DAEŞ'e destek iftiralarında FETÖ'nün parmak izleri
Abone olFETÖ'cü medya tarafından yayılan yalan haberler, içeride ve dışarıda Türkiye’ye muhalif kanallar tarafından ‘sözde muteber yerel bir kaynağa’ dayandırılarak alıntılanıyor ve dolaşıma sokuluyor.
New York Times’a 25 Temmuz tarihinde bir yazı yazarak,
ABD yönetimini Türkiye’nin talepleri doğrultusunda tavır almaması
ve kendisini iade etmemesi konusunda iknaya çalışan Fethullah
Gülen’in, 15 Temmuz darbe girişiminden bu yana yaptığı açıklamalar,
titizlikle analiz edilmeyi hak ediyor.
Fethullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) TSK’daki kolunun başarısız darbe girişimi sonrası, ABD’nin bu darbe teşebbüsündeki rolünün sorgulandığı bu süreçte, örgütün lideri Gülen’in verdiği demeçler, meselenin küresel ve bölgesel boyutunu da doğru değerlendirebilmemiz açısından önem taşıyor. Ayrıca Gülen’in ifadeleri, bundan sonra neler olabileceğine dair analizlerimiz açısından da kritik şifreler barındırıyor.
Asgari 30-35 yıllık devasa bir yatırımın çökmesi olarak da yorumlayabileceğimiz başarısız darbe girişiminin sonunda, ABD yönetimi, eğer Türk kamuoyunun büyük çoğunluğunun inandığı şekilde bu örgütle doğrudan bağlantılı ise Gülen'i Türkiye’ye iade etmeyebilir. Bu nedenle Gülen’in New York Times yazısı, verilen görevi yerine getirememiş ve eline yüzüne bulaştırmış bir personelin kovulma korkusu gibi de okunabilir. Nitekim, FETÖ liderinin ve üyelerinin bir yandan ABD’de kalmaya çalışırken, bir yandan da alternatif ülkeleri düşünmeye başladıkları, medyaya yansıyan bazı haberlerden anlaşılıyor. Örneğin Mısır’dan gelen haberlere göre, FETÖ üyeleri darbe girişimi sonrası Kahire’de temaslarını artırmış durumda. Öte yandan, 2013 yılındaki kanlı Mısır darbesi sonucunda muhalif duruma düşmekten öte, terör örgütü olarak ilan edilen Müslüman Kardeşler'in bazı üyelerinin Türkiye’de bulunması nedeniyle bu ihtimal, Mısır tarafından Türkiye’yle bir hesaplaşma fırsatı olarak da görülebilir.
Sisi yönetiminin FETÖ darbesinin gerçekleşme ihtimalini büyük bir heyecanla karşıladığı dikkate alındığında, girişimin başarısızlığa uğramasının Mısır'da büyük bir hayal kırıklığına neden olduğu tahmin edilebilir. Nitekim Mısır, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi nezdinde, Türkiye’deki darbe girişimini kınama ve demokratik yollarla seçilen iktidarın yanında durma yönünde bir açıklama yapılmasına dahi engel oldu. Başarısız darbe girişimi öncesi Türkiye ile ilişkileri düzeltmeye yönelik sinyaller veren Mısır, şimdi Türkiye’yle ilişkileri daha da kötü bir noktaya taşıma pahasına Gülen’e sığınma hakkı verir mi? Bu ihtimal, bölgede yaşanan ülkeler arası gerilimlerin daha da artmasına neden olabilir.
