Dahiler ve Aşkları
Abone olDahiler de sevdi ama mutsuz oldu.
'Hayatta her şey yalan, buna aşk da dâhil' diyen Aragon için
'mutlu aşk yok'ken Mevlânâ, 'Aşksız olma ki ölü olmayasın, aşkla öl
ki diri kalasın' der. Dante, âşık olmanın acılarını
katmerleştirmesinden yakınırken Beethoven'in çektiği acıları
yumuşatabilecek tek şey, aşktır. Çok sayıda yazar ve şairin
emeğiyle ortaya çıkan adlı kitap, tarihte iz bırakan isimlerin aşka
bakışını anlatıyor.
Aşk, insanlığın ilk zamanlarından felsefenin ve teknolojinin
zirveye çıktığı çağlara kadar çözülememiş bir 'sır' olarak yanı
başımızda durur hep. Fânilere bahşedilmiş bir lütuf mudur, yoksa şu
dünyada oyalanması için insanın 'maruz' kaldığı bir sarhoşluk hâli
midir bilinmez. Ne olduğu sorusuna kitaplar dolusu cevap
verilmiştir verilmesine de, insanoğlu için bir muamma oluşu bugün
bile değişmemiştir aşkın. Eserlerine hayran olduğumuz dâhiler için
bile böyledir bu. Doğu-Batı kültüründeki farklı algısından öte,
aynı medeniyetteki insanlar arasında bile ne kadar farklı
yansımaları olduğunu görmek, aşkı daha da bilinmez kılıyor
şüphesiz.
Ş. Gâlib'in sözünü biraz değiştirerek söyleyelim: Bir kitap gördüm
Mecnun isminde dâhiler, onda trajedinin adı hep aşk! Özcan Erdoğan
da böyle düşünmüş olmalı ki, adlı yaklaşık 700 sayfalık bir
kitap hazırlayarak, eserleriyle belleklerimizde yer etmiş
'dâhi'lerin aşka bakışını ortaya koymuş. Louis Aragon'la başlayan
kitapta, Beethoven'dan Oscar Wilde'a, Van Gogh'dan Rilke'ye,
Leonardo da Vinci'den Mevlânâ'ya, Virginia Woolf'tan Karl Marx'a
uzanan geniş yelpazede bir liste çıkıyor karşımıza. Ancak,
Erdoğan'ın da belirttiği gibi farklı dünyalarda kriterleri
değişkenlik arz eden bir kavram dâhilik. Kitap hazırlanırken genel
kabuller üzerinden gidilmeye özen gösterilmiş. Elbette ki dışarıda
kalan isimler olmuş. Bu isimler, dâhi olmadıkları için değil, gönül
ilişkilerine dair bilgi bulunamadığı için listede yok.
Dünyanın belleğinde yer tutmuş bu sıra dışı insanları, aşkları
ekseninde bir araya getirme gayreti başlı başına takdiri hak
ediyor. Öte yandan kitabı, bu alanda ilk olması dolayısıyla bir yol
açma gayreti olarak değerlendirmek daha isabetli olsa gerek.
Kitapta heyecan uyandırıcı en önemli özellik, 'içindekiler'
bölümüne bakınca karşınıza çıkıyor. Özcan Erdoğan, böylesine
kapsamlı bir çalışmayı tek başına hazırlayıp kendi dünyasına
hapsetmemiş. Her dâhiyi onu tanıyan, onunla gönül ve fikir bağı
olan yazar ve şairlere yazdırmış ve okuyucuya da şimdiye kadar
gördüğünden farklı bir pencereden dâhilere bakma imkânı sağlamış.
Dâhileri yazan kalemlerin, onların hayatını ve eserlerini ne kadar
iyi tanıdığı sayfalar ilerledikçe ortaya çıkıyor. Aragon'un
hayatını ve sanatını 'Elsa'dan önce', Elsa'dan sonra' diye
ayırmanın ne kadar doğru bir tespit olduğu bunlardan biri mesela.
'Das Capital' yazarı Karl Marx'ın insanı şaşırtan duygusallığının
yanında, dönemin tabuları yüzünden nişanlısı Jenny ile evlenebilmek
için 7 yıl beklemesi ise bir başka ayrıntı. Bununla beraber;
"Cinsellik aşkın çirkin yüzüdür" diyen Virginia Woolf'un acılarını
anlamak; "Kendimden başka hiçbir eksiğim yok" diyen Kafka'nın,
sevgilisi Milena ile buluşmak için telgrafa yazdığı 'Else hasta'
şifresini çözmek; Goethe'ye 'Genç Werther'in Acıları'nı yazdıran
kadının kim olduğunu öğrenmek, bir okur olarak bize 'dâhi'lerin
dünyasına yaklaşma imkânı veriyor.
Kitapta sanat, edebiyat, bilim ve düşünce dünyasını bir şekilde
etkilemiş 44 isme yer veriliyor. Bu isimlerin aşkla olan
macerasını, 33 yazar/şair anlatıyor. Louis Aragon'u Bahadır Gülmez,
Baudelaire'i Baki Ayhan T., Beethoven'ı Halim Şafak, Yahya Kemal'i
Şeref Bilsel, Brecht'i Eren Aysan, Bukowski'yi Zate Zatturi,
Chopin'i Neval Eyüboğlu, Salvador Dali'yi Özcan Erdoğan, Furuğ'u
Haşim Hüsrevşahi, Goethe'yi Emel İrtem, Van Gogh'u Çiğdem Sezer,
Nazım Hikmet'i Efe Duyan, Kafka'yı Asuman Susam, Frida Kahlo'yu
Burcu Aktaş, Marx'ı A. Galip, Picasso'yu Derya Önder, Sylvia
Plath'i Enis Akın, Rilke'yi Yüksel Pazarkaya, Shakespeare'i Betül
Dünder, Oscar Wilde'ı Küçük İskender, Virginia Woolf'u Gonca Özmen
ve Leonardo da Vinci'yi Funda Aksüt'ün kaleminden okuyoruz.
Dâhilikle delilik arasındaki incecik çizgide gidip gelmiş bu
isimlerin ortak yanı, aşkın peşinde bir trajediye sürüklenmiş
olmaları. Görüyoruz ki, sırrı hâlâ çözülemeyen aşk, başı bulutlara
değen 'dâhi'lere bile diz çöktürüyor. Ve onların yenilgisi hayli
trajik oluyor.
Aşkın dâhicesi..
Salvador Dali: 'Büyük bir sanat eseri yaratmaya
karar veren her iyi ressam, önce benim karımla evlenmelidir. Her
erkek bir kadınla evlenebilir, fakat sadece Galya onun ruhunu
iyileştirebilir.'
Baudelaire: 'Benim gibi bir oğlu olan kadın bir
daha evlenmemeliydi' (Annesinin başka bir adamla evlenmesi
üzerine).
Karl Marx: '... büyük kentler düşündüğümden daha
da hareketli, ekonomi istatistikleri karabasandan daha ağır ve
karışık. Sanat ise, Jenny kadar güzel değil.' (Babasına yazdığı bir
mektupta)
Franz Kafka: 'Sen bir bıçaksın, ben de durmadan
içimi deşiyorum o bıçakla.' (Milena'ya...)
Charles Bukowski: 'Kadınlar her yere yanlarında
aynayla gitmekten vazgeçtiklerinde, bana kadın haklarından
bahsedilebilir belki.'
(Zaman)