Darbe olmayınca çıldıran medya patronu
Abone olGazeteci-yazar Hasan Cemal'in son kitabı "Ey Asker Siyasete Karışma" çok konuşulacak gibi..
Hasan Cemal: 2004 yazında bir medya patronu darbenin
suya düştüğünü öğrenince 'Allah kahretsin vazgeçmişler' diyor. Bize
Uzan olduğu söylendi.
PATRONUN YATINDA
Son kitabı "Ey Asker Siyasete Karışma" kitabı ile çok tartışılan usta gazeteci Hasan Cemal, Taraf'a 2004 yazında yaşanan ilgniç bir diyalogu anlattı. Olay bir medya patronunun yatında geçiyor.
ANKARA'DAN GELEN TELEFON
Sarıkız, Ayışığı planlarının yapıldığı sırada Ankara'dan gelen
bir telefonla darbenin suya düştüğünü öğrenen medya patronu
telefonu güverteye atıyor: Allah kahretsin
vazgeçmişler
Cemal, Cem Uzan'ı işaret etti. Olayın tanığı Cengiz Çandar, Mehmet
Ali Birand ve Volkan Vural'la birlikte bana böyle anlattı.
DÜNYADA ÖRNEĞİ YOK
Askerin hem zihni hem kitabı değişmeli diyen Cemal'e göre yapacak şey var. Oyak'ı işaret eden Cemal, "Ordunun ekonomide oyuncu olması diye bir şey olabilir mi? Dünyada bir örneği daha yok" dedi. Taraf gazetesinden Tuğba Tekerek sordu Cemal işte böyle cevap verdi.
Artık orduya Ey Asker Siyasete Karışma diye “muhtıra”
verilebildiğine göre, Türkiye’de darbeler dönemi kapanmıştır,
diyebilir miyiz?
Türkiye’de açık darbe döneminin bittiğine ben de
inanmaya başladım. Ama bir çılgınlık anı gelebilir mi? Dipten gelen
bir dalga, bir an, İspanya’da 1980’lerin başında olduğu gibi bir
asker bir tankın tepesine binip bir çılgınlık yapar mı? Olabilir
belki ama çok zor. Öte yandan darbeler dönemi kapanmış olmakla
birlikte askerin siyasete karışmasını önleyecek kurumsal
düzenlemeler tümüyle yapılmış değil.
Ne gibi düzenlemeler?
Türkiye’de hâlâ genelkurmay başkanının başbakana bağlı olduğu açık
değil. Avrupa ülkelerinde genelkurmay başkanı savunma bakanına
bağlı. Türkiye’de hâlâ askerin kendi hukuku var. Hâlâ parlamentonun
askeri harcamaları doğru dürüst denetlemesi mümkün değil. Ayrıca
askerin siyasetten elini çekmesi için gerekli zihniyet
düzenlemesinin de yapılması gerekiyor.
Zihniyet düzenlemesi dediğiniz şey nedir?
Bu, eğitimle ilgili bir şey. Bugün asker demokrasi, hukukun
üstünlüğü açısından nasıl yetiştiriliyor diye sorarsan bunun yanıtı
olumlu değil. O kendini ülkenin sahibi ve kurtarıcısı olarak
görüyor ve öyle yetiştiriyor. Sivile güvenmiyor ve siville arasına
duvar çekiyor. Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek
günlüklerinde askerin kendisini nasıl sivilden tecrit ederek
yaşadığını, o dünyada neler olduğunu bilemediğini ve bunun yanlış
olduğunu anlatır. Bunların değişmesi lazım.
Siz kitabınızda İspanya’da 1970’lerde Franco diktasından
demokrasiye geçilirken askeri okullarda okutulan ders kitaplarının
da değiştirildiğini anlatıyorsunuz...
1985’te İspanya’ya gittiğimde Başbakan Yardımcısı ve Milli Eğitim
Bakanı bana uzun uzun anlattılar bu konuyu. Harp okullarında
okutulan ders kitapları demokrasi kültürüne uygun şekilde yeniden
yazılmış. Bu süreç çok uzun sürmüş, 80’lerin sonunda
tamamlanmış.
Türkiye’de askerî okullarda müfredatı kim
belirliyor?
Orada bir tuhaflık var. Bir taraftan öğretim birliği diyoruz. Bir
taraftan da Milli Eğitim Bakanlığı’nın askerî okullardaki ders
kitapları ve içeriği konusunda söz hakkı olduğunu sanmıyorum. Olsa
bile görünüştedir. Eğer Türkiye’de demokrasi diyorsak bunları açık
açık tartışmamız lazım. Asker kendisini nasıl yetiştiriyor, ders
kitaplarında ne yazıyor, nasıl yazılmalı... Bunları konuşmamız
lazım.
