Da Vincinin Anadolu şifresi
Abone olDa Vinci Şifresi kitabı ve filmiyle gündeme oturan Leonardo da Vinci bir Ortadoğulu kölenin oğlu çıktı.
Hayatının bir kısmını Anadolu'da geçirmiş Da Vinci, 1482
Erzincan depremini görmüş olabilir mi? Memlükler için mühendis
olarak çalıştığı iddiası ne kadar doğru?
Hepimizi aldatmış!" diye bağırıyordu Langdon. "Bizi, hepimizi ve
bizim üzerimizden bütün dünyayı aldatmış!"
Sophie Neveu* başını Codex Atlanticus'a gömmüş Langdon'u
seyrediyordu. "Kim?" diyebildi.
"Dan Brown! Başka kim olabilir? Benim, senin, bizim seçilmemiz
tesadüf değildi. Bir simgebilim profesörü ve bir kriptolog! Tabii
ki anlattığı her şeye inanacaktık. Dinlerinden memnun olmayan,
'hakikat bir yerlerde gizleniyor olmalı' diyen milyonlar da bizi
takip edecekti."
"Neler söylüyorsun sen?" diye direndi Sophie. "Ne demek aldatmış?
Kutsal Kâse yalan mıydı diyorsun? Son Akşam Yemeği tablosundaki
işaretler, Mona Lisa'nın anlattığı sırlar, Sion Tarikatı… Yalan
mıydı bunlar?"
Robert Langdon "Nasıl oldu da bu oyuna geldik" dercesine başını
salladı. "Leonardo solaktı Sophie… Solaktı ve Ortadoğulu bir
kölenin çocuğuydu. Bu her şeyi açıklıyor. Geri kalan her şey Dan
Brown'ın sivri zekasının ürünüydü."
"Ama ya Sofia! Eskinin hikmeti! Kripteksteki şifreler? Her şey o
kadar güzel oturmuştu ki üst üste. Hem Leonardo'nun solaklığı neyi
açıklar? Sion Tarikatı'nın lideri değildi, solaktı… Ne demek
bu?"
"Her şeyi açıklayacağım Sophie. Leonardo eskinin hikmetine hiç de
prim vermediğini yazmış not defterine. Onun aradığı hikmetle
inancın buluşmasıydı. Sofia değil, Hagia Sofia; kutsal hikmet yani.
Leonardo Avrupa'nın felsefesi ile Doğu'nun dinini buluşturmaya
çalışıyordu. Sembolik olarak bunu yapacak bir köprü de planlamıştı;
İstanbul'da… Asya'yla Avrupa'yı birleştirecek ilk Boğaz Köprüsü'nü.
Codex'te Memlüklerin Suriye Devâdâr'ına gönderdiği mektuplar da
var. Codex'i yayınlayan Profesör Richter Leonardo'nun Anadolu'da
Müslüman olduğunu bile iddia ediyor. Anlıyor musun? Dan Brown
muhteşem bir hikaye uydurmuş. Bizi de, Leonardo'yu da
kullanmış."
"Ama neden?" diye direndi Sophie. "Sadece daha çok satan bir kitap
için mi?"
"Hayır" dedi Langdon. "Umberto Eco'yu tanıyor musun?"
"Kitaplarını okudum. Şu Gülün Adı ve… Ve Foucoult Sarkacı."
"Dan Brown bu iki kitabın intikamını alıyordu. Farkındaysan azılı
bir kafir olan Eco o iki kitapta Mabed Şövalyelerini ve onlarla
irtibatlı olan bütün bir Masonik kültürü yerin dibine geçiriyordu.
Dan Brown'ın Da Vinci Şifresi'ni Masonların siparişiyle yazdığını
da duymuşsundur. Gül Kardeşliği kendisini temize çıkarmak için
bizi, Leonardo'yu, Mecdelli Meryem'i, Hazreti İsa'yı, kısacası
herkesi kullanmış. Eco'nun sunduğu resme ne kadar da uyuyor bu
tavır."
"Bir dakika," dedi Sophie. "Baştan alalım. Ta şu Ortadoğulu anne
faslından…"
Leonardo da Vinci 1452 yılında Ser Piero adında bir Floransa
vatandaşının oğlu olarak dünyaya geldi. Doğuştan talihsiz bir
çocuktu Leonardo. Annesi babasıyla evli değildi. Doğumunun
üzerinden kısa bir süre geçtiğinde evlendiler, fakat birbirleriyle
değil, farklı insanlarla. Beş yaşına geldiğinde Leonardo, anne
Katerina'nın evinden biyolojik babasının yanına taşındı. Bir okula
kaydolabilmesi için şarttı bu.
ANNESİ KÖYLÜ DEĞİL KÖLEYDİ
Dünya tarihinin ilk psikoanalitik biyografisini Leonardo da Vinci
hakkında yazan Sigmund Freud bu erken çocukluk tecrübesinin hem
yıkıcı hem de dâhi kılıcı etkisine değinir. Freud'un bildiği
kadarıyla Leonardo'nun öz annesi Floransalı bir köy kızıydı.
Annesinden ayrılmak ve babasının daha sonra yapacağı iki evlilikten
doğan onbir kardeşin dışlayıcı bakışları altında yaşamak
Leonardo'yu yalnızlığa itmişti. Gayr-i meşru olduğu için
çocukluğunu doyasıya yaşayamamış ve Peter Pan Kompleksi
geliştirmişti. Yani ömrü boyunca hep çocuk kalmıştı. Muhteşem bir
zeka, beş yaşlarında kalmış bir his dünyasıyla birleştiğinde ortaya
savaş makinelerini oyuncak olarak kurgulayan, hayal gücü
alabildiğine engin, fakat hiçbir işi bitiremeyen bir kişilik
çıkmıştı. Tabii Freud'un analizinden bekleneceği üzere bu, Oedipus
Kompleksli, eserlerinde çizdiği kadınlara ilgi duyan, ama aynı
zamanda homoseksüel bir kişilikti…
Da Vinci dehasının ortaya çıkışında çocukluk günlerinin etkisi
üzerine yapılan bütün çalışmalar anne Katerina'yı görmezden gelir.
Biraz da bir köylü kızı olmasındandı bu. Oysa gerçek adının ne
olduğu bilinmeyen Katerina, Floransalı bir köylü değildi. 2002
yılında İtalya'daki Museo Ideale eski ustanın annesinin
Ortadoğu'dan getirilmiş bir köle olduğunu kanıtlayan belgelere
ulaştığını açıkladı. Müze yöneticisi A. Vezzosi'nin anlattığına
göre Leonardo'nun doğduğu dönemde Floransa'da köleler cariye olarak
da kullanılabiliyordu. Ser Piero birlikte olduğu kölesi bir çocuk
sahibi olduğunda onu yanında çalışan işçilerden birisiyle
evlendirmişti.
