Cumhurbaşkanı Gül'den flaş açıklamalar
Abone olCumhurbaşkanı Gül, TBMM 24. Dönem 3. Yasama Yılı’nın açılışında gündemdeki konulara ilişkin önemli mesajlar verdi.
İNTERNETHABER -
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, tutuklu vekillerden, PKK terörüne, yeni
anayasa çalışmalarından başkanlık sistemine, ekonomik
gelişmelerden, Arap Baharı'na, Ortadoğu ve dış politikaya, kadar
birçok konuda açıklamalarda bulundu.
İşte Gül'ün konuşmasından öne çıkan satır başları:
TUTUKLU VEKİLLER
-Seçimlere yasal olarak katılmış, halkın oyunu almış, milletvekili sıfatını taşımaya hak kazanmış herkesin, haklarında kesin yargı kararları ortaya çıkana kadar yasama faaliyetine katılması gerektiğini düşünüyorum.
ARAP BAHARI
-Ortadoğu’da halk hareketleri başladığında, normalde bütün dünyaya
demokrasi dersi veren bazı ülkeler tereddütler yaşadılar. Bugün de
yaşananları gölgelemek ve dönüşümü yolundan saptırmak için global
çapta sinsi girişimler yapılmaktadır.
SURİYE
-Dünyanın gözü önünde kendi halkının meşru taleplerine savaş
uçakları dahil ağır silahlarla mukabele eden bir rejim var bugün
karşımızda. Biz ırk, din, mezhep, ideoloji farklılıklarına asla
bakmaksızın ilkeli bir tutum sergiledik. Duruşumuz tarih önünde
doğrudur.
TERÖR
-Terör örgütü bu kez de başta Suriye olmak üzere bölgede meydana
gelen dönüşüm ve kaosu fırsat zannederek, yeniden tarihi bir
yanılgı içine girmiş; Türkiye’nin huzurunu ve kalkınmasını
engellemek isteyen farklı odakların taşeronu haline gelmiştir.
-Teröre karşı mücadele, hukukun üstünlüğü ve demokrasinin temel
ilkeleri gözetilerek, aynı kararlılık ve azimle sürdürülecektir.
Milletimize kasteden terör odaklarına karşı herhangi bir müsamaha
gösterilmesi ve teröre karşı mücadelede en ufak bir zafiyet içine
girilmesi asla sözkonusu olmayacaktır.
DIŞ POLİTİKA
-Diğer taraftan, ülkemizin son yıllarda tüm kıtalarda yakaladığı diplomatik ve ekonomik aktivizmi sürdürmesinin, Türkiye’nin dünya politikasında yükselen profilinin korunması ve milli menfaatlerimizin genişletilmesi açısından gerekli olduğuna inanıyorum.
-Komşumuz ve büyük ticari ortağımız Rusya başta olmak üzere,
ilişkilerimizin süratle çeşitlendiği Çin, Afrika, Latin Amerika ve
Pasifik ülkelerine yönelik çok boyutlu dış politikamızı
güçlendirmeye devam etmeliyiz.
BAŞKANLIK SİSTEMİ
-Yeni anayasa yapım sürecinde, pek çok meselenin ve alternatif anayasal sistemlerin gündeme getirilmesi, bu sistemlerin olumlu ve olumsuz yanlarının irdelenmesi sağlıklı bir tartışmadır.
-Bu sistemlerin dünyada başarıyla uygulandığı örnekler bulunduğu gibi, ciddi sıkıntılara yol açtığı örnekler de mevcuttur. Önemli olan dünyadaki mevcut örnekleri de dikkate alarak, meseleyi kendi bütünlüğü içinde, tüm veçheleriyle tartışmaktır.
EKONOMİYE ÖVGÜ VE UYARI
-Geçtiğimiz dönemde, her iki alanda da gerekli adımlar
kararlılıkla atıldığı için kronik sorunlarımızın çözümünde başarı
sağlandı.Bu süreçte enflasyonun düşürülmesine bağlı olarak, nominal
ve reel faizlerde çok büyük inişler kaydedildi. Kısacası, milli
bütçemiz faiz yükünden kurtarıldı, büyüme ve kalkınma için kaynak
yaratıldı.
-Aynı başarıyı büyüme–cari açık kısır döngüsünü kırmada da
göstermeliyiz. Hedefimiz, fiyat istikrarını ve finansal istikrarı
tehlikeye atmadan, cari açıksız yüksek büyüme olmalıdır.
MECLİS'TE GÜL
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün, Ana Bina Kapısından girdikten sonra,
Başkanlık Divanı kapısına kadar yürüyeceği kırmızı halının
kenarlarına 4 adet ayaklı gül arajmanı konuldu.
Genel Kurul'da milletvekillerinin masalarına yeni yasama yılının
açılışı dolayısıyla ilk kez gül bırakıldığı görüldü. Gülün üzerinde
TBMM Başkanı Cemil Çiçek'in, ''Yeni yasama yılınızın hayırlı olması
temennisi ile çalışmalarınızda başarılar dilerim'' notu da yer
aldı.
