Cüneyd Zapsu Erdoğan'ı hatalı buldu
Abone ol"Başbakan’ı geçen yıl uyarmıştım, rektörlere güvenmekle hata etti" diyen Zapsu'nun açıklamaları oldukça ilginç.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın A Takımı içinde yer alan Cüneyd
Zapsu, “YÖK Kanunu geçen yıl çıkmalıydı.” dedi. O dönemin perde
arkasına ışık tutan Zapsu, Başbakan’ı rektörlerin oyalama taktiği
yaptığı konusunda uyardığını aktardı. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın
sırdaşı olarak bilinen, ancak sessizliği ile dikkat çeken işadamı
Cüneyd Zapsu, evinin kapılarını ilk kez Zaman’a açtı. Zapsu,
ailesinden Erdoğan ile tanışmasına, YÖK Kanunu tartışmalarından AK
Parti’nin muhafazakâr demokrat tanımı hakkında ne düşündüğüne kadar
pek çok konuda Nuriye Akman’a çarpıcı açıklamalarda bulundu. YÖK
Kanunu’nun bir sene önce çıkması gerektiğini belirten Zapsu,
hükümetin ‘rektörlerle birlikte yapalım’ düşüncesine o dönemde
karşı çıkmış. “Ben baştan Tayyip Bey’e söyledim. Rektörler sadece
işi yapmamak için uzatıyorlar. Anlaşma yapacakları falan yok.”
diyen Zapsu, gelinen noktanın kendisini haklı çıkardığını kaydetti.
Başbakan’ın sırdaşı, “İmam-Hatip Yasası çıkarıldı.” şeklindeki
iddiaların da inandırıcı olmadığını ifade ederek, “Biz sadece
imam-hatip ve meslek liselilere yapılan haksızlığa son verdik. Esas
eğitim reformu sırada.” dedi. AK Parti için kullanılan ‘muhafazakâr
demokrat’ kavramına katılmadığını kaydeden Zapsu, “Mevcudu
değiştirdiğimiz için devrimciyiz.” diye konuştu. AK Parti’nin
yaptığı hataları sorarak başlasam? YÖK Kanunu’nun bir sene evvel
yapılması lazımdı. YÖK’le, Üniversitelerarası Kurul’la birlikte
yapabiliriz, kimse de karşı çıkmaz diye düşündüler. Ben o konuda
inanmayın demiştim. Yani çok nezaket ve iyi niyetli bakıldı.
Bizimkilerde ben onu görüyorum çok. Ben iş hayatından geldiğim için
biraz daha belki bazı konularda negatif bakıyorum. Baştan daha sert
bakıyorum. Tayyip Bey olsun, Abdullah Bey olsun, hakikaten daha iyi
niyetli, daha nazik düşünüyorlar bazen... Aynı şekilde işte Kıbrıs
konusunda, Sayın Rauf Denktaş konusunda da öyleydi. Ne değişirdi
bir sene evvel? Ben baştan söyledim. Hüseyin Bey’e (Milli Eğitim
Bakanı) de Tayyip Bey’e de söyledim. Bunlar anlaşma yapmayacaklar.
Sadece işi yapmamak için uzatıyorlar. Bir yıl önce çıksaydı yasa
değişecek miydi durum? Bundan daha kötüsü olamazdı. Şu anda çok hoş
bir durum değil. Cumhurbaşkanı ne yapacak, belli. Ne oldu peki? Çok
güzel giden ekonomiye bir anda çok kötü demeye başladılar. Halbuki
yok öyle bir şey. Öyle kafalar var ki düzeltemiyorsunuz.
İnanmıyorlar, ne yaparsanız yapın. Mutlaka arkasında başka bir şey
arıyorlar. Bir sene evvel de bunları söylemeyecekler miydi? Ama bir
sene kazanmış olacaktık. Şu anda akla kara birazcık belli oldu. Ama
basın anlayışlı bakıyordu, fazla kurcalanmıyordu. Şimdi o rüzgârlar
da gitti. Gene gelir onlar. Yani başarısız bir girişim olarak
hatırlanacak, diyebilir miyiz? Zannetmiyorum. Çünkü bu daha
başlangıç. Daha kaç senemiz var önümüzde. Ama gerginlik olacağını
da zannetmiyorum bundan fazla. Bakın bu konuda ‘Gizli ajandalarını
gerçekleştirmeye başladılar’ diye feryat edenlere karşı benim
düşüncem şu: Parti programına, seçim beyannamesine ve Acil Eylem
Planı’na bakın. YÖK ve meslek lisesi haksızlığının ortadan
kaldırılacağı hep söylendi. Yani gizli bir ajanda meselesi saçma!
