Cumhuriyet, Gülen'e düşman mı?
Abone olCumhuriyet Gazetesi'nde Fethullah Gülen'le ilgili röportajın yasaklanmasını, Erkem Dumanlı ele aldı. Dumanlı'ya göre Cumhuriyet, Gülen düşmanlığı yapıyor.
Ekrem Dumanlı, Vakit Gazetesi'nin Almanya'da durdurulmasından
yola çıkarak, Cumhuriyet Gazetesi'nde yayına sokulmadan yasaklanan
Fethullah Gülen'le ilgili röportaja değindi. Dumanlı, isimli
yazısında Cumhuriyet'i Gülen düşmanı olarak gördü.
Vakti gelmişken bir gerçeği hatırlatmakta fayda var: Türkiye’de
neşredilen bazı gazeteler, aynıyla tercüme edilip yabancı bir
ülkede basılsa, ağır tazminat cezalarına çarptırılır. Bir Türk
gazetesinin Almanya’da yasaklanmasından hareketle konunun sadece
anti-semitizm suçlaması ile sınırlı olduğu sanılmasın.
Türkiye’de bazen inanılmaz bir ayrımcılık (discrimination)
yapıldığına şahit oluyoruz. Bu bir suçtur ve gelişmiş ülkelerde
sivil toplum kuruluşlarının en titiz olduğu konudur. Bir kişi ya da
topluluğa karşı ırk ayrımı, mezhep ayrımı, din ayrımı, cinsiyet
ayrımı gibi değişik şekillerde yansımaları olan ayrımcılık
yapıldığında yer yerinden oynuyor. Batı’da en ağır eleştirilere
neden olan bir başka konu da kişilik haklarına yapılan
saldırılardır. Eleştiri hakkının hukuki garantilerle teminat altına
alınması gibi, hakaret, yalan ve iftira gibi medyatik
canavarlaşmanın hukuki tedbirleri de vardır. Bizde adeta “medyadır
ne yazsa haklıdır” gibi bir anlayış var.
Batı’da yaygın olan “liberal medya modeli”nin sağladığı geniş ifade
özgürlüğüne rağmen, insan haklarının ihlaline izin verilmiyor. İşin
püf noktası da budur! Çünkü medyanın özgürlüğü kadar, kişilerin ve
kurumların hakları da önemlidir. Mesela hiç kimseye bir müfterinin
dilinden aklınıza geleni yazdıramazlar. İnsanlar medya karşısında
aciz bırakılamaz, hukuki çerçevede kalmak şartıyla hak aranmasına
müsaade edilir…
Cumhuriyet’in iftiralarına hukuk da dayanamadı
Avrupa Birliği sürecinde Türk medyasının daha da özgürlükçü bir
platforma taşınacağı yaygın bir kanaat. Doğrudur; ancak madalyonun
bir de öbür yüzü var. AB sürecinde medyanın daha sorumlu bir
çerçeveye oturacağını da görmek gerekiyor. Çünkü Batı’da medyanın
özgürlük alanları mahfuz tutulurken, bireyin medya tarafından
ezilip geçilmesine müsaade edilmiyor. Bazı önyargılı gazetecilerin
sorumlu yayıncılığa şimdiden alışması gerekiyor.
Geçenlerde Cumhuriyet’te bir yazı dizisi başlatıldı. Vaktiyle
Fethullah Gülen’in yakınında dolaşmış, sonra umduğunu bulamamış;
aslında bulamayacağını ummuş ve şahsi çıkar temini mücadelesi
verdiği anlaşılınca kendine başka bir yol çizmiş bir adamla
röportaj yapıyorlar. Adam, “rant kavgası” iddiasıyla var olduğunu
farz ettiği ‘rant’tan pay talep ediyor. Eblehçe bir düşünce. ‘Rant’
amacına ulaşmak için bu adam, medya kuruluşlarını gezdi dolaştı,
beklediği desteği bulamadı. Hiç kimseye güven vermedi çünkü.
Sonunda tencere-tava denkliği içinde kendine dostlar buldu. Öteden
beri hem Gülen hakkında hem İslam hakkında takındıkları negatif
tavırla millet nezdinde nefret toplamış insanların kucağına düştü.