Bu Ortadoğulu annenin Leonardo'nun kişiliği üzerinde ne kadar
etkisi olduğu bilinmiyor. Syracusa Üniversitesi'nden din
psikolojisi uzmanı Dr. Hasan Kaplan, Leonardo'nun hayatı boyunca
devam ettirdiği sağdan sola yazma huyunu annesinden edinmiş
olabileceğini düşünüyor. Kaplan'a göre gençlik döneminde yaşadığı
üzücü olaylar üzerine Floransa'dan kaçmaya karar veren Leonardo
gideceği yeri seçerken annesinden dinlemiş olduğu çocukluk
hikâyelerini de hatırlamış olabilir. Nitekim annesini hayatının son
yıllarında yanına alan Leonardo'nun Ortadoğu'ya olan ilgisinin
yeniden kabardığı biliniyor.
Mona Lisa tablosu üzerine bir kitap yazan Profesör Donald Sassoon,
Museo Ideale'nin bulduğu belgelerin Leonardo'nun kişiliği hakkında
pek çok ipucu verdiğini kabul ediyor. Ancak Sassoon'a göre
Leonardo'nun Ortadoğu ile ilgilenmesi için ille de 'Köle
Katerina'nın oğlu olması gerekmiyor. Katerina'nın hangi Ortadoğu
ülkesinden geldiği bilinmemekle birlikte uzmanlar bu ismin
özellikle Hıristiyanlaştırılmış Yahudi kölelerine verildiğini
kaydediyor.
Psikoanalizin gençlik dönemi vurgulu Eric Erickson ekolünden
yetişmiş olan Dr. Hasan Kaplan, sadece çocukluk hatıralarına
yoğunlaşmanın yanıltıcı olacağı kanaatinde. Leonardo'yu çocukluğa
hapseden gelişmenin 1476 yılında maruz kaldığı homoseksüellik
iftirası olduğunu düşünüyor. Leonardo sonunda aklanıyor. Ama bu
tecrübe hayatının seyrini değiştiriyor.
HAYATI DEĞİŞTİREN İFTİRA
"Bu tecrübe Leonardo'da iki etki yapmış olmalı" diyor Dr. Kaplan;
"Bir taraftan esaslı bir kişilik krizi, diğer taraftan kaçış
arayışı…" Kaplan, sözü Da Vinci'nin hayatının iki yılını Anadolu'da
geçirdiği yönündeki iddialara getiriyor. Bu iddiaların sağlam
mesnede dayanmadığını o da kabul ediyor, ama iftiranın sebep olduğu
kaçış arayışı, Ortadoğu asıllı bir anne, Floransa'da babası dahil
kimsenin kendisine sahip çıkmaması, ve tabii bu krizin insan
kimliğinin oturmasında çok kritik olan bir yaşta gerçekleşmiş
olması resmi tamamlıyor.
Dr. Kaplan bu iftiranın Leonardo'nun hayatını altüst ettiğine dair
yeterince delil bulunduğu kanaatinde. Prof. Jean Paul Richter'in
derlediği Da Vinci'nin Not Defteri'nde Leonardo'nun amcasına ve
arkadaşlarına mektuplar yazdığını ve bu utançtan kurtulmak için
danıştığı biliniyor. Bu mektuplara ne cevap aldığını tahmin etmek
güç değil: 'Git buralardan!'
Kaplan'a göre Leonardo iftiraya konu olan yerden de, sanattan da
uzaklaşmaya çalışmış olmalı. O dönemde Floransa dışında bir iş
bulabilmek için kendisini savaş mühendisi, heykeltıraş ve mucit
olarak tanımlayan iş başvuruları yapıyor. Bu başvurularda onu asıl
meşhur eden ressamlığına ise sadece bir kelimeyle değiniyor. Kaplan
bu tavrın, iftiranın stüdyo ortamıyla ilişkili olmasından
kaynaklandığını düşünüyor. Nitekim Da Vinci 1478 ve 80 yıllarında
aldığı çok önemli iki işi bitirmeden ortadan kayboluyor.
Da Vinci'nin biyografi yazarları onun 1482 ile 1486 yılları
arasında nerede olduğu hakkında net bir delilin olmadığında ittifak
ediyorlar. Leonardo'nun Milanolu Dük Ludovico il Moro'nun hizmetine
girdiği ve bunun için daha 1482 yılında yazışmalar yaptığı
biliniyor. Ancak 1486'ya kadar Milano'ya yerleştiğini gösteren bir
belge yok.
KİMLİK DAĞILMASI
Leonardo'nun söz konusu iftira üzerine yaşadığı sürece Eric
Erickson 'kimlik dağılması' adını veriyor. Dr. Kaplan, bu sürecin
'her işle uğraşan ama hiçbir işi tamamlayamayan ve yer değiştiren
bir kişilik' ortaya çıkaracağını söylüyor. Kaplan'ın modern
dönemden yaptığı örnekleme şarkıcı Michael Jackson.
"O da bir dâhi ve onun da Peter Pan Kompleksi var. Yani
büyüyememiş. Ve iftiraya uğruyor. Mahkeme kendisini temize çıkarsa
da Jackson gibiler, Leonardo gibiler duramazlar orada. Mesela
Jackson Dubai'ye kaçıyor." şeklinde konuşan Kaplan, bu tür coğrafî
hareketlilikleri fikrî ve ideolojik kaymaların da takip edeceğini
söylüyor. Yani Leonardo'nun Floransa'yla birlikte Hıristiyanlıktan
da kaçmış olması muhtemel. Dr. Kaplan, Richter'in Leonardo'nun
Müslüman olduğu yönündeki tezine pek yakın durmuyor. Ama
Hıristiyanlık dışı bir çizgiye kaymış olma ihtimalini yüksek
görüyor: "Belki Nusayrilerle karşılaştı Anadolu'da. Belki
Yahudilerle. Belki birden fazla dinî gelenekten aldığı fikirlerle
bir anti-Hıristiyan çizgi oluşturdu."
Dr. Kaplan bu sorulara verilecek çoğu cevabın spekülasyon olacağını
kabul ediyor. Ancak en azından Dan Brown'dan daha avantajlı durumda
olduğumuzu düşünüyor: "Ortada açık bir kimlik dağılması var.