CHP'nin tutuklu milletvekilleri Mustafa Balbay ve Mehmet Haberal
için sıraların üzerine çiçek bırakıldı. TBMM Ana Bina
girişinde görev yapacak polisler, yeni yasama yılının açılışında
yeni kıyafetleriyle yerlerini aldı.
Yeni yasama yılının başlaması dolayasıyla TBMM Tören Salonu'nda
gerçekleştirilen resepsiyon, terör olayları nedeniyle iptal
edilmişti.
GÜL'ÜN KONUŞMASININ TAM METNİ SONRAKİ SAYFADA..
[PAGE]
İŞTE GÜL'ÜN YENİ YASAMA YILI AÇILIŞNA YAPTIĞI KONUŞMA:
"Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 24. Dönem 3. Yasama Yılı’nın
açılışı vesilesiyle, siz Değerli Milletvekillerimizi en içten
duygularımla selamlıyorum.
Her yeni gün, her yeni başlangıç yeni umutları beraberinde getirir.
Dünyanın köklü değişimler geçirdiği; ekonomik, sosyal ve siyasi
alanlarda muazzam altüst oluşların yaşandığı günümüz ortamında da;
Yüce Meclisimiz, milletimizin, sorunlarının çözümünü emanet ve
itimat ettiği en önemli kurumdur.
Kuruluşundan beri olduğu gibi, bugün de Yüce Milletimiz, rehberlik
için yüzünü Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne çevirmekte, sizlerin
varlığından, çalışmalarınızdan, gayretlerinizden ümitvar
olmaktadır.
Değerli Milletvekilleri,
Dünyada, çevremizde ve ülkemizde meydana gelen olumlu ve olumsuz
gelişmeler, karşı karşıya kaldığımız sorunlar, hiç kuşkusuz, bu
yasama dönemini, öncekilerden daha hassas hale getirmiştir.
Böyle dönemlerde daha fazla konuda ortak tavır alabilmemiz
gerekiyor. Bunun için de daha geniş istişareye, çok yönlü diyaloğa
ve her düzeyde daha yakın çalışmaya ihtiyacımız var.
Siyasi partiler demokrasilerin temel unsurudur. Siyasi
partilerimizin saygıdeğer liderleri ile siyasetçilerimizin,
şartların gerektirdiği ortamın oluşmasına ortak katkıları, başka
her türlü katkıdan daha fazla belirleyicidir.
Birbirimizin düşünce ve kaygılarına empatiyle yaklaşalım.
Doğrularımızı söylemeye devam edelim, ancak bunu yaparken dışlayıcı
ve birbirimizden uzaklaşmayla sonuçlanacak bir üslup kullanmaktan
da kaçınalım. “Sözün gücü” nün ne olduğunu hep hatırda tutalım.
Geçmiş deneyimlerimizden ve siyasi tarihimizdeki örneklerden
bildiğimiz üzere, bir yasama yılı nasıl başlarsa öyle devam ediyor.
Sözümüz güçlü olsun derken kendi söylemlerimizin esiri olabilir ve
ileride telâfisi çok zor noktalara varabiliriz.
Geçen yılki konuşmamda bu Meclis’in siyasetin tüm renk ve
eğilimlerini temsil ettiğini ve bu nedenle çok güçlü olduğunu
vurgulamıştım. Bu vesileyle, seçildikleri halde bu yasama yılında
da Meclis’te olamayan milletvekillerinin bu tablo içinde bir
noksanlık oluşturduğunu belirtmek isterim.
Seçimlere yasal olarak katılmış, halkın oyunu almış, milletvekili
sıfatını taşımaya hak kazanmış herkesin, haklarında kesin yargı
kararları ortaya çıkana kadar yasama faaliyetine katılması
gerektiğini düşünüyorum.
Ülkemiz ve milletimizin karşılaştığı bütün sorunların çözüm yeri
Yüce Meclis’tir. Ülkemizdeki bütün fikir ve renklerin burada
temsili önemlidir. Mühim olan bu yüce kurumun kapsayıcı olması ve
çoğunluktan farklı düşünenlerin bu çatı altında kendilerine güvenli
bir yer bulmasıdır.
Meclis kompozisyonunda meydana gelebilecek her türlü noksanlık,
geçmişte yapılanları tekrar etmekten ve çok ihtiyacımız olan
çözümleri daha da ötelemekten başka bir işe yaramayacaktır.
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
Geride bıraktığımız yasama yılı her bakımdan ülkemizi ön plana
çıkaran olaylara sahne oldu. Dünyanın en sağlam, hiç sarsılmaz gibi
görünen ekonomileri krize girdi; krizle daha önce tanışmış
ülkelerde de sorunlar derinleşti.
Bize yakın coğrafyada, asla değişmez gözüyle bakılan, halkların
kaderi olduğuna inanılan siyasi yapıların çözülmeye yüz tuttuğunu
gördük.
İnsanlar daha fazla hak ve daha fazla özgürlük taleplerini yüksek
sesle ifade etmeye başladılar. Hak ve özgürlüklerini elde etmek
için her türlü fedakârlığa katlanmayı göze alabileceklerini
gösterdiler.
Değişim süreci henüz sona ermediği için etrafımızdaki çalkantılar
ülkemizi de etkiliyor.