FETÖ’NÜN İSLAMLA MESELESİ
Aslında FETÖ'nün en agresif sosyal medya kullanıcılarından Tuncay
Opçin'in "Bizim işimiz AKP'yle değil, Siyasal İslam’la. Bu anlayış
yok olana kadar yola devam" türünde çok sayıda sosyal medya
paylaşımını hatırlayanlar için, demokratik yollarla seçilen
Müslüman Kardeşler'in darbeci general Sisi yönetimi tarafından
devrilerek terör örgütü ilan edildiği Mısır’la FETÖ arasındaki bu
açık yakınlaşma şaşırtıcı değil. Ontario’da bulunan bir diğer
FETÖ'cü Faruk Arslan’ın yine FETÖ'cü Çorum Haber sitesinde
yayınlanan ve çokça karşılaştığımız mistik dil ve tabirlerle kaleme
alınan “2016’da Salih Zat görevi devralıyor” başlıklı yazısında,
FETÖ'cülere ‘Büyük Mehdinin 3. görevini yapacak Kartal Kahtani’nin
gelişinin, ‘bu devrin Süfyanının ölümüyle bir Yavuzun doğuşunun’
müjdelenişinde bu bakımdan dikkat çeken detaylar yer alıyor.
‘Süfyan’ bu yazıda daha önce de ‘Süfyan’, ‘Yezid’, ‘diktatör’,
‘despot’ vb. pek çok hakaretle niteledikleri Erdoğan için, ‘Salih
Zat’, ‘Kartal Kahtani’ ve ‘Yavuz’ gibi ifadeler de Fethullah Gülen
için kullanılıyor ve 2016’da Fethullah Gülen’in Erdoğan’ı devirerek
görevi devralacağı iddia ediliyor. Dolayısıyla son yıllarda küresel
ölçekte önce “Siyasal İslam ve Ak Parti” ilişkisi, ardından
“iktidarın DAEŞ’e destek verdiği” iftiraları üzerinden üretilen
tezvirat ve bu denklemde FETÖ’nün rolü üzerinde özenle durulması
gerekiyor.
Gülen’in 15 Temmuz sonrası verdiği ilk uzun röportaj sırasında, mikrofonu uzatan kişinin Türkiye’nin DAEŞ’e destek verdiği iddialarına ilişkin sorusunu cevaplarken, “Erdoğan’ın Sisi’yi Firavunlaştırıp kendisini Musa yerine koyduğu ve Erdoğan’ın aslında Mısır’ı da ele geçirme arzusu taşıdığı” iddiasında bulunması bu bakımdan oldukça önemli. Gülen ayrıca bu röportajda, Suriye-Mısır-Türkiye üçgeninde başlayan ve bölgeye kaos getiren darbeler ve iç savaşlar döneminde FETÖ etkisini daha geniş şekilde değerlendirmemiz gerektiğini ortaya koyan cümleler sarf ediyor.
DAEŞ'E DESTEK TEZVİRATI
“Dünyada IŞİD'in bir terör örgütü, daha evvel El-Kaide’nin bir
terör örgütü ve Türkiye’de uzantısı Tahşiye’nin bir terör örgütü
olduğu kamuoyunda bilinirken, onlar el altından yardım ediyordu.”
Aslında salt bu cümle bile, Türkiye’nin Müslüman Kardeşler
üzerinden çeşitli şekillerde suçlanmasını müteakip, DAEŞ’e destek
verme iddialarıyla karşı karşıya kaldığı dönemde FETÖ’nün parmak
izlerini hatırlamamıza yardımcı olabilir. Gülen’in kendisine
muhalefet eden Nur cemaatinin Tahşiyeciler grubunu ve grubun
liderini STV’de yayınlanan “Tek Türkiye” dizisi üzerinden hedef
gösterdiğini, bunu müteakip Tahşiyeciler grubuna operasyon
düzenlendiğini hatırlarsınız. Yine 17-25 Aralık sonrası Ocak
2014’te İHH Kilis ofisine yapılan paralel baskını Zaman gazetesi
“El-Kaide Operasyonu”, Bugün gazetesi ise “El-Kaide’ye büyük darbe”
şeklinde vermişti.