Floransalı dâhi ressam hiçbir zaman inşa edilmeyen mabed planları
çiziyor, hiç su doldurulmayan havuzlar, hiç bronza veya mermere
dökülmeyen heykeller planlıyor. Dünyanın en meşhur ressamlarından
biri ama sadece 12 tane tablosu var. Bunların da bir kısmı
bitmemiş, bir kısmını da başkaları bitirmiş. Bu adamın kaçmamış
olması mümkün değil. Tek sorun nereye kaçmış olduğunu belirlemek.
Bunu da Richter'in derlemesindeki mektuplardan öğreniyoruz. 'Suriye
Devâdârına' diye başlayan mektuplardan…"
Da Vinci'nin hayatının en çok vakit alan ve neredeyse hiç terk
etmediği tek uğraşısı not defteri tutmasıydı. Büyük çoğunluğu
sağdan sola yazıldığı için yeniden basılma ihtiyacı duyulan not
defterlerinin üçte iki kaybolmuş. Yine de bugün 7 bin sayfayı aşkın
bir 'codex' var. Bunların içinden ilk esaslı derlemeyi yapan
Richter, Da Vinci'nin Suriye Devâdâr'ına yazdığı mektuplar üzerine
yüz yıldan uzun sürecek bir tartışma başlatmış.
Bu mektuplarda Leonardo da Vinci Suriye'de önemli bir mevki işgal
eden Devâdârlık makamına kendisine verilen işin neden yolunda
gitmediğini, Memlüklerin kuzey sınırlarında giriştiği çalışmalar
için Kalindra kasabasının uygun olduğunu, ancak sınırların en
kuzeyinde yaşanan bir felaketin söz konusu işi geciktirdiğini, bu
felaketin de etraflı bir raporunu hazırlamak istediğini
anlatmaktadır. Hayli bozuk bir İtalyanca kullanan Da Vinci bir de
askerî sebeplerin dayattığı gizliliği esas alınca mektupların
anlaşılması bir hayli zorlaşmış. Dahası müsveddelerde o dönemin
Anadolu'su ile alakalı yanlış bazı gözlemler ve hatalı mekân
isimleri de bulunuyor.
MEKTUPLARDAKİ İPUÇLARI
Bu sebeple Richter ve birkaç Ermeni araştırmacı dışında Da Vinci
uzmanları bu mektupları bir 'fantastik çizgi roman' projesinin
parçaları olarak görmüş. Fakat mektuplar üzerinde yapılan
derinlemesine bir çalışma Da Vinci'nin İslam toprakları ve
kültürüne olan ilgisinin oldukça erken bir yaşta başladığını
gösteriyor. Ayrıca açıklanması zor bazı ifadeler içerseler de bu
mektupları tümden hayal ürünü olarak görmek Da Vinci'nin karanlık
yıllarının nerede geçtiğini anlamamıza yaramıyor.
Paul Richter öncelikle mektupların 'kurgu roman' tarzında
olmadığının altını çiziyor. Da Vinci bu mektuplarda en uygun
kelimeyi bulabilmek için sürekli düzeltmeler yapmış. Richter, Da
Vinci'nin Giuliano de Medici gibi devlet adamlarına yazarken de
aynı şeyi yaptığına dikkat çekiyor. Dahası Da Vinci sıklıkla
yaptığı üzere metnin yanına söz konusu edilen olayların geçtiği
bölgenin resimlerini yapmış. Richter bu resimlerin bahsedilen
mekânlarla örtüşmesini de Da Vinci'nin Anadolu'ya gelerek iki
yılını burada geçirdiğinin delili olarak gösteriyor.
Da Vinci'nin mektupların yazıldığı 'devâdârlık' makamını tanıması
da ilginç. Bu makam sadece Memlüklerde bu isimle anılıyor.
Selçukluların Davetdâr (Sultanın divitini tutan görevli) adını
verdikleri makam zamanla önem kazanmış. Memlüklerin son
dönemlerinde devâdârlar sultanın vekilliği görevini dahi
üstlenmişler. Mektubunda Suriye Devâdârını 'Yüce Babil Sultanının
naibi' ifadesi ile selamlaması Leonardo'nun bu çağdaş bilgiye de
sahip olduğunu gösteriyor. İlginç olan devâdârların elçilerin
karşılanması ve yabancı devlet erkânı ile ilişkileri takipten de
sorumlu olmaları. Dolayısıyla Da Vinci Memlük sultanının hizmetine
girecekse bunu gerçekten de bir devâdârın takip etmesi
gerekiyor.
Tarihler Da Vinci'nin söz konusu mektupları yazdığı yıllarda Suriye
Devâdârlığını aslen Memlük ordularının başkomutanı olan Emir
Özbek'in yürüttüğünü kaydediyor. Bu sıralarda Memlük tahtında da
meşhur Sultan Kaitbey oturuyor. Kaitbey döneminde Memlüklerle
İtalyan kolonilerinin ilişkilerinin çok iyi olduğu ve pek çok
Floransalının Suriye'nin sahil kentlerine yerleştikleri biliniyor.
Memlük sultanının askerî amaçlı mühendislik faaliyetlerinde
Avrupalı mühendislerden istifade ettiği de tarihin kayıtları
arasında.
Leonardo mektuplarında bulunduğu mekânlardan İrminiyye (Ermenistan)
diye bahsettiği için bu belgeler öncelikli olarak Ermeni
akademisyenlerin ilgisini çekmiş. 1968'de Viken Khechoomian,
yayınladığı 'Leonardo da Vinci Ermenistan'da' başlıklı makalesinde
Da Vinci'nin bir müddet Anadolu'da bulunduğu tezini destekliyor.
Khechoomian, Floransalı mühendisin Memlük topraklarına ilgi
duymasını hem Da Vinci açısından, hem de Memlük askerî yetkilileri
açısından makul görüyor.
Khechoomian, Leonardo da Vinci'nin Memlüklerin hizmetine
Floransa'dan kaçarak değil, bizzat Milano dükü tarafından
görevlendirilerek veya Suriye Devâdârı tarafından çağrılarak
geldiğini düşünüyor. Çünkü Osmanlı 1480'de Otranto şehrini ele
geçirmiş ve fakat bu kuşatmanın başarısız olması üzerine Fatih
Sultan Mehmet doğuya yönelme kararı almıştı. 1475 yılı itibarıyla
Osmanlılar Karaman'ı ele geçirmişti zaten. Kilikya'nın limanlarına
kadar inmişler, fakat Otranto seferi sırasında geri çekilmişlerdi.
Fatih Sultan Mehmet'in 1481'de Memlükler üzerine harekete geçtiği
bir sefer sırasında ölmesi Kaitbey'e biraz nefes aldırmıştı. Ancak
Kahire Sultan Bayezid'e karşı Cem Sultan'a destek vererek
Osmanlı'nın müsamahasını tüketmişti. Temmuz 1482'de Cem Sultan
Rodos'a kaçtığında Memlükler Osmanlı"yla baş başa kalmışlardı.