Yakın coğrafyamızda meydana gelmekte olan köklü değişimlere yol
açan gelişmelerde ülkemizin ‘ilham kaynakları’ndan biri olduğunun
herhalde farkındayız.
Nüfusunun çoğunluğu Müslüman, demokratik ve laik bir ülke olarak
Türkiye, ekonomik alanda kaydettiği ilerlemeler yanında, farklı din
ve etnik kökenden vatandaşlarını mutlu etme çabalarıyla da dikkat
çekiyor. ‘Türkiye gibi olmak’ bugünün dünyasında bazı halklar için
bir özlem haline geldi.
Bu vasıflarımızın ülkemize ve özellikle devlet yönetiminde görev
alanlara ayrı bir sorumluluk yüklediğine hiç kuşku yoktur.
Bu itibarla, ülkemize ve sistemine bakıldığında fark edilen
‘özenilecek’ vasıflarımızı daha da sağlamlaştıracak,
kurumsallaştıracak, demokratik kazanımların sürmesini sağlayacak
yöndeki kararlı yürüyüşümüze devam etmeliyiz.
Değerli Milletvekilleri,
Uzak ve yakın coğrafyalarda meydana gelen değişimler, ülkemiz için,
büyük fırsatlar doğurduğu gibi yeni sorunlara da kapı
aralamaktadır.
Bölgemizde istikrar ve güvenliğe önem veren, karşılıklı dayanışma
ve çok yönlü işbirliği temelinde sorunları ortak çözümlerle ortadan
kaldırmayı amaçlayan uzun vadeli stratejimizi kararlıkla
sürdürdük.
Zaman içerisinde karşımıza çıkan birçok engele rağmen, bu
politikalarımızdan taviz vermeyerek, samimiyetimizi bölge
ülkelerine ve komşularımıza ispat ettik.
Komşularımızla ilişkilerimiz bugünlerde yeni gelişmelerle
sınanıyor. İki yıl kadar önce tamamen bizim dışımızda gelişen
olaylar sonunda, tek parti rejimleriyle yönetilen otoriter Arap
ülkelerinin halkları, özgürlük, adalet ve daha iyi ekonomik şartlar
için hareketlenip korku duvarlarını yıktılar.
Arap dünyasındaki bu köklü dönüşüm hareketi tamamen yerli olan bir
hak, hukuk ve onur mücadelesidir.
Soğuk Savaş dönemi çoktan bitti. Ancak, Ortadoğu’da bugün
bile Soğuk Savaş mantalitesi ve yöntemleriyle stratejik ve taktik
hamleler sürdürülüyor.
Bu nedenle, her zamankinden daha dikkatli ve ihtiyatlı olmakta
yarar bulunuyor.
Ortadoğu’da halk hareketleri başladığında, normalde bütün dünyaya
demokrasi dersi veren bazı ülkeler tereddütler yaşadılar. Bugün de
yaşananları gölgelemek ve dönüşümü yolundan saptırmak için global
çapta sinsi girişimler yapılmaktadır.
Geçtiğimiz günlerde yaşanan ve etkisini şimdi bile hissettiren
‘film kışkırtması’ bu girişimlerin son örneğidir. Bu tarz
provokasyonlar bundan sonra da olacaktır. İslam âleminin bu tuzağa
düşmeden demokrasi ve kalkınma yolundaki çabalarını sürdürmesi
gerekir.
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
Suriye’de her gün yüzlerce insanın canını alan kanlı bir iç savaş
sürüyor. Kadim medeniyetimizin en görkemli şehirleri harap olmaya;
kucaklaştığımız insanlar birbirlerine acımasızca saldırmaya devam
ediyor.
Bir ülke kendisini tüketir mi? İşte bugün Suriye kendisini
tüketiyor. Biz Suriye’nin kendi kendisini tüketmesini istemeyiz.
Tercihimiz, halkı mutlu olan güçlü bir Suriye’dir.
Ülkemizin Suriye’nin de aralarında bulunduğu komşularıyla ilgili
politikası bellidir. Biz bütün komşularımızla iyi ilişkiler
kurmaktan yanayız. Suriye ile ilişkilerimizi de her türlü engele
rağmen kararlılıkla geliştirmeye çalıştık. İlişkilerin gelişmesi
iki ülkenin halklarını birbirine yaklaştırdı, refahlarına katkı
sağladı.
Bu süreçte, angajman politikasının komşumuzun demokrasi iştahını
teşvik edeceğine ve bu yolda adımlar atılmasını sağlayacağına
inandık.
Olaylar başladıktan sonra da, inisiyatifin Suriye yönetiminin
elinden çıkmaması için dostça çok çalıştık. Her seviyede çok çaba
gösterdik. Bölgeye uzak ülkeler gibi davranmadık. Çünkü bugünlere
gelineceğinin kaçınılmaz olduğunu gördük.
Ancak, dünyanın gözü önünde kendi halkının meşru taleplerine savaş
uçakları dahil ağır silahlarla mukabele eden bir rejim var bugün
karşımızda. Biz ırk, din, mezhep, ideoloji farklılıklarına asla
bakmaksızın ilkeli bir tutum sergiledik. Duruşumuz tarih önünde
doğrudur.
Buradan bütün uluslararası topluma çağrıda bulunmak isterim.
