Cumhuriyetin horozları!
Abone olAteş, yazısının sansürlemesi üzerine gazetesiyle yollarını ayırdı. Haşim SÖYLEMEZ'in haberi...
Cumhuriyet’te köşe yazarlığı yapan Prof. Dr. Toktamış Ateş,
yazısının sansürlenmesi üzerine geçen hafta gazetesiyle yollarını
ayırdı. Toktamış Ateş, Cumhuriyet’te herkesin horoz olduğunu
belirterek, “Horozun çok olduğu yerde de sabah geç olur. Bazı
konularda ister istemez farklılıklar ortaya çıkıyor ve bu da
kopmaları beraberinde getiriyor.” diyor.
Her mesleğin kendine göre ‘sözün
bittiği’ yer denilecek kırmızı çizgileri vardır. Basın camiası için
bu haberlere, yazılara müdahale, sansür ya da yayımlamamak olarak
karşımıza çıkar. Ne olursa olsun hiçbir gazeteci ya da köşe yazarı
böyle bir durumla karşılaşmak istemez. Yine de bu gibi vakalar Türk
basınında eksilmeden devam ediyor. Söz konusu ‘çekiliş’in son
‘talihlisi’ Cumhuriyet gazetesinin duayen yazarı Prof. Dr. Toktamış
Ateş.
Her şey Ateş’in köşesinde hükümetin 15 yeni üniversite kurma
kararına soğuk bakmadığını, rektörlerin de sonuçta cumhurbaşkanınca
atandığını yazması ile başladı. Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) Başkan
Yardımcısı Prof. Dr. İsa Eşme, kendi iddialarını özel bir mektupla
Ateş’e gönderdi. Gelen mektuba cevap yine aynı şekilde iletildi.
Sonra, Eşme’nin gönderdiği mektup Cumhuriyet’in ‘Okur Mektupları’
köşesinde “Toktamış Ateş’e Açık Mektup” başlığıyla yayımlandı.
Ama Prof. Ateş’in gazeteden ayrılmasına sebep olan olaylar bununla
sınırlı değil. Gerek mektup yayımlanırken kendisinin görüşüne
başvurulmamış olması, gerekse yazdığı cevabî yazının sansürlenmek
istenmesi işin tuzu biberi adeta. İşte ayrılışın haberlere ve köşe
yazılarına yansıyan kısmı. Peki ya bilinmeyenler? Prof. Ateş,
yıllardır çalıştığı gazetede kendisine karşı bir tavır olduğunu
söylüyor.
Bana karşı bir tavır vardı
-Size gelen özel bir mektup haberiniz olmadan okur mektupları
köşesinde yayımlanıyor ve siz bunu eleştiren bir yazı yazıyorsunuz.
Ama sansürleniyor. Köşe yazınız sansürlenecek kadar sert miydi?
Bana sorsanız hiçbir şey yoktu. Arkadaşlar oradaki bazı ifadeleri
kendilerince doğru bulmadılar. Benden o ifadeleri çıkarmamı
istediler. Çıkarmayacağımı, sadece birkaç kelime
değiştirebileceğimi söyledim. Onlar da yazımı yayımlamadılar. Bence
sansürlenecek hiç bir şey yoktu. Sadece durumu anlatmaya
çalışmıştım.
-Yayımlanmayan bölümde ne vardı?
Mektubun yayımlanmasında iki ihtimal var. Ya İsa Eşme mektubu
tekrar yolladı ki bunun etkili olmadığını düşünüyorum ya da bu
mektubun bir başka şekilde buraya konulduğunu ve bu durumun
ahlaksızlık olduğunu söylüyorum. İşte bu paragrafa takılmışlar.
Oradaki ahlaksızlık sözcüğünün değiştirilmesini istediler. Ben de
onun yerine münasebetsizlik diyelim dedim. Galiba onu da
beğenmediler.
-Şahsınıza gelen özel bir faksın yayımlanması bir yanlışlık mı
yoksa bilinçli bir şey mi?