Memlükler Osmanlı'nın geri geleceğini biliyordu. Gedik Ahmet
Paşa'nın bir önceki gelişinde Torosları ne kadar kolay geçtiğini de
görmüşlerdi. Bu defa geçişi zorlaştırmak gerekiyordu.
Kaitbey 1477 yılında üst düzey askerleriyle birlikte bir Doğu
Anadolu gezisi yapmış, bu çerçevede Antakya'dan Erzincan'a kadar
varan hat üzerinde Torosların güney yamaçlarını gözden geçirerek
muhtemel Osmanlı sızmalarına karşı alınması gereken tedbirleri
belirlemişti. Leonardo da Vinci muhtemelen başka bazı Avrupalı
mühendislerle birlikte işte bu atmosferde Anadolu'ya çağrılmıştı.
Bu çağrı İtalyanlar için de önemli bir fırsattı. Osmanlı'nın
İtalya'ya yeniden saldırmasını önlemenin yolu Anadolu'da meşgul
edilmesiydi. Bu sebeple İtalyanlar Akkoyunlular ve Memlüklerle
işbirliğine girişmişler, bu ülkelere silah yardımında dahi
bulunmuşlardı. MEKTUPLARDA BAHSİ GEÇEN YERLER
Da Vinci'nin mektuplarından ve siyasi konjonktürden anlaşılacağı
üzere temel vazifesi Toros sıradağlarının Osmanlı ordularınca
aşılmasını zorlaştıracak kaleler ve savunma sistemleri kurmaktı. Bu
bölgede eskiden Kilikya Krallığı bulunuyordu. Bu bölgeye Memlükler
İrminiyye diyorlardı. Da Vinci de mektubunda Kilikya ve İrminiyye
ifadelerini kullanmıştı.
Da Vinci'nin Anadolu'da bulunduğu dönemde görev alanının güneyde
Akdeniz sahillerinden kuzeyde Erzincan'a kadar ulaştığı
anlaşılıyor. Öncelikli olarak meşhur Kilikya Kapısı'nı koruma
altına almak zorunda olan Da Vinci'nin Konya'yı Bulgar Dağları'nı
aşarak Tarsus'a bağlayan bölgede gezindiği görülmektedir.
Da Vinci'nin Torosların güney yamaçlarında gezerken Kalindra adında
bir kasabayı görevi için uygun bulduğundan bahsetmesi ilginçtir.
Richter ve sonraki çoğu araştırmacı Kalindra'nın Anamur
yakınlarındaki Gülnar kasabası olduğunu kaydetmişti. Da Vinci bu
kasabanın zenginliğinden bahseder. Kasaba halkı 1260'larda Orta
Asya'dan göçerek buraya yerleşmiş Türkmenlerdir. Gülnar 1461
tarihinde Gedik Ahmet Paşa tarafından Osmanlı topraklarına
katılmışsa da Osmanlı'nın Torosların güneyini boşaltmasından sonra
yeniden Memlüklerin nüfuz alanına dönüşmüştür.
Da Vinci'nin güney sahillerinde Antalya'ya kadar gezdiği ve Sultan
Dağı'nı uzaktan seyrettiği anlaşılıyor. 'Kalindra'dan batıya doğru
devam ettikçe görülen ve ihtişamını ortaya koyan dağ' diye
bahsettiği Sultan Dağı olsa gerektir.
Da Vinci'nin mektuplarında Orta Toros sıradağlarına Kafkas Dağı
denildiğini duyunca kafasının karıştığı anlaşılmaktadır. 19.
yüzyılın sonlarında Anadolu'yu gezen İngiliz harita bilimci Charles
Wilson, Da Vinci'nin Anadolu'ya geldiği iddiasını kabullenmemekle
birlikte Orta Toroslara 'Kavkas' denilmiş olabileceğini kaydeder.
Wilson'a göre Orta Torosların yamaçlarındaki Göksun platosunun adı
antik dillerde Kavkas'dır. Da Vinci'nin çizdiği haritada Orta
Torosların hemen yanındaki Erciyes'i de işaretlemesi Göksun
yakınlarından geçtiğini gösteriyor.
ERZİNCAN DEPREMİNİ GÖRDÜ MÜ?
Da Vinci'nin Devâdâr'a yazdığı mektup müsveddelerinden en ilginci
'Kuzey sınırlarında gerçekleşen büyük bir deprem'le alakalı
olanıdır. Bu depremden sadece bahsedilmemiş, Da Vinci depremin
sebepleri ve sonuçları üzerine etraflı bir rapor hazırlamaya
girişmiştir. Viken Khechoomian, Leonardo'nun depremle alakalı
anlattıklarından ve kullandığı 'Doğu Ermenistan'ın alçak
kısımlarındaki sel…' ifadesinden Erzincan'da bulunmuş olacağını
tahmin ediyor.
Kandilli Rasathanesi kayıtlarına göre 21 Aralık 1482'de Erzincan ve
Erzurum yöresinde 9 şiddetinde bir deprem gerçekleşmiştir. Doğu
Anadolu'da takip eden onlarca yıl boyunca büyük ölçekli bir
depremin olmaması Da Vinci'nin bu tarihte Erzincan'da olması
ihtimalini güçlendiriyor. Da Vinci'nin kar, yağmur ve fırtına ile
birlikte depremden bahsetmesini bu durum daha anlamlı kılıyor.
Kandilli kaynaklarında ölü sayısı hakkında bir bilgi olmamakla
birlikte Ermeni tarihçisi Hovhannes Daraanghetzi bu depremde 30 bin
insanın öldüğünü kaydediyor.
Erzincan depremi Da Vinci'nin not defteri içinde özel bir yere
sahip. Da Vinci Suriye Devâdârına yazdığı mektuplar ve Anadolu'daki
görevi hakkında kimseye bilgi vermemekle birlikte bir arkadaşına
gönderdiği mektupta 'kuzeyde yaşanan bir deprem ve bir sel
felaketine' şahit olduğunu kaydeder. Da Vinci'nin mektupta
kullandığı 'o güne kadar düşmanımız olan komşularımız bize erzak
tedarik ettiler' ifadesi de manidardır. Bu 'düşman komşular'ın
civardaki Türkmen, Tatar veya Kürt aşiretleri olma ihtimali
yüksektir.
Da Vinci'nin bu deprem felaketinden oldukça etkilendiği açıktır.