Suriye’de akan kanın durması hepimizin ortak sorumluluğudur. Yakın
tarih uluslararası camianın üzerine düşeni yapmadığı durumlarda, bu
tür olayların nasıl daha büyük kıyımlara dönüştüğünü
göstermektedir.
Bu itibarla, olaylara Soğuk Savaş mantalitesi ve kısır çıkarlar
gözlüğüyle bakmamalı, insani sorumluluklarımızı dikkate alan,
hak ve adaleti gözeten, cesur ve kararlı bir tutum
sergilenmelidir.
Yine de dikkatli olmakta yarar var. Dış politikayı ilgilendiren
meselelerde dostlar ile düşmanlar çoğu kez karışır; intikam
duyguları devreye girer; kıskançlıklar depreşir. Bu nedenle, takip
ettiğimiz politikanın yan etkilerini dikkatle izlemeli ve her bölge
ülkesinin tehdit algılamasını anlamaya çalışmalıyız.
Milli çıkarlar her ülke için temel unsurdur. Ülkemizin milli
çıkarları da bizim için temel unsur teşkil ediyor.
Suriye’de ortalık durulunca ülkeyi yönetecek kadrolar ile ortaya
çıkacak düzenin, tüm Suriye halkını temsil etmesi; aşırılıklardan
kaçınması ve intikamcı duygularla hareket etmemesi en
büyük arzumuzdur.
Yeni Suriye’nin kendi halkıyla ve komşularıyla barışık bir şekilde,
toprak bütünlüğünü ve siyasi birliğini koruması en temel
önceliğimizdir. Öte yandan, Filistin davasına sadakat ve desteğin
kesintisiz sürdürülmesi, yeni Suriye’nin meşruiyetinin en önemli
kaynaklarından biri olacaktır.
Şüphesiz bütün bu gelişmeler uzun güney sınırımızda bizim için yeni
ve ciddi güvenlik sorunları ortaya çıkartmıştır. Büyük göç kitlesi
ve ortaya çıkan kaos ortamını fırsat bilen terör örgütünün bu
durumdan faydalanma çabaları terör saldırılarını
tırmandırmaktadır.
Değerli Milletvekilleri,
Terör, ülkemizde can almaya, yüreklerimizi dağlamaya devam
etmektedir. Ülkemizde ve dünyanın farklı ülkelerinde çirkin yüzünü
gösteren terör, siyasi veya adi bir suç değil, insan hayatına
kasteden bir eylem ve insanlığa karşı işlenen bir suçtur.
Geçen yıl Yüce Meclis’te yaptığım konuşmada, terör örgütünün,
ülkemizin demokratik standartları yükseltme yönündeki
kararlılığını, bir zafiyet olarak görmekle, tarihi bir yanılgı
içinde olduğunu vurgulamıştım.
Terör örgütü bu kez de başta Suriye olmak üzere bölgede meydana
gelen dönüşüm ve kaosu fırsat zannederek, yeniden tarihi bir
yanılgı içine girmiş; Türkiye’nin huzurunu ve kalkınmasını
engellemek isteyen farklı odakların taşeronu haline gelmiştir.
Teröre karşı mücadele, hukukun üstünlüğü ve demokrasinin temel
ilkeleri gözetilerek, aynı kararlılık ve azimle
sürdürülecektir.
Milletimize kasteden terör odaklarına karşı herhangi bir müsamaha
gösterilmesi ve teröre karşı mücadelede en ufak bir zafiyet içine
girilmesi asla sözkonusu olmayacaktır.
Türk Silahlı Kuvvetleri ve güvenlik güçleri teröre karşı yürüttüğü
mücadeleyi büyük fedakârlıkla ve yeni şartlara göre kendisini
yeniden yapılandırarak sürdürmektedir.
Devlet ve millet olarak Silahlı Kuvvetler ve güvenlik güçlerimize
güvenimiz tamdır.
Bu vesileyle, başta terörle mücadele olmak üzere, ülkemizin huzur
ve güvenliği için hayatlarını kahramanca feda eden asker, polis ve
sivil tüm şehitlerimizi ve kahraman gazilerimizi bir kez daha
rahmet ve minnetle anıyorum.
Terörle mücadelede millet olarak, iktidarı, muhalefeti, medyası ve
sivil toplum kuruluşlarıyla hepimiz tek yürek halindeyiz. Bu
mücadelenin başarısı için kararlılık ve birlikteliğin sürmesi
hayati önem arzetmektedir.
Bu bağlamda, hepimiz bu Meclis çatısı altında yaptığımız “Devletin
varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez
bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini” koruma
yeminine sonuna kadar sadakat göstermeliyiz.
Terör ile demokrasi hiçbir ahvalde kol kola gezemez. Terörün
kucaklanmasına, övülmesine ve meşru gösterilmesine müsamaha eden
bir demokrasi de dünya üzerinde mevcut değildir.
Terör, en önemli anayasal değerlerden biri olan insan onurunu ve
temel hakların başında gelen yaşama hakkını yok etmeyi
hedeflediğinden hiçbir şekilde mazur gösterilemez.