Ancak bunlar sadece medya üzerinden gerçekleştirilen karalama kampanyaları ve birbirinden bağımsız güç kavgaları değildi. Bu iddiaları yargıda perçinlemek için verilen uğraş, “Türkiye ve El-Kaide” bağlantıları kurmak için özenle yerleştirilen parçalardan bazılarıydı. Yine 2014 Ocak ayında, Suriye’ye giden üç MİT tırının Hatay’da, paralel savcı Özcan Şişman’ın emriyle jandarma tarafından durduruluşu ve 15 Temmuz darbe girişimi sonrası hakkında gözaltı kararı çıkan eski Radikal gazetesi muhabiri Fatih Yağmur’un bu operasyonu önce İHH, sonra MİT üzerinden “Yardım tırlarında silah iddiası” şeklinde haberleştirmesi, bu kurgunun en önemli parçasıydı. Yağmur’un haberi, sosyal medyadaki FETÖ'cülerin başını çektiği bir grup tarafından hızlıca “Silahlar DAEŞ’e gidiyordu” şeklinde çarpıtıldı; bunun sonucunda bitmek bilmeyen “Türkiye DAEŞ’e yardım ediyor” iftirası, kaynağı sorgulanmaksızın dolaşıma sokulmuş oldu.
“Bu tırlar meselesinde de bu söz konusuydu. Bunu askerler yakalamışlardı, silah doluydu... IŞİD ve Nusra sürekli bu hükümet tarafından desteklendi." Söz konusu röportajda Fethullah Gülen’in kurduğu bu cümleler, hem FETÖ’nün Selam-Tevhid kumpasıyla Ak Parti’nin terör örgütü ilan edilmesi yönündeki ilk faaliyetlerine hem de 15 Temmuz darbe girişimi başarılı olsa devirmiş olacakları iktidara yöneltilecek bir kısım suçlamalara ışık tutuyor. Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın 15 Temmuz darbe girişimi gecesi yaşananlara ilişkin olarak verdiği tanık ifadesinde belirttiği, Tuğgeneral Hakan Evrim’in “Sizi kanaat önderimiz Fethullah Gülen’le görüştürelim” cümlesi de bu bakımdan, FETÖ liderinin Selam-Tevhid kumpasından 15 Temmuz darbe girişimine, tüm faaliyetlerde doğrudan söz sahibi ve karar verici olduğunu ortaya koyuyor.
Ancak sadece bununla da kalmıyor, Gülen’in söz konusu röportajda sarf ettiği cümlelerin ışık tuttuğu gerçekler. Gülen’in “Beşşar Esed’i devirip Suriye, Ortadoğu ve İslam dünyası nezdinde kendini Emiru'l-müminin ilan etme amacındaydı. Suriye’den sonra Ürdün, Mağrib ülkeleri ve Mısır’a da girecekti. İslam dünyasında böyle emelleri vardı. IŞİD ile bu emellerine ulaşmaya çalıştı. Hala IŞİD’e yardım ediyor, para veriyor, tedavi ediyor” ifadesi, uluslararası medyada sıkça karşılaştığımız, ‘Erdoğan’ın Esed’i bir saplantı haline getirdiği’, ‘neo-Osmanlıcılık hayalleri kurduğu’ yönündeki iddiaların dayandırıldığı ilk temellerin, FETÖ'cü medya ve sosyal medya hesapları olduğu gerçeğini bize hatırlatırken, bu iftiraların Türk medyasında dolaşıma sokulması talimatının da Fethullah Gülen'den geldiğine işaret ediyor.