Başka? 1973’ten 1999’a kadar, Ecevit’ten Demirel’e kadar tüm
iktidarlarda meslek liselilerin kat sayısı 0,80 ile çarpılırdı.
Sonra bir anda 0,30’a indirildi. Bu son değişiklikte çoğu yine
0,45’e çıkıyordu. Yani Ecevit zamanında laik eğitime zarar
verilmiyordu da, 0,45’te veriliyor öyle mi? Üstelik bugün en fazla
şikâyet eden Sayın Deniz Baykal da 1973’ten 1999’a kadar kaç sefer
bakanlık yaptı. Başka? YÖK Kanunu 12 madde. 11’i tamam. Ama
unutalım... Bir tanesi meslek lisesi ile ilgili... Bitmedi, 1
milyon 129 bin meslek liseliden 90 bini İHL’li... Peki geri
kalanlar? Onlar da unutuluyor ve bu kanuna ‘İmam Hatip Kanunu’
deniyor. Pek inandırıcı olmuyorlar. Üstelik esas geniş bir eğitim
reformu yolda. Bu sadece bir nevi acil tamir bakımdı. Açıkça
yapılan bir haksızlığı durdurma kanunu. Bence yanlış yapılmamıştır.
Deniz Bey, ‘Türkiye’ye 2,5 milyara patladı.’ demekte. Bazıları da
doların çıkışının sebebini bu kanunda bulmakta. El insaf. Biraz
dünyaya bakın. Petrol 20’den 40 küsur dolarlara çıkmış. Amerika
kendi faizlerini yükseltiyor. Ne hacet? Biz daha iyisini biliyoruz,
asıl suçlu YÖK Kanunu. Yanlış varsa daha önce gelmemiş olmasıdır.
Tayyip Bey’e hatasını rahatlıkla söyleyebiliyor musunuz?
Söyleyemediğim an orada bir dakika bile durmam. Peki hiç mi eksiği
yok? Olur mu öyle şey canım, hepimizin var. Bazen bazı kimseleri
muhatap almaması, kendi işine bakması gerekiyor diye düşünüyorum.
Ama dayanamıyor. Ama bazı şeyleri de çok çabuk öğreniyor. Hele o
Avrupa seyahatlerine ilk başladığımızda, sabah gittiğimizde,
diyelim ki 10 üzerinden 5 aldı. Öğlen gittiğimiz 7, akşam
gittiğimiz 8’di. Tezkerenin geçmesini istediniz, ama geçmedi. Şimdi
iyi ki geçmemiş diyor musunuz? Hayır. ‘İyi ki geçmemiş’ demiyorum.
Irak’ın durumunu görünce nasıl demiyorsunuz? -Ne biliyorsunuz
acaba, nasıl olacağını, biz orada olsaydık? O yüzden hayırlısı
neyse o oldu diyorum. Vesvese denilen şey lûgatımda yok. AK
Parti’nin muhafazakâr demokrat tanımlamasını onaylıyor musunuz? Tam
tersini düşünüyorum. O deyimle hemfikir değilim. Muhafazakârız,
doğrudur. Ama muhafazakârlığımız sadece kültürel değerler
açısından. Bence tam tersi, biz devrimciyiz. Çünkü muhafazakâr,
eski şeyi muhafaza etmek diye de anlaşılabiliyor. Halbuki bizim
yaptığımız şu anda bir devrim. Tayyip Bey’e ‘muhafazakâr demokrat
deyimini kullanmayalım’ demediniz mi? Halen tartışırız. Tabii onun
da hakkı var. Muhafazakârlığı biraz evvel söylediğim mânâda
anlıyor. Ben diyorum ki, muhafazakâr, mevcudu himaye etme gibi
anlaşılabiliyor. Biz mevcudu değiştirmek istiyoruz. Nitekim onu
yapıyoruz. Zaten 21. yüzyılda, eski muhafazakâr, sosyal demokrat,
liberal kavramları göremiyorum. AK Parti bugün ekonomide liberal,
değerlerde muhafazakâr. ‘Sosyal demokratım’ diyen partiden ise çok
daha fazla sosyaliz. Ama birçok başka konuda Türkiye’ye göre
devrimci. Gölge adam olmayı seçtiniz. Sonuçta siz bir işadamısınız.