Milletçe topyekûn yürütmemiz gereken terörle mücadelede şüphesiz en
büyük silahımız, ahlaki üstünlüğümüzü ve hukuki meşruiyetimizi
gerek içeride, gerek dışarıda asla kaybetmemektir.
Bu meşruiyetin en büyük güvencesi ise demokrasimizdir. Esasen
terörün kastettiği temel hedef demokrasidir.
Türkiye bir süredir günün şartlarına da uyum içerisinde
demokrasinin kanallarını genişletme çabasındadır. Daha önce
korkulan pek çok alanda cesur adımlar atıldı, atılıyor. Eşit
vatandaşlık ilkesi çerçevesinde, herkesi mutlu edecek ve herkesin
devletin bütün imkânlarından yararlanmasını sağlayacak
değişiklikler birbiri ardına gerçekleştiriliyor.
Gerçekleşen değişikliklerden hemen her alanda herkesin yararlanması
da sağlanıyor. Pek çok yasak sona erdirildi. Kimliklere müdahale
anlamına gelen uygulamalar artık yok. Anadiller üzerinde varolan
baskılar kalktı. İsteyene anadilini öğrenme imkânı bu yıldan
itibaren eğitim sistemi içerisine alındı. Ülkenin her yerindeki
bürokratlar görevlerinin halka hizmet olduğunun bilincindeler.
Terör örgütü bu gelişmelerden çok rahatsız oldu. Özgürlük alanı
genişleyen halkın, doğal olarak istikrardan yana tavır alması,
terör örgütünü sıkıştırmaktadır.
Bu itibarla, demokratik standartlarımızı yükseltme yönündeki
cesaretimizin kırılmaması gerekir. Bugün konjonktürel sebeplerden
artan terör saldırılarının tuzağına düşüp, yanlış istikamete
girmemeli ve tekrar kısır döngü içine düşmemeliyiz.
Bu bağlamda, bütün sorunların çözüm yerinin bu Meclis olduğunu
hatırda tutmalı ve yeni Anayasa hazırlanması çabalarımızı da
kararlılıkla sürdürülmeliyiz.
Son dönemde artan terör saldırıları ve can kayıpları nedeniyle en
ufak bir karamsarlığa düşmemeliyiz. Evet, terör şiddetini
artırmıştır. Ancak, unutmayalım ki, ülkemizin, demokratik
standartlar, ekonomik gelişmişlik, siyasi istikrar ile askeri ve
yumuşak güç bakımından belki de Cumhuriyet tarihinin en güçlü
dönemini yaşadığı da bir vakıadır.
Dolayısıyla, önümüzdeki sorunlar büyük olsa da bunlarla rahatlıkla
başedecek güç, tecrübe ve birikimimiz de bulunmaktadır.
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
Dış politikada son on yılda elde edilen kazanımlarımızın temelinde,
artan yumuşak gücümüz yer almaktadır. Tarihi birikimimiz, uzun
devlet tecrübemiz, milletimize öz hasletler ve demokratik
kimliğimiz nedeniyle, bir “erdemli güç” olarak, daima haklının
yanında, haksızın karşısında oluyoruz, olacağız.
Buna ilaveten, atacağımız her adımda gözetilmesi gereken temel
hususun, milli menfaatlerimiz olduğunu da hep akılda
tutmalıyız.
Dış politikadaki kazanımlarımızın en değerlilerinden biri olan
komşularla ilişkilerde kaydettiğimiz ilerlemeleri de titizlikle
muhafaza etmeliyiz.
Bazı komşularımızla ilişkilerde bizim dışımızdaki gelişmeler
nedeniyle yaşanan gerilemeyi, geçici ve dönemsel olarak görmeli,
komşularla ilişkileri dostluk ve karşılıklı menfaatler prensibi
temelinde ilerletme hedefini muhafaza etmeliyiz.
Bazı komşularımızın da yaşadığı Ortadoğu’daki tarihi dönüşümün,
güvenlik, istikrar ve refaha tahvil edilebilmesi için bölgenin iki
temel güvenlik ikileminin halledilmesi öncelik taşımalıdır.
Aslında birbiriyle ilintili olan bu iki temel mesele, Arap-İsrail
İhtilafı ile bölgede tırmanma istidadına giren kitle imha
silahlarının yayılması tehlikesidir.
Her iki sorunun da çözümü için münferit ve kökten olmayan
yaklaşımlar yerine, daha bütüncül ve kapsamlı bir yaklaşımın ortaya
konulması elzemdir.
Bu çerçevede, İsrail’in de güvenlik endişelerine son veren Arap
Barış Planı ile; bölgenin Kitle İmha Silahlarından arındırılmasına
imkan sağlayacak 1991 tarih ve 687 sayılı BM Güvenlik Konseyi
Kararını temel alan bir bölgesel silahsızlanma mekanizmasının; eş
zamanlı olarak hayata geçirilmesinin esas referans alınması gereken
noktalar olduğu kanaatindeyim.
ABD Başkanı Obama’nın 2010 yılında New York’ta yapılan NPT İzleme
Konferansı’nda bu fikri destekleyen beyanlarını takdirle karşılıyor
ve silahsızlanma konusunda diğer büyük aktörleri de bu hususta
inisiyatif almaya davet ediyorum.