Sadece karalama kampanyası değil, korkunç bir proje
Tüm dünyada “DAEŞ-Türkiye ilişkisi” konulu yüzlerce, binlerce
habere kaynak olan bu tür iftiraların, sadece yalan haber olarak
kaldığını düşünmek maalesef imkansız. Columbia Üniversitesi İnsan
Hakları Çalışmaları Enstitüsü Barışın İnşası ve Haklar programı
Direktörü David L. Philips imzalı bir araştırmanın büyük bir
kısmının kaynakları, kaynaklarının kaynakları ve görüşlerine
başvurulan isimlerin kaynakları, FETÖ’nün medya ayaklarına
dayanıyor. Kurgulanan kumpasın titiz ve sistematik bir çalışmayla
dünyaya yayılmasına en son örnek, 15 Temmuz darbe girişimi günü
Türkiye’ye gelmesinden bir gün önce Amerikan Kongresi Dış İlişkiler
Komisyonu’nda düzenlenen bir oturumda yer alan eski CIA danışmanı
ve ‘ılımlı İslam’ teorisyeni Henri Barkey’in, “Türkiye cihadçıları
silahlandırıyor” iddialarında bulunmasıydı. Tezleri FETÖ'nün
iddialarıyla birebir örtüşen Barkey’in ve oturuma katılan diğer
uzmanların ‘kayda geçirdikleri’ savlarını Türkiye’ye ilk duyuran
ise FETÖ’yle doğrudan bağlantılı haber sitesi Haberdar'dı. Öte
yandan oturumda, Gülen örgütünün Mason örgütlenmesine benzetilerek
katılımcılar tarafından yoğun şekilde savunulması da dikkat çeken
bir başka ayrıntıydı.
Özetle, uzunca bir süredir FETÖ'cü medya tarafından yayılan yalan haberler, içeride ve dışarıda Türkiye’ye muhalif medyatik, akademik, istihbari ve siyasi kanallar tarafından ‘sözde muteber yerel bir kaynağa’ dayandırılarak alıntılanıyor ve dolaşıma sokuluyor, aynı zamanda kayıt altına alınıyor. Öte yandan Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International) gibi kuruluşlar aracılığıyla FETÖ ile bağlantılı medya kurum ve kuruluşlarına yapılan terör ve darbe girişimi operasyonları, dikkatli bir şekilde FETÖ’nün adını anmadan ve örgütün darbe girişiminin ardında olduğu gerçeğinden bahsetmeden muhalif medyanın susturulması olarak lanse ediliyor.
Fethullah Gülen söz konusu röportajda şu şekilde devam ediyor: “Bunlar sadece istihbarat örgütlerinin bildiği şeyler değil, herkes biliyor. Dünyada en çok IŞİD’e katılanlar Türkiye’den katılıyor. Şu anda bile Türkiye’nin sokaklarında IŞİD geziyor. Hükümet kendisine muhalif olan dindarların evini basıyor, bu insanları alıyor, öldürüyorlar, kesiyorlar, vuruyorlar, siz iktidara muhalif hareket ettiniz diye. Şu anda IŞİD bir numaralı malzeme olarak kullanılıyor.” DAEŞ'e Türkiye’den katılım oranlarını diğer ülkelerle karşılaştırdığımızda, Fethullah Gülen’in bu sözlerinin, alışageldiğimiz karalama kampanyasına dayalı hatalı bilgiden kaynaklandığını düşünebilirsiniz; ancak ‘iktidarın muhaliflerin evlerini IŞİD aracılığıyla bastığı, muhaliflerin öldürüldüğü, kesildiği, vurulduğu’ ifadeleri çok daha tehlikeli ve bilinçli bir iftiraya işaret ediyor. Türkiye’de böyle bir olayın yaşandığına dair hiçbir haber, hatta hiçbir emare yok, ancak FETÖ lideri Gülen böyle bir yalanı rahatlıkla, gözünü bile kırpmadan söyleyebiliyor. Bu da sistematik iftiraların boyutuna ve projenin ulaşabileceği çapa işaret ediyor.