Şimdi o, Doğu Perinçek’in, Hikmet Çetinkaya’nın vs. arkadaşı,
yoldaşı…
Geçenlerde Gülen düşmanlığı ile tanınan bir gazeteciye canlı
yayında sordular: “Neden 40 yıllık dostu diye tarif edilen kişiyle
röportaj yapmıyorsun?” Gazetecinin cevabı manidardı: “Güvenilmez
bir adam olduğu için.”
Bu gerçeği herkes biliyor; bir tek usta röportajcı (!) Çetinkaya
bilmiyor. En komik rolün kendine düştüğünün farkında bile değil.
Oysa röportaj yaptığı adam hakkında sahtekâr suçlamasını ilk kez
1995’te kendi gazetesi Cumhuriyet yapmıştı. O zamanlar Çetinkaya da
adamın suiistimalleri üzerine köşe yazısı kaleme almıştı. 1995’te
üçkağıtçılıkla suçladığı bir adamla güya röportaj yaparak ve o
adamı referans kabul ederek toplumca sevilen bir kişinin haklarına
tecavüz ediliyor. Ortada tımarhanelik bir tablo var. Anlayacağınız,
tipik bir “körler sağırlar, birbirini ağırlar” durumuyla karşı
karşıyayız.
Gazeteciliğe (!) bakın Allah aşkına! Vaktiyle suiistimali görülmüş,
bu yüzden dindar çevresinden koparak daha çok para kazanmak için
her yolu deneyen bir adam bulacaksın; sonra bu adamın üzerinden
yalan-yanlış bir sürü şey yazacaksın. Bu insanlar mahkemeye
başvurup kişilik haklarını korumaya kalkınca “Basın özgürlüğü”nü
hatırlayacaksın. Madem bu kadar ‘gazetecilik’ hevesiniz var; bir
araştırın bakalım adam ne tür olaylara karışmış. Darp suçlaması
var, adam kaçırması var, karşılıksız çek verme var.. Mesleğe yeni
başlayan bir muhabir bile basit bir araştırma yapsa adamın Peker
ile birlikte adam kaçırma ve darp suçlarına rastlar. Soruşturmacı
gazetecilik her önüne geleni yazmaktan değil, zahmet buyurup haber
kaynağının dürüstlüğüne bakmaktan geçer. Adamın derdi belli: Şantaj
yoluyla ‘rant’ elde etme. Sorun bakalım neden yıllarca karşılıksız
çek verme suçundan aranmış, niçin kendini başka isimlerle tanıtmış,
alacaklılardan kurtulmak için niçin 20’den fazla adres değiştirmiş,
niçin malları üzerine hacizler konmuş ve o malları hangi yollardan
elde etmiş, kimi dolandırmış ve yıllar boyunca insanları nasıl
mağdur etmiş, bu ülkenin mahkemeleri adam hakkında niçin gıyabi
tutuklama kararı vermiş? Aftan yararlanınca adam tertemiz hale
gelmez ki!
Cumhuriyet’in mantığına uyarsanız yandınız. Diyelim ki, vaktiyle
tanıştığınız bir adamın yamukluğu anlaşıldı; onu korumak, onun
ihtirasına, şantajına boyun eğmek zorundasınız. Fethullah Gülen
düşmanlığı bazılarını öylesine kör etmiş ki şantajcılığa bile çanak
tutar hale gelmişler. Böyle bir şey olabilir mi?
Çetinkaya güvenilmez bulduğu adamı bu kez neden destekliyor?
Temin edemediği menfaatin oluşturduğu intikam arzusuyla başvurulan
yalan ve iftiralar röportaj kabul edilebilir mi? Adamın temiz
olmadığını ilk defa yazan bir gazeteci, niçin onun güvenilir bir
kaynak olduğuna inanır hale geldi acaba? Konu, basit bir
gazetecilik hadisesi değil, psikolojik harp uzmanlığının
çömezliğinde sahnelenen bir çadır tiyatrosudur.
Psikolojik rahatsızlığı resmi raporla tespit edilmiş birinin
röportajına hukuki yollardan “dur” demek neden suç olsun?
Tamam, prensipte bir gazetenin dizi yayınının durdurulması hoş
karşılanmayabilir; ancak gazeteciliğin tetikçiliğe dönüşüp
insanları töhmet altında bırakması kabul edilebilir bir durum mu?