Felaket sahnesi zihnine kazınmış, daha sonra çizdiği pek çok
tabloda Da Vinci bu tabloyu zemin olarak kullanmıştır. Mona
Lisa'nın mesaj yüklü olduğu iddia edilen arka fonu muhtemelen
Erzincan'da gördüğü deprem, çığ, suların yükselmesi ve insanların
kaçışması sahnesidir. Leonardo'nun bu tecrübesini bilmeyen veya
kabullenmeyen sanat eleştirmenleri uzun yıllar Mona Lisa'nın arka
planı hakkında teoriler geliştirmeye çalışmış, bunu yaparken
psikoanalizden Floransa doğasına karşı düşmanca bir bakışın gerçeği
büktüğüne kadar zorlama açıklamalara başvurmuşlardır.
Da Vinci'nin kafası ve sanat gözü deprem sahnesinden etkilenmekle
birlikte kalbi de nasipsiz kalmamıştır. Devâdâr'a göndermek üzere
hazırlayacağı raporun bir taslağı şeklinde yazdığı başlıklar Da
Vinci'nin imanını sorguladığını ve 'yeni bir peygamber'den
bahsettiğini göstermektedir. Jean Paul Richter, Da Vinci'nin
bahsettiği yeni peygamberin Hazreti Muhammed Aleyhisselam olduğunu,
dolayısıyla Leonardo'nun bir şekilde İslam inancını benimsemiş
olabileceğini iddia eder.
MÜSLÜMAN MI, YAHUDİ Mİ, YOKSA AMADEAN MI?
Paul Richter, Da Vinci'nin 'deprem raporu'nun bölümlerine 'hamdele
ve imanın tasdiki' bölümüyle başlamasını ve daha sonra bu yıkımdan
haber veren bir peygamberden bahseden bir bölüm öngörmesini onun
Müslüman olmayı seçtiğinin emaresi olarak zikrediyor. Richter daha
ileriye gidip bu peygamberin depremle alakalı verdiği haberlerden
kastın Kur'an'daki Zilzal Suresi olduğunu da iddia ediyor. Çoğu
araştırmacı Richter'in bu açıklamasını Da Vinci'nin kendisinin
ifadeleriyle karıştırıp Floransalı ressamın Kur'an'a atıfta
bulunduğunu kaydetse de bu yanlıştır. Da Vinci sadece 'yeni bir
peygamberin çıkışını ve bu felaketten bahsedişini' zikreder ki
muhtemelen civar halktan duyduğu kıyamet alameti hadisler bu durumu
daha iyi açıklar. Fırat'ın suyunun kesilmesi ve doğudan çıkacak bir
ateş hakkındaki hadisler Da Vinci'nin anlattığı deprem ve felaket
manzaralarını daha bir andırır.
Dr. Hasan Kaplan, Da Vinci'nin Müslüman olması ihtimalini zayıf
görmekle birlikte Floransa'dan kaçmış, Hıristiyanlığın kendisine
dayattığı hayat tarzından nefret eden bir gencin sadece mekânda
değil, imanda da alternatifler aramış olabileceğini söylüyor. "Bu
anlamda ben Toroslarda tanımış olabileceği Nusayrilerden
etkilenmesinin daha kuvvetli bir ihtimal olduğunu düşünüyorum."
diyen Kaplan'ı, Charles Wilson'un 19. yüzyıl sonlarına kadar Toros
ve Fırat havzasında Nusayri kolonilerinin bulunduğu yönündeki
raporu doğruluyor. Batınî bir mezhep olan ve İslam, Musevilik,
Hıristiyanlık ve Sabiilikten etkilenmiş olan Nusayriler kurucuları
İbn Nusayr'ı yeni bir peygamber olarak görüyorlar. Fırat Nehri
üzerine pek çok kehanetleri olan İbn Nusayr ilginç bir şekilde
Hazreti Yahya'nın Hazreti İsa için yaptığını İmamiyye'nin onbirinci
imamı Hasan el-Askeri için yaptığını ve onun 'müjdecisi' olduğunu
ilan etmiştir. Bu anlamda Hıristiyanlığın peygamberlik
algılayışında Hazreti Yahya'nın doldurduğu yeri İbn Nusayr
doldurur.
Dr. Kaplan, Da Vinci'nin tablolarında görülen ve Hazreti Yahya'nın
sembolü olduğu iddia edilen, göğü gösteren şehadet parmağının da
Müslümanlardan veya Nusayrilerden öğrenilmiş olabileceğini
düşünüyor. Nusayrilerin şarap ve üzüm asmalarını yüceltmeleri ile
insan ve insan vücuduna verdikleri önemle Da Vinci'nin şarap, üzüm
ve insan uzuvları üzerine yaptığı çizimler de üst üste oturuyor.
Kaplan'ın söyledikleri insanın aklında 'Acaba hiç haç işareti
taşımayan Yahya, Nasranilerin (Hıristiyan) değil de Nusayrilerin
Yahya'sı mıydı sorusunu getiriyor.
BELKİ DE YAHUDİYDİ, HEM DE KABALACI
Buna karşılık Da Vinci'nin Yahya vurgusunun aslında bir Yahudilik
vurgusu olduğunu iddia edenler de az değil. İtalyan din adamı Don
Franco Botempi'ye göre Da Vinci'nin annesi olan köle kadın
Ortadoğulu değil Rus asıllı bir Yahudi idi. Bu sebeple daha erken
yaşlarda Hıristiyan dogmasına karşı bir mesafe koymuştu. Onun
Hıristiyanlığı da Eski Ahit merkezli bir Hıristiyanlıktı. Don
Franco'ya göre Da Vinci bu inanç kaymasını ancak sanatının arka
planlarında ifade edebiliyordu. Zira engizisyon hâlâ hayatın
yadsınamaz bir gerçeğiydi. Don Franco daha en erken resimlerinde
geleneksel Hıristiyan sanatının haç, çarmıha gerilme, kan gibi
figürlerinden uzaklaşan Da Vinci'nin Yahudilikle ilişkisinin sadece
annesinden kaynaklanmadığını da biliyor. Don Franco'ya göre,
Floransalı ressam mühendisimizin Sultan Bayezid'e gönderdiği mektup
da Yahudilerle olan irtibatını ispatlıyordu. Çünkü bir Avrupalının
İslam ülkelerinde bağlantılar edinebilmesinin tek yolu
Yahudilerdi.
Dan Franco'ya göre Da Vinci Hıristiyanlıktan tümden kopmamış, bunun
yerine Aryan mezhebinin 15. yüzyılda İtalya'da ortaya çıkan bir
koluna intisap etmişti. Bu 'neo-aryan mezhep 1476'da Yeni Apocalips
adlı eseri kaleme alan Amadeo Mendez tarafından kurulmuştu.