Güçlü bir holdingsiniz. Bağlantılarınız var. Perde arkasında kalmak
sizi daha güçlü kılar. Gizlenerek daha rahat yapılabilir bazı
şeyler. Ortada bir lider vardır, siz geri planda kalıp işinizi
yürütürsünüz. Üç tane noktam oldu benim AK Parti konusunda.
Birincisi, kurucu olmayı bile düşünmezken, herkes gelip sonra
çekildiğinde başka çarem yoktu. Orada ben ismimi verdim. İkincisi,
milletvekilliği gündeme gelince istemediğimi söyledim. Bunu pek
anlatamadım da. Birçok arkadaşım da Allah bilir, söylemese bile
düşünmüştür, ‘bu kendini ne zannediyor’ gibilerinden. Nuriye Hanım
belki çok optimist, çok idealist birisiyim ama siyasi partileri bir
fikrin dağıtım şirketi gibi görüyorum. Arkadaşlarıma bakıyorum şu
anda o kadar fazla yüklü ki hepsi. Düşünüp, siyaset yapma, planlama
yapmaya vakitleri yok. Birilerinin mutfakta çalışması lazım.
Bugünkü yapıda herkes ya bakandır, ya milletvekilidir. Bir şekilde
zaten, olmak için can atıyorlar. O yüzden vakıfların kurulması
gerekir diye düşünüyorum yurtdışındaki gibi. Think tank anlamında
mı? Evet. Bu yüzden TESEV’in de Danışma Kurulu üyesiyim. TESEV’i
inşaallah öyle bir imkân olarak görüyorum ve hakikaten de siyaset
üretmeye başladı. Türkiye’de NGO’lar (sivil toplum örgütleri) yok.
Siyasi parti aynı zamanda bir kahve vazifesi görüyor. Halbuki
bunlar geliştiği zaman siyasi parti ana vazifesine döner ve belirli
bir siyasi mesajı verir. Komünikasyon daha da arttığında, belki hiç
gerek kalmayacak siyasi partiye. Geldik üçüncü noktaya. Önümüzde
inşaallah AB kararı var. Olsa da olmasa da bizim halkımıza şu
mesajı vermemiz lazım: “Bu reformları biz yaptık. Hep beraber
bunları uygulamamız lazım. Bunun için bize en az bir beş sene
lazım. Oturtana kadar bunu.” AB görüşmeleri de bence o yüzden lazım
zaten. Bu reformları uygulayacak vakti bize kazandıracaklar. Yine
de siyasetin geri planında kalmanız, işadamı şapkanızı parlatmadı
mı? Doğru, haklısınız. Seçimler oldu, Tayyip Bey’e dedim ki:
“Buraya kadar. Bundan sonra nasılsa, başkakan da olacaksın. Benim
işim bu kadar.” Fakat, işte o gece Ankara’ya gittik. Sonra bir
baktık ki, mutlaka bizim Avrupa’ya çıkmamız gerekiyor. Hem AB hem
de Türkiye açısından. Orada da faydalı olabileceğimi gördüm ve
kaldım. Bir hafta-on gün kadar sonra bütün şirketlerin yönetiminden
ve ortaklıktan ayrıldım. Abime devrettim. Satabilecek imkânım yok
hemen. Ama diyeceksiniz ki ailenizin var. Ne yapayım? Ama işlerim
daha mı iyi gitti, ne alakası var? Tam tersi ben iş yapamıyorum şu
anda. Misalen, fındık benim 26 senedir meslek edindiğim bir iş.
Bütün dünyada, Afrika’sından Kuzey Kutbu’na kadar görmediğim
çikolata fabrikası yoktur. 12 sene İhracatçılar Birliği
başkanlığını yaptım. Fındık tanıtım grubunun kurucusu oldum. Şimdi
sektörde gelinebilecek en üst pozisyona Allah getirdi. INC
(International Nut Counsil: Fındık, fıstık ve badem gibi tüm
kuruyemişleri kapsayan 46 ülkenin temsil edildiği kuruluş) denilen
kuruluşun başındayım. Hatta enteresan bir hikâye vardır burada.