Söz konusu bir fikir adamının eleştirisi olsa, düşünce özgürlüğü
adına sineye çekilebilir ve makul cevaplar verilebilir. Ancak
hadise ‘rant kavgası’ heyecanına kapılmış bir adamın yalan ve
iftiralarıdır. Bu duruma hangi düşünce insanı katlanabilir?
İnsanlar medya karşısında bu kadar çaresiz bırakılabilir mi? Böyle
bir durum söz konusu olduğunda, bu kişilerin adaletin hakemliğine
başvurması kınanabilir mi? Adalete başvurmayıp da ne yapsın
insanlar? İnsaf lütfen!
28 Şubat bir daha hatırlandı
‘Post modern darbe’nin 8. yılı münasebetiyle basın, 28 Şubat’ı bir
daha yâd etti. Gazetelerde yazı dizilerine yer verildi. İlginç
açıklamalar neşredildi. En unutulmaz açıklamalar Zaman’da
yayınlandı. Dönemin Sincan belediye başkanı olan Bekir Yıldız’ın
özeleştirisi önemliydi. Pişman mıydı, değil miydi; biraz ortada
kaldı, ancak “Hata yaptık, 28 Şubat’çılara fırsat verdik” cümlesi
gayet net bir özeleştiriydi.
Yıldız’ın açıklamalarından çok daha önemli bir yazı yayınlandı
Zaman’da. Kapatılan Refah Partisi’nin en renkli simalarından Şevki
Yılmaz, 28 Şubat’ı kendi gözüyle değerlendirdi. Yorum sayfamızda
yer alan Yılmaz’ın makalesi enine boyuna düşünülmüş, derli toplu
kaleme alınmış bir yazıydı. Çoğu kişinin gözünden kaçsa da Şevki
Yılmaz’ın yazısı, tarihî bir metin olarak arşivlerde yerini
aldı…
Eskilerin “sene-i devriye” dediği bir şey vardır. Her yılın belli
bir günü geçmişteki bir hadise hatırlanır. Gazeteler için de bu,
ayrı bir gündem sebebidir. 28 Şubat post modern darbe üzerine çok
şeyler yazıldı, söylendi; ancak yazılacak söylenecek hâlâ çok şey
var. Ta ki demokrasimiz bir daha böyle bir türbülansa düşmesin…
Spor Oscar’ları kolay kolay unutulmayacak
Geçen hafta tarihî bir programa şahit olduk. Zaman’ın 15. kez
yapılan Yılın Sporcuları Ödül Töreni, gerçekten de görülmeye
değerdi. Spor camiasının kalbi Lütfi Kırdar’da attı. Devlet
oradaydı, spor kulüpleri oradaydı, spor otoriteleri oradaydı, spor
medyası oradaydı…
O kadar çok manşetlik hadise vardı ki! Devlet Bakanı Mehmet Ali
Şahin’in spordaki şaibeyi önlemek için istihbarat birimi
oluşturulacağını söylemesi, çok önemli bir açıklamaydı. Fenerbahçe
Başkanı Aziz Yıldırım’ın ödülünü aldıktan sonra yaptığı kısa
konuşmada hedeflerinin Avrupa’da büyük başarılar elde etmek
olduğunu söylemesi ve ardından futbolcularına “Avrupa Kupası’nı
aldığınızda başkanlığı bırakacağım.” demesi manşetlere yakışır bir
beyandı. Aziz Başkan’a salonda yapılan bir espriyi de söylemekte
fayda var. Deniyor ki Fenerbahçeliler Aziz Başkan’ı çok seviyor,
onun kalmasını istiyor. O yüzden başkan “Avrupa Kupası aldığında
bırakacağım.” dememeli; çünkü kimse onun bırakmasını istemez,
kupalar alınamaz…” Tabii ki bu işin şakasıydı…
Gecenin unutulamaz bir sahnesi, tarihe geçti. Tribün teröründe
kaybettiğimiz Cihat Aktaş’ın babası ile cinayeti işleyen gencin
babası törende bir araya geldi. Bu çok açık bir mesajdı. Artık
anneler babalar yürekleri dağlayan bir başka tribün terörü
istemiyordu.
15. ödül töreni bir kez daha ispat etti ve çıta “Sporun Oscar’ı”
seviyesine yükseldi. Bu programa emeği geçen herkesi kutlar gelecek
yıl daha güzel bir programda buluşmayı dileriz…
YAZI:Ekrem DUMANLI
ZAMAN