Onu bilemiyorum. Zaten anlaşmazlık da oradan çıktı. Bunu şöyle
ifade etmek isterim. Ben Cumhuriyet gazetesinin kuruluş ilkelerinin
tümüne hâlâ bağlı bir insanım. Devrime, Atatürkçülüğe yani Yunus
Nadi’nin koyduğu ilkelere sadığım. Fakat şu anda Cumhuriyet
gazetesini yöneten bazı arkadaşlarla anlaşmazlık içindeyim.
-Patronlardan kaynaklanan bir durum söz konusu olabilir mi?
Cumhuriyet’te patron diye bir şey yok. Bir ara sahibi Turgay Ciner
görünüyordu. Mobilyalara ve binaya sahipti. Onun dışında bir şey
yoktu. Cumhuriyet gazetesi vakfın malıdır ve vakıf da kimsenin malı
değildir. Ancak o vakfa bağlı bir grup gazeteyi yönetiyor. Yayını
yönetenlerden bazılarıyla ters düştüm ben de. Bir yayın kurulu var
ve onlar karar veriyor.
-Siz kimlerden şüpheleniyorsunuz? Mesela İlhan Selçuk o kurula
katılmıyor mu?
Bilmiyorum. İlhan Bey epeyce yaşlı olduğu için her toplantıya
katılacağını düşünmüyorum. Orada şu paragraf çıksın diye
konuşulmuş, görüşülmüş. Sonra bana iletildi. Ben de çıkartmadığım
için yazımın ertesi gün yayımlanmadığını gördüm. Ama kim olduğunu
bilmiyorum.
-Cumhuriyet gazetesi yönetimi ile sizin aranızdaki problem bu
mektuptan önce de var mıydı?
Evet. Bundan önce de düşünce bazında bu arkadaşlarla farklı
düşünüyordum. Aramızda bir anlaşmazlık vardı. Bu yazı bir nihai
nokta oldu. Uzun süreden beri gelen bir sorundu bu. 10 gün içinde
yaşadıklarım da bunun ispatı şeklinde. Daha önce de o okur
sayfasında benimle ilgili başka şeyler çıktı. Birisinde Toktamış
Hoca böyle yazdı denilerek eleştiriliyorum. Ben öyle bir yazı
yazmadım. Sonra benden özür dilediler ve bir yanlışlık olduğunu
söylediler. Ben de konuyu fazla uzatmadım. Anlayacağınız oranın
gediklisiyim.
-Size karşı bir komplo olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Bana karşı bir komplo olduğunu düşünüyorum. Bir tavır olduğu çok
açık. Yani o mektubu kim koydu. Bana ait olmayan ifadeleri bana mal
ederek kim yayımlandı? Bütün bunlar bana karşı bir tavrın olduğunu
ortaya koyuyor. Bunların içeriden birileri tarafından yapıldığını
düşünüyorum. Beni en çok da bu durum rahatsız ediyor.
-Cumhuriyet içinde çok farklı görüşler var mı?
Dünya görüşümüz açısından farklılıklar vardı. Ana çizgiler içinde
aynı şeyi savunmamıza rağmen bazı detaylarda farklı düşüncelerimiz
var. Ama ben bu farklılığı normal karşılıyorum. Tabii sansür bu
işin içine girince katlanılmaz oluyor. Entrikalar ve oyunlar da bu
işin sevimsiz taraflarını oluşturuyor.
-Siz yazmayı bıraktıktan sonra tekrar sizinle diyaloğa geçtiler
mi?
Hayır. Benimle hiçbir şekilde bağlantıya geçmediler. Kimse de bu
konu için aramadı.
-Cumhuriyet’e geri dönmeniz söz konusu olabilir mi?
Hayır. Düşünmüyorum. Anlaşamadığım kişiler hâlâ orada. Yani değişen
bir şey yok. Bu da dönmemi gerektirecek bir zeminin olmadığını
gösteriyor.
-Sözünü ettiğiniz kişiler gazete yönetiminde mi?
Evet yayındalar. İlhan Selçuk’tan öyle bir şey gelmedi doğrusu.
Selçuk’un böyle bir iş yapacağını da düşünmüyorum. Zannederim o da
baskı altında kaldı. Ama ona olan saygımda bir eksilme yok.