ASKERİN KAFASI KESİLDİ YALANI
15 Temmuz gecesi ilerleyen saatlerde, darbe girişiminin başarısız
olacağının anlaşılması üzerine ve sonrasında bazı yerli ve yabancı
sosyal medya hesaplarında, Türk halkının darbe girişimine
gösterdiği müthiş reaksiyonun “seküler Türk ordusu Erdoğan
destekçisi DAEŞ'çilere karşı mücadele ediyor” şeklinde
resmedilmeye çalışıldığına şahit olmuştuk. Bu tür iddiaların
devamı, itibar gören medya kanallarınca da ‘seküler Türk ordusu
İslamcı Erdoğan’a karşı’ haber ve yorumlarıyla getirildi. Bu
durumu, ‘Hizmet’ olarak tanımladığı örgüt tabanına kendisini
‘Mehdi’ olarak sunan Fethullah Gülen’in, dünyaya ise çelişkili
biçimde ‘demokrasi savunucusu’, ‘ılımlı Müslüman’ ve ‘Erdoğan
muhalifi din adamı’ olarak resmedişiyle beraber okursak, Erdoğan’ın
‘radikal İslam’ın, Gülen’inse ‘ılımlı İslam’ın temsilcisi olarak
portrelenmeye, hatta darbe girişiminin dahi bu minvalde
meşrulaştırılmaya çalışıldığı açıkça görülüyor. Aynı şekilde 16
Temmuz günü sabahın ilk saatlerinde, Türkiye’yi sarsan "kafası
kesilen asker" yalanı da “DAEŞ'çiler sokakta seküler Türk
ordusuyla karşı karşıya” izlenimi vermek adına ortaya sürülen
tezviratın bir parçası olarak önümüzde duruyor.
GÜLEN: ERDOĞAN KÜRTLERE KARŞI AŞIRI SERT
“Türkiye DAEŞ’i destekliyor”, “Türkiye’de artan DAEŞ tehdidi”,
“Erdoğan Esed’i saplantı haline getirdiği için DAEŞ’i besledi” türü
iftiraların, iç ve dış medyada sıkça terör örgütü PKK’nın ve Suriye
uzantısı PYD’nin ‘DAEŞ’e karşı savaşan özgürlük savaşçıları’ gibi
resmedilerek meşrulaştırılmaya çalışıldığı biliniyor. Hatta
PKK’nın, Suriye’deki savaşı Türkiye’ye taşımak amacıyla ateşkesi
bozmasının, uluslararası medyada ‘Erdoğan’ın Kürtlere karşı savaşı’
şeklinde çarpıtılarak anlatıldığı da malum. Geçmişi çözüm
süreci karşıtlığı ve yer yer Kürt düşmanlığı ile dolu olan
Fethullah Gülen’in, bu yazının başında bahsedilen New York Times
makalesinde, “Erdoğan’ın, gazeteleri keyfi olarak kapattığı,
binlerce hakim, savcı, polis memuru ve kamu görevlisini görevden
aldığını” söylemesinin yanı sıra “özellikle Kürt topluluklarına
karşı aşırı sert önlemler aldığı” iddiasında bulunması da, Gülen’in
Türkiye-PKK savaşına ilişkin yürütülen küresel karalama
kampanyasına dahil olduğunu gösteriyor.
Yine söz konusu röportajda, “Katiyyen IŞİD’den vazgeçmiş değiller. Dünyada IŞİD’in en büyük müdafii bizdekiler, iktidardakilerdir” diyen Fethullah Gülen’in, orduyu bir şekilde ayrıştırma ihtiyacı duyması dikkat çekiyor. “Dünyaya karşı IŞİD’e karşı savaş veriliyor gibi bir şey yapılıyor. Ama verilmiyor. Askeriyenin bu bakımdan bazı teşebbüsleri samimi olabilir. Ona bir şey diyemem. Askeriye bir kısım bombaları IŞİD’e yağdırıyordur, Ruslar da aynı şeyi yapıyorlardır, Amerikalılar da aynı şeyi yapıyorlardır,” diyen Gülen, kendisini kanaat önderi belleyen darbeci askerleri bu cümleleriyle kayırıyor.