Tanklı tüfekli bir kurumun siyasi parti gibi davranması
eleştiriliyor ama ekonomideki varlığı mesele edilmiyor. OYAK’ın
çimento fabrikaları var, Erdemir’i aldı, Renault’da ortak. Sizce
ordu ekonomiden de çekilmeli mi?
Ordunun ekonomide oyuncu olması diye bir şey olabilir mi? Dünyada
bir örneği daha yok. Bir tek “Bunlar iş dünyasına girince daha
farklı düşünebilirler” diye insanın aklına geliyor. Ama bu olmadı.
Aksine, bu durum ordunun devlet içinde devlet gibi davranmasına
katkıda bulundu. Ordunun kendi hukuku var, harcamalarını
denetletmiyor, bilgi tekeli onda, bir de üstüne kendi ekonomik
işletmeleri var...
Türkiye’de ‘halkın iradesinin tam iktidar olmasını
sağlayacak’ dönüşümde kimilerine göre halktan gelen baskı
belirleyici değil, daha çok yukarıdan aşağıya reformlar ve genel
konjonktür etkili. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bunu siyah beyaz diye ayırmak zor. Türkiye’nin demokratikleşmesi
uzun yıllardır yaşanan kavgalarla ve ödenen bedellerle
gerçekleşiyor. Bu, bir süreç. Birçok şeyin rol oynadığı bu sürecin
bugün başladığını ya da yukarıdan aşağıya geldiğini söyleyemeyiz.
“Yukarılarda bir yerlerde düzenlendi de ondan dolayı mı bu
yaşanıyor?”, onu bir tarafa bırakmakta fayda var...
Gizli eller var, diye sormuyorum. Ama mesela, hep söylenir
ya, 1961 Anayasası’ndaki haklar ve özgürlükler halkın mücadelesiyle
kazanılmamıştı. Bu yüzden de 1980’de kolayca geri alındı. O nedenle
halk, oy vermenin ötesinde, bu sürecin ne kadar içinde, diye sormak
gerekmez mi?
Şöyle bakmak lazım: Askerin etkisinin azaltılmasını AK Parti
döneminde yaşamaya başladık. AK Parti de seçim sandığından çıkıp
geldi. Burada, halkın bazı şeylere sahip çıktığını, daha bilinçli
olduğunu söylemek mümkün. Bugün Türkiye 50’lerin 60’ların Türkiyesi
değil, 90’ların Türkiyesi de değil. Önceden Taraf gazetesi diye bir
gazete yoktu. Darbeci tertipleri sergileyebilen böyle bir medya
düzeni yoktu. Ortaya çıkan belgeleri yargı sürecine sokan savcılar
yoktu. O belgelerin medyaya sızması da büyük bir olaydır. Bunu
komplolara, tertiplere bağlamak doğru olmaz. Bu, askerin içinde de
demokrasiyi sahiplenenlerin olmasıyla ilgili bir durum.
Sizce genel olarak ordu içselleştiriyor mu bu dönüşümü,
özeleştiri yapıyor mu?
Ergenekon davası, darbe tertiplerinin yargılanması sağlandı. Asker
dokunulmaz olmadığını anladı. Bu çok önemli. Asker kendine bakıp
“Benim bir takım hatalarım var, bunları düzeltmek zorundayım,
özeleştiri sürecinden geçmek zorundayım” deme noktasında. Ben bunu
yapmaya başladıklarına inanıyorum. Ama daha alınacak çok mesafe
var.
Diyelim ki gelecek seçimlerde AKP iktidardan düştü. Bu
durum, askerin siyasetten çekilmesiyle ilgili süreci nasıl etkiler
sizce?
Bu sürecin bu saatten sonra kolay kolay geri gitmesi mümkün değil.
Bu hükümet gitse, ki günün birinde gidecektir, Türkiye hızla
iktidar partilerini yıpratıyor, ben o vakit de Türkiye’nin
demokrasi yolunda devam edeceğine inanıyorum. Sandıktan çıkacak
diğer partilerin de “Ey asker siyasete karışma” diyeceklerine
inanıyorum. Yavaşlayabilir süreç, hızlanabilir ama Kürt meselesini
çözmeyen, hukuk meselesini çözmeyen, yerel yönetim meselesini
çözmeyen, hâlâ tarihini yalanlarla dolduran bir ülke olmaz. Bu,
geçti artık...
Askerî vesayetin zayıflaması iş dünyasının güçlenmesiyle de
ilgili, diyebilir miyiz? Şöyle bir tez vardır: Cumhuriyet
kurulurken ülkede burjuvazi olmadığı için onun yerini askerî ve
sivil bürokrasi aldı. Türkiye de böylece güçlü burjuvazinin
getireceği demokrasiden yoksun kaldı...
