’nın atölyeleri, uzunca bir sessizlikten sonra son üç gündür Türk musikisinin birbirinden güzel örnekleri...
Topkapı Sarayı’nın birinci avlusunda bulunan Darphane
Binaları’nın kalıp ve çark atölyeleri, onlarca yıl yaşadığı
sessizliğin ardından son üç gündür Türk musikisinin birbirinden
güzel icralarına ev sahipliği yapıyor. Yaklaşık bir asır öncesine
kadar altın ve gümüş paraların basılıp değerli mücevherlerin
yapıldığı atölyenin taş duvarları ve ahşap çatısı, usta icracıların
ve onlara eşlik eden ney, tambur, kanun ve kemençenin içli sesiyle
ışıyor. İstanbul Müzik Festivali’nin bu yılki programında yer alan
ve Darphane Binaları’nda üç gündür süren Türk musikisi
konserlerinin ikincisi, önceki akşam gerçekleştirildi. Türk
tasavvuf musikisi ile klasik Türk musikisinin yaşayan en önemli
icracılarından Hâfız Kâni Karaca’nın yönetimindeki konser,
müzikseverlere; klasik Türk musikisinin özgün icra biçimi olan ve
artık nadiren düzenlenen geleneksel “fasıl musikisi”ni dinleme
imkânı sağladı. Bu müzik türünün en iyi saz ve ses sanatçılarını
bir araya getirmesi, kaside, gazel, na’t ve ayin gibi geleneksel
sözlü icra türlerinin duayeni olarak kabul edilen Hâfız Kâni
Karaca’nın ‘canlı’ olarak dinlenebilmesi de konserin davetlilere
sunduğu fırsatlar arasındaydı. Fasıl musikisinin özgün icrasına
olduğu gibi Kâni Karaca’nın fasıl heyetini serhânende (başokuyucu)
olarak yönettiği konserde Mehmet Güntekin, Ahmet Şahin ve Ahmet
Çalışır hânende (ses sanatçısı) olarak yer alırken Derya Türkan
(kemençe), Sadrettin Özçimi (ney), Göksel Baktagir (kanun), Kemal
Karaöz (daire) gibi sazlarda Türkiye’nin önde gelen sâzendeleri
(saz sanatçıları), hanendelere eşlik etti. Türk musikisi
repertuvarında, yaygın olarak bilinen makamlara oranla daha az
sayıda beste yapılmış makamlardan biri olan ‘hisarbuselik’
makamındaki fasılda, bu formun kalıplarının oluştuğu dönemin
bestekârlarından seçilmiş eserler icra edildi. Zeki Mehmed Ağa’nın
bu makamdaki peşrevi ile başlayıp Tanburî Büyük Osman Bey’in saz
semaisi ile sona eren fasılda, Hampartzum Limonciyan, Zekâi Dede,
İsmail Dede Efendi, Numan Ağa, Şakir Ağa, Latif Ağa, Sultan II.
Mahmud, Tanburî Mustafa Çavuş, Denizoğlu Ali Bey ve Mekkîzade’nin
beste, kârçe, şarkı ve semai gibi farklı formlarda ve bu makamın
zirvesinde sayılan eserleri, ‘usta’ sanatçıların dilinde ve elinde
en güzel halleriyle icra edildi. Konserin en güzel bölümlerinden
biri kuşkusuz, dinleyicilerin de merakla beklediği Kâni Karaca
Hoca’nın gazeliydi. Yaşayan büyük gazelhan olarak bilinen Kâni
Karaca, apaydın dünyasından, 73 yaşına rağmen o billur sesiyle,
güftesi kime ait olduğu bilinmeyen gazele başladı: “Zahm–ı sînem
hançer–i zerkâr bilmez kim bilir / Derdimin dermânını ol yâr bilmez
kim bilir / Künc–i aşkta hasret–i rûyinle câna çektiğim / Rûz–ü şeb
bu dîde–i bîdâr bilmez kim bilir...” Günümüzün en iyi
neyzenlerinden biri olan Sadrettin Özçimi, gazelin sözlerini
kanatlandıran nağmelerle eşlik etti Kâni Karaca’ya. Kanun ile ney,
tambur ile kemençenin karşılıklı iki taksimi de bir saat süren bu
müzikal yolculuğun iki güzel durağıydı. Topkapı Sarayı’ndaki
Darphane Binaları’nın kalıp ve çark atölyeleri, belki de bu
konserle, birkaç yüz metre uzağında bulunan Enderun’dan onlarca yıl
önce kendisine ulaşan seslerin aynısını yine aynı güzellikte bir
kez daha duyarak anılarını tazeledi. Tarihin derinliklerine doğru
müzikal bir yolculuğa çıkan dinleyiciler ise, Türk musikisi adına
popüler ve özgünlüğünü yitirmiş icra örneklerinden bir süre de olsa
uzaklaşarak müziğin derin ve ulvi yanıyla buluşma; geleneksel
musikinin nadiren icra edilen eserlerini dinleme imkânı buldu. Kâni
Karaca: Sadece nota okumakla iş bitmiyor Konser sonrasında
görüştüğümüz Kâni Karaca, dilinde hiç de iğreti durmayan büyük bir
tevazu ile, “Biz bu işte daha yeniyiz.” diyor ve üzerinde hakkı
bulunduğuna inandığı isimleri zikretmeyi ihmal etmiyor: “Ben
bunları başta Sadettin Kaynak, sonra da Alaeddin Yavaşca’ya
borçluyum. Onlardan çok istifade ettim.” Karaca, klasik üslubun bir
diğer temsilcisi Yavaşca’nın Türk musikisi açısından değerini bir
cümle ile vurguluyor: “Bugün Alaeddin Yavaşca’ya, Allah gecinden
versin, bir şey olsa, zayiâttandır.” Klasik üslubun bozulmadan
yenilenerek devam edeceğinden hayli ümitli Kâni Karaca. Ama bir
şartla: “Pek çoğunun tavır ve üslup öğrenmesi lâzım. Sadece nota
okumakla iş bitmiyor çünkü. Zaten eski müzisyenler, meselâ
musikimizin iki büyük ismi Itrî ve Dede Efendi, nota bilmezlermiş.
Gençler çalışırlarsa musikimiz yine yaygınlaşır. Boş verirlerse
zaman zaman inkıraza uğrar. Sadece birkaç tane şarkı öğrenmekle
musiki öğrenmiş olmaz bir insan. İyi derecede makam ve usul
bilmeli. Çünkü musikimizin ana temeli makam ve usuldür.” Kaynak:
Burhan Eren / Zaman