Tayyip Bey de bilmez bu kısmını. Hadi anlatın. Ben çok fazla vakit
aldığından dolayı, sosyal görevlerimden de istifa ettim. Bir sürü
kuruluşu bıraktım. INC’de yönetimindeydim. 23 kişilik bir yönetim
kurulu var. Türk fındığını temsilen oradayım. İki sene evvel, Cape
Town’da genel kurul var. On küsur senedir Amerikalılar başında bu
işin. Üçe bölünmüş INC. Amerikan grubu çok güçlü. Çünkü
Amerikalılar hem üretici hem tüketici. Avrupalılar var, tüketici
olarak çok güçlüler. Bir de üçüncü dünya var, ‘diğer’ deniyor.
Avrupalılarla diğerleri ile anlaşmış, başka birini başkan
yapacaklar. “Amerikalılardan artık bıktık.” diyorlar. Tam siyaset
gibi. Gece saat on ikide kapım çalındı. Amerika’nın en büyük
şirketlerinin yöneticileri. “Bunlar şu Avrupalıyı seçecek. Biz
yanlış görüyoruz, sen ne diyorsun?” “Evet.” dedim, “O adam doğru
olmaz.” “O zaman yarın biz seni aday gösterelim. Seni aday
gösterirsek, diğer dediğimiz, İran, Hindistan, Çin, filan, diğerine
oy vermezler. Sana oy verirler. Yeterli oy olmaz. Seçim bir sene
sonraya ertelenir. Ne diyorsun?” “Peki.” dedim. Seçilmeyeceğim diye
giriyorum. Ertesi gün, daha öbürü adaylığını koyamadan,
Amerikalılar beni aday gösterdi. İnanır mısınız, oybirliğiyle
seçildim. Neye bağlıyorsunuz bunu? Altı senedir yönetimdeydim.
Herkesle iyi geçindim. Kıpkırmızı bir halde, inanamıyorum. Bütün
vazifelerimi bırakmışım. Tayyip Bey’le çalışıyorum. Bir tek burada
yönetimdeyim. O da mühim değil, senede üç defa yönetim kurulu
toplantısına gidip geliyorum. Başkanlık, full time bir iş aslında.
Dünyanın her yerinde her hafta toplantı var. Felaket bir durumda ne
yapacağımı şaşırdım, dışarı çıkıp Tayyip Bey’i aradım. Dedim ki,
“Hatırlıyor musunuz, ben böyle böyle bir yönetimdeydim. Başkan
seçilme imkânım var, ne dersiniz?” “Bu uluslararası bir kuruluştu
değil mi?” dedi. “Evet.” dedim. “Seçilebilirsen dene o zaman.”
dedi. “Tamam.” dedim. Tabii çok rahatlamıştım. Çünkü çoktan
seçilmiştim. Türkiye’de kadına pozitif ayrımcılık şart Kadına
olumlu ayrımcılık konusunda partinizle hemfikir misiniz peki?
Hemfikir değilim. Türkiye’de halen müspet ayrımcılık şart. Daha en
başta ben kadınlar kolu gibi bir şeye karşı çıkmıştım, “Erkekler
kolu da kuralım.” demiştim. Çünkü bana kadını çok alçaltıcı gibi
görünmüştü o zaman. Ancak bugün görüyorum ki daha bir müddet
memleketimizde pozitif ayrımcılık şart. Sebep kadın milletvekili
oranımızın yüzde 4 olması değil. Türkmenistan, Pakistan, Malezya’da
Türkiye’nin 7-8 misli. Yani işin Müslümanlıkla alakası yok. Çok
daha vahim bir şey söyleyeyim, önümüzdeki günlerde açıklanacak olan
ve TESEV’in yurdumuzdaki kadınlar üzerine yaptığı araştırmada,
“Yeniden doğsanız erkek olarak doğmak ister misiniz?” sualine yüzde
40 küsur “Evet” diye cevap vermiş! Bu ne kadar sıhhatsiz, hasta bir
topluma dönüştüğümüzü göstermez mi? Misalen cinsel tacize uğrayan
kadınlarımızın yüzde 80’inden fazlası bunu açıklayamıyor! Böyle bir
ülkede gözümüzü kapayamayız. Mutlaka belirli bir müddet dahi olsa
müspet ayrımcılık yapmamız lazım.