Değişti o artık. İş dünyası güçlendi, dışa açıldı. Ne ister iş
dünyası? Daha çok para kazanmak. Bunun için de, diyelim ki bir
yabancı ortakla iş yapacak. Yabancının yatırım yapması için bu
ülkede ciddi bir yargı sisteminin olması lazım. İkincisi yabancı
sermaye, askerin zırt pırt siyasete müdahale ettiği bir ülkeye
gelmez. Üçüncüsü, Kürt meselesi gibi yakıcı bir meselesi olan,
huzuru ve barışı olmayan bir ülkeye de gelmez. İş dünyası istikrar
arar ve artık o da “Ey asker siyasete karışma” demektedir.
Aydın Doğan’ın darbe planlarına karşı nasıl tavır koyduğunu
siz de kitabınızda anlatmışsınız. Türkiye’de tüm medya patronları o
dönemde aynı duruşu sergiledi mi?
2003-2004 döneminde, Sarıkız, Ayışığı gibi darbe tertiplerinin
içinde olan komutanlar Aydın Doğan’a baskı yaptılar. Aydın Doğan o
zaman “Hayır” dedi, Bu dik duruş genel olarak iş dünyasının
bakışını da yansıtıyordu ama “Medya bütün darbe dönemlerinde iyi
sınav verdi mi?” diye sorarsan cevabım “Hayır”.
Ben 2004’ü soruyorum. Geçen gün bir televizyon programında
“Allah kahretsin darbe olmamış” diyen bir medya patronundan
bahsediyordunuz. Kimdi bu medya patronu?
O olay şöyle: 2004 yazında bir medya patronu Ankara’dan gelen
telefonla darbenin suya düştüğünü öğrendiği vakit teknesinin
güvertesinde elindeki telefonu yere fırlatıyor ve “Allah kahretsin,
vazgeçmişler” diyor.
Kimdi bu medya patronu?
Cem Uzan olduğu söylenmişti. Benimle beraber Cengiz Çandar, Mehmet
Ali Birand, Volkan Vural’ın önünde, olayın tanığı böyle anlatmıştı.
Bu böyle mi bilmiyorum. Bize böyle anlatılmıştı.
Kitapta Başbakan Erdoğan’ın Turgut Özal’ı örnek aldığından
bahsediyorsunuz. Hangi noktalarda örnek alıyor Özal’ı?
Özal, askerin Türkiye’de pek çok şeye engel olduğunu,
demokratikleşmeye ve özgürleşmeye taş koyduğunu, Kürt meselesi,
Kıbrıs gibi konularda önünü kapattığını gördü. Erdoğan da en çok
bence Kürt meselesinde Özal’dan etkilendi. Özal’ın askere dönük
tavrından etkilendi. Pazar ekonomisi ve dışa açılma konusunda da
Erdoğan, Özal’ın fikirlerine sahip çıktı. Özal onun için neredeyse
bir rol model oldu. Ama Erdoğan’ın Özal’ı aştığını
söyleyebilirim...
Peki, AKP’nin demokrasi açısından performansını nasıl
değerlendiriyorsunuz?
AK Parti gibi devletin dayağını yiye yiye bugünlere gelen bir
partinin lider kadrosunun demokrasi ve hukukun kıymetini daha iyi
bilmesi lazım. Ben bu pencereden AK Parti hükümetine ve Erdoğan’a
baktığım vakit bazı eksikler olduğunu çok açık görüyorum.
Genlerinde milliyetçilik var, otoriter eğilimler var. Benim de çok
eleştirdiğim konu var. Başbakan’ın kalkıp medya boykotu çağrısı
yapması, medya patronlarına “Atın bu adamları” anlamına gelecek
laflar etmesi, etkisi altındaki “yandaş” denen medya üzerindeki
gölgesi, Doğan Grubu’na vergi cezası, Deniz Feneri davasındaki
tavrı... Kürt meselesine gelince, açılım çok iyiydi fakat AK
Parti’nin inişe geçtiğini görünce fren yaptılar. KCK operasyonları,
taş atan çocuklara verilen cezalar... Ermeni meselesinde çok doğru
adımlar attılar ama 1915’le ilgili tavırları yanlıştı. Bunları
eleştirmek gerekiyor. Ama ben AK Parti’nin devlet baskısının
acısını çektiği için demokrasi yolundan tümüyle uzaklaşıp
Türkiye’yi “sivil dikta”ya çekebileceğini sanmıyorum. Kafalarında
böyle bir şey olsa bile, ki ihtimal vermiyorum, başarma şansları
olduğunu düşünmüyorum.