Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan 50+1 çıkışı: Değişmesi isabetli olur
Abone olCumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilgili "50+1 şartının değişmesi konusunda aynı fikirdeyim, isabetli olur. Mevcutta 50+1 mecburiyeti partileri yanlış yollara sevk ediyor. Kimin eli, kimin cebinde belli değil. Yok altılı, yok on altılı masa… Bundan sonra kim bilir daha neler çıkar?" dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Almanya dönüşü uçakta gazetecilerin
sorularını yanıtladı.
İsrail'e nükleer silah tepkisi gösteren Erdoğan, Atom Enerji Kurumu'ndan denetleme isteyeceklerini açıkladı. Eurofighter savaş uçaklarına ilişkin "Almanya vermezse çalınacak kapı mı yok?" ifadelerini kullandı.
Almanya ziyaretinde "İsrail'in bir terör devleti" olduğunu söylediklerini de dile getiren Erdoğan, "İsrail ordusunda 'Türk var'" iddiasına ilişkin ise kendisine intikal eden bir şey olmadığını söyledi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıklaması şu şekilde;
"Almanya Başbakanı Sayın Olaf Scholz'un davetine icabet ile
Almanya seyahatini böylece tamamlamış olduk. Ziyaret çerçevesinde
Cumhurbaşkanı Sayın Frank-Walter Steinmeier ve Sayın Şansölye Olaf
Scholz’la etraflıca görüşmeler yaptık. Ayrıca heyetlerimizin de
katılımıyla yemekli bir görüşme gerçekleşti. Türkiye-Almanya
ilişkilerini çok geniş çerçevede ele alıyoruz. 60'lı yıllardan
bugüne kadar devam eden bir süreç sonunda Almanya, 5 milyon’a yakın
insanımızın bulunduğu bir ülke haline geldi. Şu anda Almanya ile
ikili ticaret hacmimiz 45 milyar doları aşmış durumda. Bu yılsonu
itibariyle 50 milyar dolar hedefini yakalamayı öngörüyoruz. Bu
hedefin tutturulması ile birlikte, yeni hedefimiz 60 milyar dolar
ticaret hacmine ulaşmak olacak. Halihazırda 8 bin’den fazla Almanya
orijinli şirket, ülkemizde faaliyet gösteriyor. Turizm sektörüne
baktığımızda, ülkemize gelen ziyaretçi sayısı bakımından Almanya,
Rusya ile adeta bir yarış halinde ve ilk sıralarda yer alıyor.
Geçtiğimiz yıl 5,6 milyon Alman vatandaşını Türkiye'de ağırladık.
Halklarımız arasında da güçlü ilişkiler söz konusu. Sayısı 3,5
milyona yaklaşan Türk toplumu Almanya'nın ekonomik, sosyal,
kültürel hayatına ciddi katkılar sağlıyor. Ziyaretimiz, köklü
ilişkilerimizde yeni bir sayfa açmak, ikili ve bölgesel
işbirliğimizi geleceğe taşımak açısından büyük önem arz ediyor.
Görüşmelerimizde ikili ilişkilerimizin ekonomik, ticari ve insani
boyutlarının yanı sıra, güvenlik, savunma sanayii başta olmak üzere
birçok alanı gözden geçirme fırsatı bulduk. Terörle mücadele
kararlılığımızı ve Almanya'dan güvenlik alanında daha yakın iş
birliği beklediğimizi kendilerine anlattık.
Muhataplarımızla Avrupa Birliği'ne üyelik sürecimizin yeniden canlandırılması, vize muafiyeti ve Gümrük Birliği’nin güncellenmesi yönünde de olumlu gelişmeler beklediğimizi paylaştık. Fakat Avrupa Birliği'nin ülkemize karşı ön yargılı tutumu maalesef sürüyor. Son olarak Avrupa Komisyonu’nun “2023 Türkiye” raporunda bir kez daha bunu gördük. Diğer taraftan karşılıklı yatırımların teşviki de gündemimizde yer aldı. Yatırımların artması için gereken desteği vermeye hazır olduğumuzu dile getirdik. İş birliğimiz açısından gelecek vaat eden enerji, çevre, iklim değişikliği, dijital dönüşüm ve yeni teknolojiler gibi alanlara odaklanılması hususunda fikir birliği içerisinde olduğumuzu gördük.