Yahudilikten Hıristiyanlığa dönmüş bir ailenin çocuğu olan Amadeo
Fransiskenlerin içinde Amadeanlar adıyla bilinen bir tarikat
kurmuştu. Zamanla Papa'nın yardımcılığına kadar yükselmiş olan
Mendez Apocalypse Nova'da kendisine vahyedildiğini iddia etmişti.
Bu da onu bir tür 'yeni peygamber' yapıyordu.
Amadeo Mendez asla Hıristiyanlıktan çıkmamıştı. Ancak yoğun bir
Vaftizci Yahya Peygamber vurgusu vardı. Kitabının ikinci bölümü
tamamen Hazreti Yahya'nın sözlerine dayanmıştı. Böylelikle Hazreti
Yahya İsa Mesih'i müjdeleyen sıradan bir 'haberci peygamber'
olmaktan çıkıyor ve Hazreti İsa'ya denk bir peygamber rolü
üstleniyordu. Mendez çarmıha gerilmeyi de tamamen reddediyordu. Don
Franco, Da Vinci'nin 1482'den itibaren sürekli artan bir Yahya
vurgusu gösterdiğini kaydeder. 1482 de Da Vinci'nin Amadeo Mendez
ile tanışmış olması muhtemeldir. Kendisiyle görüşmemiş dahi olsa Da
Vinci'nin Apocalypse Nova'yı 1482'den önce okumuş olduğuna kesin
gözüyle bakılmaktadır.
Dan Franco, Da Vinci'nin Floransa'da Kabalistlerle de tanışmış
olduğuna kesin gözüyle bakar. İtalya'nın Ortaçağ Kabalacılığının
önemli merkezlerinden biri olduğu ve 15. yüzyılda Kıyametin kopmak
üzere olduğu yönündeki Kabala propagandalarının zirve noktalara
ulaştığı düşünülürse bu tanışıklığın anlamı daha iyi kavranır. Don
Franco Mona Lisa'nın arka planındaki sahnenin tam anlamıyla
Kabalistik bir 'doğru yol - yanlış yol' ikilemini resmettiğini
iddia etmiştir.
HAYATI VE SANATI DEĞİŞTİ
Da Vinci'nin kaderinin 1482 yılında döndüğü yönünde hemen hemen
ittifak vardır. 1998'de, Leonardo da Vinci: Bir Dahinin Kökenleri
adlı kitabı yazan David Alan Brown 1482 öncesinde başarısız ve aklı
havada bir ressam çırağı olarak gördüğü Da Vinci'nin bu yıldan
sonra yepyeni bir insan olarak ortaya çıktığını söylüyor. Bu
dönüşümü Mendez'in kitabı mı sağlamıştı? Yoksa Anadolu'da geçirdiği
iki yıl ve Erzincan'da gördüğü asrın depremi mi?
Bunları hiçbir zaman net olarak bilemeyeceğiz. Ancak bu tarihten
sonra Da Vinci'nin hayatında görülen değişimin sadece Yahyacı bir
çizgiye kaymak olmadığının altını çizmek gerek. Gördüğü doğa
olaylarını açıklamaya çalışma huyu olan Da Vinci, Prof. Eugen
Oberhummer'ın kaydettiğine göre Milano yılları ve takip eden
'göçebelik' yıllarında erozyon, deprem, sel ve suların yükselip
alçalması üzerine bir dizi teori geliştirmiş. Depremlerin suyun
yerin iç kısımlarına çekilmesi ile birlikte artan sıcaklıkla
buharlaşması ve yerkürenin içinde bu buharın oluşturduğu basınç
sonucunda ortaya çıktığını iddia etmiş mesela.
Sadece bu gözlem bile Leonardo'nun Erzincan depremini yaşamış olma
ihtimalini dikkate almayı gerektiriyor. Ancak Floransalı ressamın
Anadolu'da iki yılını geçirdiğine inanmak çözdüğünden daha fazla
problem oluşturuyor. Böylesi bir maceradan neden sadece bu birkaç
mektupta bahsettiğinin açıklaması Richter'in veya 1892'de Leonardo
da Vinci: Sanatçı ve Bilimadamı adlı bir kitap yazan Sorborne
profesörü Gabriel Seailles Leonardo'nun iddia ettiği gibi başarısız
bir girişimin unutulması arzusu olabilir. Fakat bu durumda da Da
Vinci'nin Anadolu'da verdiği yer isimlerinin incelenmesi, hatta
1482-86 yıllarında Memlüklerin kuzey sınırlarında yapılan kale ve
diğer savunma sistemlerinde Da Vinci izinin bulunup bulunmadığının
araştırılması gerekiyor. Tabii bir gün Memlük arşivlerinde Suriye
Devâdâr'ına gönderilmiş mektupların asılları ve tam bir rapor metni
bulunabilirse bu Da Vinci uzmanlığının çehresini değiştiren bir
gelişme olurdu.
Bütün bu zorluklardan kaçmak da çözüm değil. Da Vinci'nin hayali
bir 'macera çizgi romanı' yazma girişiminden bahseden karşıt
görüşünden Leonardo realizmi ile böylesi bir romantizmi
birleştirmeyi başarabilmeleri gerekiyor. Ve tabii Leonardo'nun
karanlık yıllarını nerede geçirdiğini de açıklayabilmeleri.
Dr. Hasan Kaplan bu kadar büyük iddiaların kendisini aşacağını
düşünüyor. Ama özellikle Leonardo'nun kişilik kriziyle Anadolu
macerasını birleştiren bir kitabın hazırlıklarını tamamlama
aşamasında olduğunun da müjdesini veriyor.
DA VINCI"NİN SURİYE DEVÂDÂRINA YAZDIĞI MEKTUPLAR
1- Yüce Babil Sultanı'nın Vekili Suriye Devâdârına,
Sadece sizi değil bütün bir dünyayı dehşete düşüreceğine emin
olduğum kuzey bölgelerimizdeki bu yeni felaket, önce etkisini sonra
da sebeplerini sunacak şekilde gerektiği üzere anlatılacaktır.
