Internet Haber Mobil Uygulama
Internet Haber mobil uygulamasını denediniz mi?
Internet Haber mobil uygulamasını denediniz mi?
Bismillahirrahmanirrahim
Aytmatov’un Beyaz Gemi romanında içimi en çok ezen karakter Momun Dede’dir.
Momun kimin ne işi olsa koşarak giden, geleneklerin devamı için elinden geleni yapan, düğünlerde (toylarda), törenlerde, cenazede, bayramda yaşına bakıp da köşeye çekilmeden olması gerekeni kendisi yapan bir adamcağız.
Kitabın sonunda şahsi fikrime göre en büyük haksızlığı yazar Momun Dede’ye yapmıştır.
Şimdi diyecekler ki “Sana ne? Evren Aytmatov’un evreni, nasıl isterse öyle kurgular!”
Momun’un (Mümin) ekmeğinin tuzu olsaydı Aytmatov bile kendi kurmaca dünyasındaki kahramanını bu kadar ezmeye cesaret edemezdi!
Kitap okumanın faydalarından birisi de budur işte!
Karakterler üzerinde düşünür onların canlı hâllerinin yanınızda, sağınızda, solunuzda soluk almakta olduğunu anladığınız anda gardınızı ona göre alır, işinize bakarsınız!
Dar alan psikolojisi
Bununla ilgili iki hususiyet dikkatimi çekiyor ne zamandır.
Birincisi Sultan Raev poetikasına has ilginç bir özellik.
Dar bir alanda birbiriyle zıt duyguları çarpıştırmak şeklinde özetlenebilir.
Sultan Raev özellikle hikâyelerinde iki adımlık dar bir alan oluşturuyor ve birbirine zıt duyguları o mekânın içine ittiği kahramanlarına yaşatıyor!
Şehvet X Ölüm
Üzüntü X Sevinç
Sevgi X Nefret
Bu sanatın farklı bir yorumlama şekli!
Yukarıda söylediğim zıt duygular daracık bir alanda aynı anda denebilecek bir yakınlıkta yaşandığında okur duvara çarpıyor ve bahsi geçen sahneler aklından silinmiyor.
Yani sarsılıyor.
Hıncahınç ağlarken hiçbir anda sizi güldürecek bir şeyle karşılaştınız mı?
İzlemedim ama bana anlatılanlara göre TRT’nin son dizisi Gassal’ın senaristi yukarıda bahsi geçene benzer bir şeyler yapıyor.
Bizim berber Adil “Arada gülüyor, tebessümle izliyorduk, Ferdi Tayfur’un “İçim Yanar” şarkısı çıkınca yanımda çoluk çocuk var demeden zırıl zırıl ağladım!” diye anlatmıştı bana!
Hadi bunu yapalım!
Çıkış noktamız yıllar önce gördüğüm bir haber.
Suriyeli bir baba hastanenin önünde bekliyordu!
Altı aylık bebeği ölmüştü.
Bebeğinin cenazesini alacaktı!
Hüzünle yere bakarken bir fotoğrafı vardı! Uzun uzun bu fotoğrafa baktığımı hatırlıyorum.
O bebek Gassal’ın önüne gelecek, öyle ya!
Hayal edin!
Ahmet Kural’ın önünde bir bebek cenazesi, dışarıda da bekleyen genç bir anne!
O sırada İzzet Altınmeşe ve Belkıs Akkale yorumu ile “Nenni Bebek" ağıtı kenardan gelirse, Gassalımız da rutinini -yıkama işi- yapmaya devam ederse, Türkler buna ağlar!
Çünkü bizim içtimai hafızamızdaki güzellik anlayışı “acı”dır.
Türkler öyledir. Önce izler ağlarlar. Sonra birbirlerine anlatıp bir daha ağlarlar!
Diziyi çekenler bunu yaparlar mı bilmem ama yaparlarsa hem İzzet Altınmeşe’yi hem de Belkıs Akkale’yi epey ihmal ettiğimizi toplumca hatırlamış oluruz!
Ama ben bu edebiyatı da bu kurguyu da sevmiyorum!
Benim inandığım edebiyatta o bebek bir şekilde hayatta kalmalı büyüyüp adam olmalı ve ülkeyi değiştirmeli!
Mesela savcı, polis ya da ne bileyim vali olup yeni doğan sabileri üç kuruş para için yoğun bakım kuvözlerinde öldüren haydutları yakalayıp cezasını vermeli!
Bir diğer dar alan psikolojisi yaklaşımı da şu şekilde.
Sınıf gibi bir yer bulup içine doldurduğunuz insanların ahlaki değerlerini kendiniz belirliyorsunuz.
Dar alanın değerlerini nasıl belirleyeceksin Hoca?
Çok basit, güven kazanmak için mahrem bir şeyler anlatmalısınız! Yalan da olsa olur. Önemli değil!
Dar alandaki elli kişinin içine koyduğun üç dört adam söz alıp mahrem olarak görülebilecek hikâyelerini söyleyecek.
Farzı misal birisi kıçına nasıl tarak soktuğunu anlatacak, diğeri çıplaklar kampında neler yaşadığından bahsedecek. Ortamın normali bu hâle gelince herkes yavaş yavaş dökülecek.
Yarısı yalan yarısı abartı, dikkat çekmeyi ve kendisinden söz edilmesini dört gözle bekleyen iştahlıların ortaya atılması ile ortamın normali istediğimiz kıvama gelecek.
Ezcümle bulunduğun ortamın değerleri sana geçecek.
Mekânın normalini sen belirleyemiyorsan oradan ekmek çıkmaz!
En azından söz sahibi olman lazım!
Değilse delinin birisi elindeki kavalı çala çala seni uçuruma doğru sürükler!
Bir bakmışsın torunlarının elleriyle yüzlerini kapatarak dinleyecekleri hikâyeleri televizyonda milyonlarca insana anlatmışsın!
Korkutucu değil mi?
Cebimizdeki parayı nasıl cımbızla çekiyorlarsa en mahrem anılarımızı da yine kendimize anlattırıyorlar.
Yukarıda anlattığım dar alan meselesini bir de ülkeye uygulayın!
Gündüz programlarının normalini düşünün!
Ya da milleti en olmadık anılarını anlattırıp programının kapanışında “Eyvallah!" diyen bir adam var! Onun programının normalinin ülkeye dikte edildiğini farz edin!
Neyse, konumuza dönelim.
Hayal edin!
Genç anne bebeğini bekliyor. Üzgün! Solgun bir yüzü var! Dokuz ay karnında taşıdığı evladı, kokusunu doya doya içine çekemeden vefat etmiş!
Gassal işini yapıyor!
Bebek öldü kefen biçek!
Nenni oğlum, oğlum!
Son Söz:
"Hüküm Allah’ındır." (Mü’min, 40/12)