-Cumhuriyet sadece sizinle değil, Hasan Cemal’in kitabıyla da
gündeme geldi. Kitapta da hep yaşanan tatsızlıklardan söz ediliyor.
Sizce bu eleştiriler nereden kaynaklanıyor?
Ben Cumhuriyet’e her gün gitmezdim. Son üç yıldır hemen hemen hiç
gitmedim. Sadece yazılarımı gönderdim. Bilgi Üniversitesi’ndeki
sorumluluğum arttıkça vakit ayırmak zorlaştı. Fakat Cumhuriyet’te
herkes horoz. Horozun çok olduğu yerde de sabah geç olur. Bazı
konularda ister istemez farklılıklar ortaya çıkıyor ve bu da
kopmaları beraberinde getiriyor. Ama Hasan Cemal’in tutumu yanlıştı
bence. Yıllarca omuz omuza olduğun insanları böylesine eleştirmek
yanlış bir şey. Yani şimdi benim yazılarıma son verildikten sonra
karşı görüş almak isteyen basın organları oldu ancak hiçbirini
kabul etmedim. Böyle bir kötülemeye gerek yok. Ben Cumhuriyet’e
savaş açmadım.
-Horoz çok olunca sabah geç olur dediniz. Aslında bu durum bir
gazetenin bütün işleyişini etkiliyor.
Etkilememesi mümkün değil. 60 bin satması çok ayıp bir şey.
Türkiye’nin en eski gazetesinin düşeceği durum bu olmamalıydı.
1970’te 120 binlerdeydi. İkinci Dünya Savaşı yıllarında Cumhuriyet
Türkiye’nin en çok satan gazetesiydi. Şu andaki yapısı ve satışı
enkaz yığını gibi bir şey.
Diyalog, krizin panzehiri
-Bütün dünyaya yansıyan bir ‘karikatür krizi’ var. Buna karşı
gösterilen tepkileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Batı’da bir haçlı ruhu vardı. Batı’nın muhafazakâr çevreleri bu
haçlı ruhunu kaybetmemek için çok uğraştılar. Karikatürler 4 ay
önceki hadise olmasına rağmen birden ortaya tepkiler çıkıyor. Ve
Batı Müslümanları, sağı solu yakan anarşist tipler olarak
göstermeye başlıyor. Bu oyuna gelmemek lâzım. Makul ölçülerde tepki
göstermek gerekir. Bir de Batı’nın dinî kutsiyete bakışı ile
bizimki çok farklıdır. Hz. İsa’nın bir pop star olarak gösterildiği
bir opereti gördüm. Hz. Meryem’i çizgi romanlarda bir porno
kahramanı olarak gösterirler. Bizde Hz. Muhammed’in (s.a.v.)
çizilmesi, resmedilmesi yok. Bu bakış açısı bir yana protestoların
çok makul düzeyde olması gerekir. Türkiye’deki tepkiler şu ana
kadar makul ölçüde kaldı, umarım bu düzeyde kalır.
-Sizin de öncülüğünü yaptığınız diyalog çabaları bu kriz ortamında
nasıl bir mana içeriyor?
Kimileri medeniyetler buluşmasından rahatsız oluyor. Bu bizde
olduğu gibi dışarıda da var. Kimileri insanların arasındaki
çekişmeden, sürtüşmeden besleniyor. Böyle ekmeğini çatışmadan
kazanan insanlar bu imkân ellerinden alınır endişesine kapılarak
böyle bir tezgâhı ortaya koyuyorlar gibi geliyor bana. Önceleri
bekledikleri ilgiyi bulamadılar ancak 4 ay sonra ne olduysa halkı
sokağa döktüler. Artık noktalamak lâzım. Farklı insanların bir
araya gelebileceğini düşünebilmek önemli. Artık farklıları bir
arada tutmak da şart. Medeniyetlerin çatışmaya değil diyaloğa
ihtiyacı var. Bu tür olayların panzehiri diyalog olduğunu insanlara
anlatmak lâzım. Biz bunun için gayret etmeye çalışıyoruz. Ama
insanlar hâlâ karşımızda durup bizi eleştiriyor.
Kaynak: www.Aksiyon.com.tr
Haber : Haşim Söylemez