2- Kendimi, beni buraya gönderme sebebin olan görevi gerektiği
üzere sevgi ve dikkatle yapmak üzere İrminiyye'nin bu bölgesinde
bulduğumda, bana amacımız için en uygun bir yer görünen ve
sınırlarımıza yakın bulunan Kalindrafy kentine girdim. Bu şehir
Toros sıradağlarının Fırat'tan ayrıldığınızda Büyük Toros Dağı'nı
batınızda göreceğiniz bölgede dağların eteğinde bulunur. Bu tepeler
öylesine yüksektir ki adeta göğe dokunurlar ve dünyanın hiçbir
yerinde bunun zirvesinden daha yüksek bir yer yoktur. Öyle ki
gündoğumundan dört saat önce güneşin ışık huzmeleri bu dağın doğu
yamacına düşer ve bembeyaz taştan olan bu dağın tepesi öylesine
görkemli bir şekilde parlar ki buralı Ermeniler için gece
karanlığının ortasında parlak bir ay ışığının yapacağı işi görür. O
muazzam yüksekliği sayesinde bu zirve noktası bulutların seviyesini
dikine bir uzaklıkla dört mil aşar. Bu zirve noktası Batıya doğru
pek çok yerde güneşin batımından sonra gecenin son üçte birinde
aydınlanmış görülür. İşte bu seninle bir sakin gecede şeklini
değiştiren, bazen ikiye veya üçe ayrılmış, bazen uzun ve bazen kısa
gördüğümüz ve bir kuyrukluyıldız sandığımız şeydir. Böyle
görülmesinin sebebi güneşle dağ arasında kalan ve güneş ışığı
huzmelerinin bir kısmının dağlara ulaşmasına engel olan bulutların
farklı aralıklarla yayılmış olmasıdır. Bu sebeple parıltının şekli
değişir durur.
3-KİTABIN BÖLÜMLERİ
Hamdele ve imanın tasdiki
Sona doğru gelen ani su baskını
Şehrin harab oluşu
İnsanların ölümü ve me'yusiyetleri
Vaizin aranması, feragati ve hayırseverliği
Dağın çöküşünün sebebinin tasviri
Sebep olduğu ziyan
Çığ düşümü
Peygamberin çıkışı
Onun verdiği haber
Doğu İrminiyye'nin aşağı kısımlarının sel atlında kalışı, ve Toros
Dağları üzerindeki açıklığın suyun çekilmesi üzerindeki etkisi
Yeni Peygamber bu yıkımı haber verdiği gibi nasıl gerçekleşeceğini
de gösterdi
Toros Dağlarının ve Fırat Nehri'nin tasviri
Dağın tepesinin parlama ve güneşin batışından sonra gecenin
yarısıyla son üçte biri arasında Batıdaki halklara ve gün ağarmadan
önce Doğudaki halklara neden bir kuyrukluyıldız gibi göründüğü
Bu kuyrukluyıldızın neden kah yuvarlak, kah uzun, kah ikiye veya
üçe bölünmüş ve kah tek parça olarak farklı şekillerde göründüğü ve
bir daha ne zaman görüneceği
4-TOROSLARIN ŞEKLİ HAKKINDA
Ey Devâdâr, azarlamalarının ima ettiği gibi bir atıllıkla
suçlanmamalıydım. Bana tevcih ettiğiniz menfaatlerin de
kaynaklığını yapan şahsıma karşı aşkın sevginiz aynı zamanda beni
böylesine muazzam ve dehşetengiz bir etkisi olan olayın sebeplerini
araştırırken her türlü özen ve dikkati göstermeye zorluyor. Tabii
bu da zaman gerektiren bir iş. İmdi, böylesine büyük bir etkinin
sebeplerini her yönüyle anlatıp sizi mutmain edebilmek için
öncelikle bölgenin yapısını anlatmalı, daha sonra yaptığı etkiye
geçmeliyim ki bunun sizi tamamen tatmin edeceğine inanıyorum.
5-Ey Devâdâr, lütfen acil taleplerinize zamanında cevap verememiş
olmamdan dolayı gazaplanmayın. Çünkü benden talep ettiğiniz şeyler
biraz zaman geçmeden doğruca ifade edilemeyecek doğadaki şeylerdir.
Özellikle de böylesine büyük bir etkinin açıklanabilmesi için
bölgenin doğasını ihtimamla anlatmam gerekiyor ki bu sayede sizin
bahsi geçen talebinize mutmain bir cevap verebileyim.
Anadolu'nun yapısı veya sınırlarını oluşturan denizlerin ve
karaların ve boyutlarının tasvirini atlayacağım. Çünkü senin
ihtimam ve dikkatinle bu türlü meseleleri kendi çalışmalarında
ihmal etmemiş olduğunu biliyorum. Ben doğrudan Toros Dağlarının bu
muazzam ve yıkıcı mucizenin temel sebebi olan ve bizim hedefimize
ulaşmamıza hizmet edecek olan yapısına geçeceğim.
6-Öncelikle şedit ve azgın rüzgarların saldırısına maruz kaldık.
Sonra buna bütün bir vadiyi doldurarak şehrin büyük bir kısmını yok
eden dağ gibi çığların düşüşü takip etti. Bu da yetmedi, bora ani
bir sel getirdi üzerimize ve şehrin aşağı kısımları sular altında
kaldı. Sonra birden yağmur yağmaya başladı ve kum, çamur, taşlar ve
onlara bulanmış ağaç köklerini önüne katan bir sele dönüştü. Her
şey havalanmış ve üzerimize düşüyordu. Sonunda büyük bir yangın
başladı. Bu öyle rüzgarın taşıdığı bir yangın değildi, sanki
onbinlerce şeytan getirmişti onu ve mahallelerimizden geri kalan ne
varsa yakıp yok etti… Şimdi bütün işlerimizi bırakmış olarak bazı
eski kiliselerin yıkıntılarına sığınmış durumdayız, tıpkı keçi
sürüleri gibi… Bugüne kadar düşmanlarımız olan komşularımız
merhamete gelerek erzak getirdiler bize. Eğer bu yardımlar da
olmasaydı hepimiz açlıktan ölecektik…
MONA LİSA EFSANESİ
Dünyanın en meşhur portresi olduğu şüphe götürmeyen Mona Lisa
tablosu bu ününü kendi ihtişamından dolayı değil, onu tasvir eden
metinlerin ihtişamından dolayı kazandı. Leonardo da Vinci binlerce
sayfalık notlarında bu tablodan hiç bahsetmemişti. Yapıldığı
dönemde o kadar sönük kalmıştı ki sanat tarihçileri tablodaki
kadının gerçekte kim olduğunu kaydetme ihtiyacı dahi hissetmemişti.
İlk defa Vasari'nin 1550 yılında yazdığı Da Vinci biyografisinde
ise tabloya methiyeler düzülmüştü. Vasari tablodan daha ziyade
tablodaki kadınla ve Leonardo'nun kadının bu yüzündeki ilginç
gülüşü dört yıl boyunca nasıl tuttuğu ile ilgilenmişti. Tablodaki
kadının kimliğinin kaydedilmemiş olması Mona Lisa'nın şöhretinin
ilk sebebi oldu. Floransalı bir tüccarın karısından, Da Vinci'nin
annesine kadar isimler üzerinde spekülasyonlar yapıldı. L.