FETÖ’nün elinin değdiği her alanda şüphe var
Ancak bu ifade yalnızca Gülen’e sadık darbeci askerleri koruyup
kollama, iktidarı karalama amacını ortaya koymuyor, bugüne kadar
Suriye’den Irak’a, DAEŞ’le mücadeleden PKK’ya pek çok konuda,
Türkiye Cumhuriyeti’ne değil de Gülen’e sadık ordu ve devlet
mensuplarının neler yapmış olabileceğini de sorgulatıyor. Erdoğan
ve Ak Parti’nin DAEŞ'i desteklediğini iddia eden bir yapı, devlette
ve orduda paralel bir oluşum içindeyse, bunu böyle göstermek için
neler yapmış olabilir? Neler yapmamış olabilir ki?
FETÖ ‘Türkiye DAEŞ’i destekliyor’ diyebilmek için sadece MİT tırları üzerinden bir girişimle yetinmiş midir, yoksa ‘sınırda Türk askeri ve DAEŞ’in yakın görüntüleri’ şeklinde verilen haberlerin ortaya çıkması için kasıtlı hareket etmiş midir? Musul DAEŞ tarafından işgal edildiğinde, Erbil ve Ankara’nın talebine rağmen TSK tanklarının hareket etmemesinin arkasında FETÖ’nün darbeci askerlerinin etkisi var mıdır? Ya da Cizre, Yüksekova, Sur çatışmaları sürerken Nusaybin’deki hendeklerin 2. Ordu’ya bağlı tankların gözü önünde kazılması gibi pek çok PKK faaliyetine FETÖ'cü askerler tarafından mı göz yumulmuştur?
Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopterinin düşürülmesinden Uludere faciasına ve Ergenekon ve Balyoz davalarından Rus uçağının vurulmasına kadar pek çok olayla ilgili soru işaretleri, Türkiye’nin ve bölgenin en az 20 yıllık tarihinin, ortaya çıkan veriler ışığında yeniden yazılacağını gösteriyor. “Erdoğan DAEŞ’i destekliyor” ve “Erdoğan Kürtler’e savaş açtı” iddialarını desteklemek ve büyütmek isteyen gizli el, eğer 356 generali olan TSK’da 149 general barındırıyorsa, neler yapabilir ve neler yapabilmiştir? Daha da ötesi, kapalı kutu olan orduya bu çapta sızabilen, yargı, emniyet ve hatta Tarım ve Köy İşleri gibi bürokratik makamlara bile adam yerleştiren bu yapının, PKK ve DAEŞ gibi yapılarla doğrudan ilişkileri de merak konusudur. Devlete bu çapta sızabilen bir yapı, pekala diğer terör örgütlerine bile sızmış olabilir.
Nitekim geleneksel İslam’ın tasfiyesi, İslam coğrafyasının ‘radikal’ ve ‘ılımlı’ diye iki cepheye bölünmesi, Mısır’dan Suriye’ye darbecilere ve diktatörlere arka çıkma, ‘Müslüman Kardeşler’ gibi muhaliflerin ‘terörist’ olarak kabullenilmesi ve DAEŞ’le aynı fotoğrafa yerleştirilmesi gibi adımların Türkiye ayağını atarken ‘Hizmet’ kisvesinin ardına sığınmış FETÖ'nün ne kadar vahşi olabildiğini 15 Temmuz gecesi gördük. İşte bu ve benzeri sorular, en büyük takıntısı Türkiye’nin dış politikası olan FETÖ’nün, asker, istihbarat ve diplomasi vasıtasıyla attığı her adımın titizlikle incelenmesi gerektiğini ortaya koyuyor. Bunun yanı sıra, FETÖ ve liderinin Mısır’a kaçma ihtimali, eğer gerçekleşirse, bölgede süper güçlerin terör örgütleri üzerinden sürdürdüğü vekalet savaşlarının, ülkeler ve ordular arasında fiili bir savaşa dönüşebilmesi tehlikesini de barındırıyor.