Böylece, Ortadoğu ve dünyanın pek çok yerinde adalet duygusunu
zedeleyen, istikrarsızlık ve aşırılıklara sebep olan Filistin
meselesinin adil ve kalıcı bir şekilde çözülmesi; İran’ın ve diğer
bölge ülkelerinin büyük tehdit algılamalarına bağlı gerilimlerin
giderilmesi mümkün olabilecektir.
Avrupa Birliği ve başta ABD olmak üzere NATO müttefiklerimizle
ortak değerler temelinde yürüttüğümüz ilişkiler, sadece bir dış
politika ve güvenlik tercihi olarak telakki edilmemelidir.
Ülkemizin siyasi, demokratik ve ekonomik vasıflarının da bir
anlamda tescili olan bu ilişkiler, güvenliğimizin pekiştirilmesi
ile demokratik ve ekonomik inkişafımız bakımından da son derece
önem taşımaktadır.
Diğer taraftan, ülkemizin son yıllarda tüm kıtalarda yakaladığı
diplomatik ve ekonomik aktivizmi sürdürmesinin, Türkiye’nin dünya
politikasında yükselen profilinin korunması ve milli
menfaatlerimizin genişletilmesi açısından gerekli olduğuna
inanıyorum.
Komşumuz ve büyük ticari ortağımız Rusya başta olmak üzere,
ilişkilerimizin süratle çeşitlendiği Çin, Afrika, Latin Amerika ve
Pasifik ülkelerine yönelik çok boyutlu dış politikamızı
güçlendirmeye devam etmeliyiz.
Ayrıca, kardeş Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ve İslam dünyasıyla
ilişkilere verdiğimiz önem ile Kıbrıs davasına yönelik dikkat ve
alakamızı artırarak sürdürmeliyiz.
Değerli Milletvekilleri,
Bugün Batı ekonomileri büyük bir krizle boğuşuyor, AB kendi içine
kapanıp iç yapılanmasının beraberinde getirdiği bazı zafiyetleri
gidermek için çaba sarf ediyor olabilir. Ancak, hiçbir kriz sonsuza
dek sürmez. 1929 Buhranı’ndan bu yana çok sayıda kriz sona ermiş ve
çoğu kez ülkeler “yaratıcı yıkım” kuralı gereğince krizlerden
güçlenerek çıkmıştır.
AB üyelik perspektifinin getirmiş olduğu ivmeyle Türkiye’nin,
ekonomisini ve demokrasisini güçlendiren ve vatandaşlarımızın hayat
standardını yükselten pek çok reforma öncülük ettiği bir
gerçektir.
Çoğu kez karşı taraftan kaynaklanan nedenlerle süreç yavaşlasa da
biz kendi işimize bakmalı ve AB müktesebatı çerçevesinde atılması
gereken doğru adımları kararlılıkla atmalıyız. Bu nedenle, Yüce
Meclis’ten beklentim, AB uyum yasalarına ve reformlarına yönelik
önceliğin yeniden tesis edilmesi ve bunların bütün vatandaşlarımız
adına somut kazanımlara dönüştürülmesinin sağlanmasıdır.
Değerli Milletvekilleri,
Geçtiğimiz yıl ülkemizin en önemli gündem maddesi yeni anayasanın
yapımıydı.
Milletimizin özlemi ve beklentisi olan bu anayasa için vade, bugün
başlayan yeni yasama yılıdır.
Anayasanın geniş kitlelerin önerilerini de içine alacak, sivil
toplumun taleplerine de yer veren ön hazırlığı geçtiğimiz yıl
tamamlandı. Meclis’te temsil edilen partilerimizin eşit sayıda
üyesinden oluşan Komisyon çalışmalarını ben de yakından
izlemekteyim.
Şimdi bu çalışmaların ortak bir metne dönüştürülmesi zamanı
gelmiştir. Ortaya çıkacak metin mümkün olduğu oranda üzerinde
uzlaşılabilecek ortak görüşleri içermelidir. Anayasa gibi temel bir
metin üzerinde yüzde yüz anlaşmanın ne denli güç olduğunun
farkındayım.
Özgürlükçü bir anayasayla, herkesin hak ve hürriyetlerini garanti
altına alan, kimsenin kendisini dışlanmış hissetmeyeceği yeni bir
vatandaşlık mukavelesini gerçekleştirmeliyiz.
Yeni anayasa yapım sürecinde, pek çok meselenin ve alternatif
anayasal sistemlerin gündeme getirilmesi, bu sistemlerin olumlu ve
olumsuz yanlarının irdelenmesi sağlıklı bir tartışmadır.
Bu sistemlerin dünyada başarıyla uygulandığı örnekler bulunduğu
gibi, ciddi sıkıntılara yol açtığı örnekler de mevcuttur. Önemli
olan dünyadaki mevcut örnekleri de dikkate alarak, meseleyi kendi
bütünlüğü içinde, tüm veçheleriyle tartışmaktır.
Netice olarak yapılması gereken; köklü anayasal tecrübemizin
ışığında milletimizi layık olduğu seviyeye taşıyacak; temel hak ve
özgürlükleri genişletecek; halkımızın birlik ve beraberliğini
pekiştirecek; demokrasimizi kurumsallaştıracak bir anayasanın biran
önce hazırlanmasıdır.