Roger-Miles bunun bir portre olmadığını, tamamen mesaj yüklü
alegorik bir tablo olduğunu söylüyordu. 18. yüzyılda tablo yeniden
ilgi çekmeye başladı. Bu yeni ilginin sebebi de Leonardo'nun diğer
bütün eserlerinin eksik kalmasına karşın bunun bitmiş görünmesiydi.
19. yüzyıl Batı sanatında 'ölümcül tuzak kadın' motifinin ortaya
çıktığı dönemdi. Romantizmin eseri olan bu kadının zirve örneği
Mona Lisa olacaktı. Çünkü gizem yüklüydü. Güzel değildi, genç
değildi. Ama Balzac'ın seveceği kadınlar gibi tecrübenin cazibesini
taşıyordu. 19. yüzyılın ikinci yarısında yazılan iki sanat yorumu
Mona Lisa'yı bir daha unutulmamak üzere dünya klasiklerinin arasına
kattı. Theophile Gautier 1858 yılında yazdığı eleştirisinde 'Mona
Lisa'yı Leonardo'nun bütün rüyalarının bir tür amalgamı, hatta
insanlığın bütün tecrübesinin bir özeti' olarak sunuyordu. Eski
güzel kadınların tümünün bir reenkarnasyonuydu Mona Lisa: Leda,
Helen, St. Anne ve hatta Cleopatra onda saklıydı. Walter Pater 1873
yılında öylesine şiirsel bir dille anlattı ki Mona Lisa'yı, bu
satırlar tablonun kendisi kadar meşhur oldu. Pek çok sanat
eleştirmeni şiirsel ifadelerin içeriğine katılmasa da Pater'in
satırlarını aktarmadan Mona Lisa'dan bahsedemez hale geldiler.
Bazıları tabloda bir şiirsellik görmeye başladı. Ama bu şiirsellik
aslen tablonun değil, Pater'in şiirselliğiydi. İşin ilginci Pater
tablonun sadece bir kopyasını görerek yazmıştı bu şiirsel
ifadeleri. 20. yüzyıl resimden ressama geçişin yapıldığı yıllar
oldu. Mona Lisa'nın gülüşü tam anlamıyla bir efsaneye dönüştü.
Freud ile birlikte cinsellik ve Oedipus Kompleksi girdi devreye.
Rachel Annand Taylor bu tablonun Leonardo'nun dünyaya homoseksüel
olduğunu ilan ettiği tablo olduğunu iddia etti. Marksist sanat
eleştirisi ise tablodaki kadınla ilgilendi: Burjuvazinin ayağa
kalkışının ifadesiydi Mona Lisa. Postmodern sanat çevreleri aşkın
yorumlara prim veriyordu. Mona Lisa'nın aslında Leonardo'nun
kendisi olduğunu iddia etti birileri. Kabalacı çevreler Mona
Lisa'yı hermafrodit ilan ettiler. İnsanlık tarihinin en meşhur
tablosu işte böyle doğdu…
DAĞINIK BEYİN ORGANİZASYONU
Leonardo'nun solak olması ve notlarını sağdan sola yazması bir dizi
spekülasyona sebep oldu. P. G. Aaron bu durumu 'dağınık beyin
organizasyonu'nun açıklayabileceğini söylüyor. Aaron, Leonardo'nun
sol eliyle yazarken sağ eliyle çizim yapabildiğini iddia ediyor.
Solakların mimarlık, dizayn, üç boyutlu şekillerin
görselleştirilmesi, insan hatlarını algılama ve müzik konularında
avantajları olduğu biliniyor.
Solaklar onca avantajlarına karşın dil kabiliyetleri gelişmiyor.
Leonardo'nun not defteri dilbilgisi kuralları açısından tam bir
felaket. Çoğu başladığı işin arkasını takip edememesi de bu beyin
yapısının bir sonucu. Aynı yapı aritmetiğin de kötü olmasını
dayatıyor. Nitekim Leonardo'nun basit toplama ve çarpma
işlemlerinde aynı hataları peş peşe yaptığı biliniyor.
1999 yılında Leonardo da Vinci'nin Yazma ve Çizimleri adlı bir
kitap kaleme alan Robert Zwijenberg, Leonardo'nun düşünebilmek için
yazmak ve çizmek zorunda olduğunu ve binlerce sayfalık not
defterlerinin asıl hedefinin düşünmek ve kendisiyle diyaloga geçmek
olduğunu iddia ediyor. Zwijnenberg bu sağdan sola yazma
davranışının solak bir insanın ıslak mürekkebe elinin değmemesi
için bulduğu bir çözüm olabileceğini veya çok ilginç bir şekilde
Leonardo'nun ileride yazmalarının matbaa kalıbı olarak
kullanılmasını planladığının bir göstergesi olabileceğini söylüyor.
Bilindiği üzere matbaalar metnin ayna görüntüsünün baskı kalıbı
olarak kullanılması prensibiyle çalışıyor.
İLK BOĞAZ KÖPRÜSÜNÜN PLANI
1952 yılında Başbakanlık Arşivleri"nde bulunan bir mektup İtalyan
mühendis Leonardo da Vinci'nin 1502 yılında Sultan İkinci Bayezid'e
Haliç ve Boğaz'a birer köprü yapma teklifi sunduğunu gösteriyor.
Leonardo'nun Altın Boynuz Köprüsü projesi zamanı için muhteşem bir
mühendislik harikasıydı. Tek ayak üzerine oturtulan köprü deniz
yüzeyinden 40 metre yükseklikte, halatlarla tutulan köprü
kanatlarının toplamda 360 metre uzunluğa ulaştığı devasa bir
plandı. Da Vinci ayrıca dubalar üzerine yerleştirilmiş bir köprüyle
Asya'yla Avrupa'yı da birleştirmeyi teklif ediyordu.
Leonardo'nun İstanbul'a nasip olmayan köprü projesi 1996 yılında
Norveç'te hayata geçirildi. Bugün bu köprü Norveç Leonardo Köprüsü
adıyla İtalyan Rönesansının Osmanlı Devletinin yaşam felsefesinden
ve ihtiyaçlarından nasıl etkilendiğinin bir göstergesi olarak
kullanımdadır. İstanbul Büyükşehir Belediyesi şimdilerde Sultan
Bayezid'in mühendisleri tarafından bazı hesap hataları içerdiği
için reddedilen projeyi hayata geçirmeyi ve Haliç'e bir Da Vinci
köprüsü eklemeyi planlıyorlar.
AKSİYON