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
Ülkemizde bugün herkesin görüşlerini rahatlıkla ifade edebileceği
bir özgürlük ortamı bulunuyor. Bu yolda eksikler veya yanlış
uygulamalar, demokrasiyi zedeleyen görüntüler sözkonusu ise,
bunların hepsi hiç gecikilmeden ortadan kaldırılmalıdır.
Türkiye’nin demokratik bir hukuk devleti olduğu yolunda kimsenin
kaygısı da, kuşkusu da bulunmamalıdır.
İç ve dış kamuoyunda bu yoldaki kazanımlarımızın haksız bir şekilde
gölgelenmesine müsaade etmemeliyiz.
Dünyada demokratik hak ve özgürlüklerin en geniş biçimde
kullanılmasına imkân verdiği için zarar görmüş ülkeye pek
rastlanılmaz. Buna karşılık sıkıntıdan sıkıntıya düşenlerin çoğu,
hak ve özgürlüklerin dar olduğu, demokrasiden nasibini almamış
ülkelerdir. Türkiye, çok şükür, bugün belli bir demokratik
olgunluğa kavuşmuş bir ülkedir.
Bir ülkede yazarların, düşünürlerin ve fikir adamlarının
görüşlerini korkusuzca paylaşabilmeleri, o ülkeye itibar
kazandırır. Aynı şekilde, gazeteciler, haberciler ve bir bütün
olarak medya mensuplarının halkı haberdar etme görevlerini yerine
getirirken hiçbir engelle karşılaşmamaları da temel esastır.
Hiç kimse fikirleri ve fikirlerini medya yoluyla açıklaması
yüzünden hapse düşmemelidir. Şiddeti teşvik eden ile görüş
açıklayan arasında kesin bir ayrım gözetilmelidir.
Değerli Milletvekilleri,
Hukuk devleti, şeffaflık ve hesap verebilirlik gibi temel
demokratik ilkeler her ülkeyi güçlü kılar. Kritik dönemlerden
geçerken bu konularda göstereceğimiz özen ve titizlik, mücadele
gücümüze güç katar ve her türlü istismar ve kirli propagandaları
defeder.
Bu sebeple, kurumlarımızın da itibarını yüceltmek ve zedeletmemek
için, tüm şüphe ve kuşkuları yok edecek cesaretle
davranmalıyız.
Hepimizi derinden üzen olayları ve talihsizlikleri asla iç polemik
kısır döngüsüne sokmadan, sorgulama-hesap verebilirlik dengesinde
tutmalıyız.
Bu davranış tarzı asla bir zafiyet olmadığı gibi, tam tersine
ülkemizin ve kurumlarımızın gücüne güç katacaktır.
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
Türkiye ekonomisinin yakın tarihi, ekonominin bütün temel
dengelerini tahrip eden ve her defasında büyük kayıplara ve
zararlara sebebiyet veren krizlerle doludur. Bu sıkıntılı
dönemlerin gösterdiği gerçek, ekonomimizin her zaman krizlere maruz
kalabilecek kırılganlıklar ve zayıflıklarla malul bulunmasıydı.
Ülkemiz 2001 yılında tarihinin en derin ekonomik krizini
yaşamıştır.
Krizi takip eden yıllarda alınan etkili tedbirler ve hayata
geçirilen kapsamlı reformlar sayesinde ekonomimiz, istisnaî bir iki
yıl hariç, istikrarlı bir büyüme ve gelişme trendi
yakalamıştır.
Ayrıca, 2007'de başlayıp 2008'de derinleşen ve halen etkileri devam
eden, dünyanın son yüzyılda yaşadığı en şiddetli krize karşı güçlü
bir dayanıklılık ve esneklik göstermiştir. Yapılan reformlar bizi
bu defa dış şoklara karşı korumuştur.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen, Türk ekonomisi son 10 yılda
AB ortalamasından yaklaşık 5 kat daha hızlı büyümüş ve bu büyüme
istihdam yaratan bir büyüme olmuştur.
Bu başarıda en büyük pay, çalışkan Milletimize ve gösterdiği
basiret ve izlediği doğru politikalarla Hükümet ve ekonomi
yönetimine aittir.
Ancak, bütün dünyanın takdirle ve dikkatle izlediği bu ekonomik
performansın, kendi ülkemizde yeterince önemsendiğini ve takdir
edildiğini maalesef söyleyemeyiz. Avrupa’nın en güçlü ülkelerinin
vatandaşlarının bugün karşı karşıya kaldıkları sıkıntı ve acıları
görmemiz gerekir.
Değerli Milletvekilleri,
Günümüz dünyasında ekonomi alanında başarılı olmak, sürdürülebilir
bir büyüme trendinin ve istikrarlı bir ekonomik ortamın sağlanması
anlamına gelmektedir.
Ayrıca şu gerçeği de unutmamalıyız: Arzu ettiğimiz neticeler,
talimatla değil, doğru politikalar izlemekle elde edilebilir.
Her iki kavram, yani sürdürülebilirlik ve istikrar, aynı zamanda,
birbirine yakından bağlı ve birbirini etkileyen olguları ifade
etmektedir.
Vurgulamak istediğim husus, cari politikaların geçici başarılarıyla
yetinmeden, ekonominin yapısal olarak daha güçlü temeller üzerine
kurulmasını sağlayacak, orta ve uzun vadeli yapısal reformları
hayata geçirecek stratejik vizyonun kaybedilmemesidir. Çünkü
geçmişte bu tuzaklara düşülmüştür ve neticeleri hepimizce
malumdur.
Geçtiğimiz dönemde, her iki alanda da gerekli adımlar kararlılıkla
atıldığı için kronik sorunlarımızın çözümünde başarı sağlandı.
Bu süreçte enflasyonun düşürülmesine bağlı olarak, nominal ve reel
faizlerde çok büyük inişler kaydedildi. Kısacası, milli bütçemiz
faiz yükünden kurtarıldı, büyüme ve kalkınma için kaynak
yaratıldı.
Aynı başarıyı büyüme–cari açık kısır döngüsünü kırmada da
göstermeliyiz. Hedefimiz, fiyat istikrarını ve finansal istikrarı
tehlikeye atmadan, cari açıksız yüksek büyüme olmalıdır.
Zira, gelişmiş ekonomilerle aramızdaki gelir düzeyi farkını
kapatmak ve orta gelirli bir ülke konumunda kalmamak için yüksek
oranlı büyümeye ihtiyacımız vardır. Hâlihazırdaki küresel ekonomik
iklim, bize onları yakalama tarihi fırsatını da vermektedir.
Bu yönde orta ve uzun vadeli politikaların oluşturulduğunu da
görmekten mutlu olduğumu ifade etmek isterim.
Diğer taraftan, büyüme ile cari açık arasındaki kronik bağlantıyı
orta ve uzun vadede kırmaya ve sanayinin hammadde ve ara malı
açısından dışa bağımlılığı anlamındaki yapısal arızasını gidermeye
yönelik bazı hususları geçen sene bu kürsüde dikkatinize
getirmiştim.
Sözkonusu noktalarda etkili ve kapsamlı politikaların hayata
geçirilmeye başlanmasını da umut verici adımlar olarak gördüğümü
vurgulamak isterim.
Burada ekonomi alanındaki başarıları takdir ederken, bazı
hatırlatma ve uyarılarda bulunmayı da gerekli görüyorum.
Dışa açık bir ekonomide sadece iç değil, aynı zamanda dış
gelişmeleri de sürekli izlememiz elzemdir.
Aşırı özgüven ve rahatlık duygusu, ekonomi yönetimlerinin her zaman
kaçınmaları gereken duygulardır.
Ekonomi alanında bugüne kadar sağlanan başarıların önemli bir
sebebinin mali ve parasal disiplin olduğu unutulmamalıdır. Bu
alanda yaşanacak gevşemenin, tamiri imkânsız sonuçlara yol açacağı
hatırda tutulmalıdır. Ayrıca, bu kırılgan dönemde kamu
harcamalarındaki önceliklerimize de dikkat etmeliyiz.
Şüphesiz ki bütün başarıların en önemli faktörü eğitilmiş insan
gücü kaynağımızdır. Bu itibarla, önümüzdeki dönemin anahtar sözcüğü
“verimlilik” olmalıdır.
Bunun için başta eğitim olmak üzere, bilimsel çalışmalar,
araştırma-geliştirme ve inovasyon faaliyetleri, ekonomik
programların hedeflerine ulaşmasında en temel unsurdur. Bu alan
daima birinci önceliğimiz olmaya devam etmelidir.
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
21. yüzyıla sorunlarla boğuşan ve ne yapacağı kestirilemez bir ülke
olarak girmiştik. Bizden yeniden ‘Avrupa’nın hasta adamı’ olarak
söz edenler hayli fazlaydı.
Oysa bugün vatandaşlarının kendisine güven duyduğu, değişen
dünyanın alacağı yeni düzene katkısı olabilecek, güçlü bir
ülkeyiz.
Zenginleşiyor ve zenginliğimizi tabana yaymanın yollarını arıyoruz.
Sorunlarımızı, demokrasi içerisinde, konuşarak ve tartışarak çözme
gayretindeyiz. Dışarıdan bakanların gıpta ettiği, içeriden
bakıldığında da gurur duyulması gereken bir ülke bugün
Türkiye...
Bu gelişmede, iktidarı ve muhalefetiyle bütün siyasi partilerimizin
ve tabii bir bütün olarak Yüce Meclisimizin büyük payı var.
Şüphesiz ki önümüzde önemli iç ve dış sorunlar var. Bunları asla
görmezlikten gelemeyiz. Ancak, bunları aşabilecek güç, irade ve
tecrübemiz her zaman olduğundan çok daha fazladır. Dolayısıyla,
Türk milletinin ve geleceğin Türkiye’sinin her bakımdan daha parlak
ve aydınlık olacağına dair inancımı tekrarlıyorum.
Sözlerime son verirken, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak
üzere Yüce Meclis’in ebediyete intikal etmiş tüm üyelerini rahmetle
yad ediyor ve yeni yasama yılının Milletimiz için hayırlara vesile
olmasını Cenab-ı Allah’tan diliyorum.
Teşekkür ederim.