Görüşmelerimizde ağırlıklı olarak Gazze konusu da yer aldı. Bunu zaten basın toplantısında da sizler gördünüz. Bu noktada maalesef Sayın Cumhurbaşkanı’nın da, Sayın Şansölye’nin de takıldıkları nokta ağırlıklı olarak Hamas’ın durumu. Bu konuda 7 Ekim tarihinde Hamas'ın attığı adımdan dolayı işin failinin Hamas olduğunu düşünüyorlar. “Siviller öldürüldü, şöyle oldu, böyle oldu” diyorlar. Biz de aksini kendilerine ifade ettik. İsrail'in bir terör devleti olduğunu açık net olarak söyledik. “Ne yazık ki, Filistin’de 13 bin çocuk, kadın, yaşlı, öldürüldü. Bunları görmüyorsunuz. Bunları bir kenara koyuyorsunuz. Ama İsrail tarafındaki 100-200 ölümü, tablonun özeti olarak bize anlatmaya çalışıyorsunuz.” dedik. Maalesef tespitlerinde yanlış bir odaklanma var. Ukrayna politikasını aynen burada da uyguluyorlar. Ukrayna'da ne yaptılarsa İsrail'de de aynı şeyleri yapıyorlar. “İsrail haklı deyip, silahsa silah, paraysa para tüm imkanları sınırsız bir şekilde buraya aktardıklarını görüyoruz. Hatta Şansölye basın toplantısında da söyledi. “Bu bizim görevimiz, İsrail'e bu mali destekleri, bu silah desteklerini veriyoruz.” dedi. Bunu görüşmemizde de tekrar ederek “Bu destekleri vermek durumundayız. İsrail savunma konumunda.” diye konuştu. Neticede İsrail’in yaptığını nefsi müdafaa olarak kabul ediyor, Filistin'in direnişini nefsi müdafaa olarak görmüyorlar. Zaten orada ne kaldı? Gazze halkını kuzeyden güneye sürüklediler. Orada da havadan, denizden, karadan, her taraftan bombalıyorlar. Bölgede Theodor Herzl'dan başlayıp hala devam eden, o topraklarda Filistinlileri yok etmek ve sıfırlamak anlayışı hakim.
SORU: İsrail'in tehdidine rağmen yardımların ulaştırılması amacıyla Gazze'deki Refah Sınır Kapısı'nın açık tutulması mümkün olabilir mi? Bu konuda Mısır başta olmak üzere bölge ülkeleri cesaretlendirilebilir mi sizce?
Şu anda Mısır bir yere kadar cesaret gösteriyor. Refah sınır
kapısının açık tutulması son derece önemlidir. Gazze’yi hayatta
tutan, oradaki sivilleri masumları yaşatan bir hayat damarı haline
geldi. Yardımlarımız sınırlı da olsa oradan kardeşlerimize
ulaşıyor. İsrail bu yardımları engellemeye, Gazze’yi açlığa,
susuzluğa mahkum etmeye çalışıyor ve zaman zaman yardımların
geçişini engelliyor. Ancak biz yılmıyoruz, uluslararası yardım
kuruluşlarını, Birleşmiş Milletler’i devreye sokuyor,
yardımlarımızı istediğimiz ölçüde olmasa da ulaştırıyoruz. Bizler
Gazze’yi hayatta tutmaya devam edeceğiz.
Engellemelere rağmen edeceğiz. Başta İslam ülkeleri olmak üzere
bütün dünya bu yardımlar için seferber olmalıdır.
Atom Enerjisi Kurumu'ndan denetleme talebi
SORU- Türkiye’nin çabalarıyla, İslam İşbirliği Teşkilatı’nın bildirisine, İsrail yetkililerinin tehdit olarak öne sürdüğü nükleer silahlarının araştırılıp dünya gündemine getirilmesi maddesi girdi. Netanyahu da bundan rahatsız oldu, Arap liderlerini "Çıkarlarınızı korumak istiyorsanız susun” diye tehdit etti. Siz de grup toplantısında "Elinde atom bombası var mı yok mu?" diye sordunuz. Cevap verebilir mi bu soruya Netanyahu? Şayet veremezse, Uluslararası Atom Enerji Ajansı'nın iddiaları araştırmasını sağlamak için nasıl bir yol izlenebilir?
Şu an itibariyle bini aşkın avukat Uluslararası Ceza Mahkemesine bu savaş suçlarının sorgulanmasına yönelik, soruşturma açılması için başvuru yaptı ve bu başvurular devam ediyor. Bu işin bir bölümü. Diğer taraftan, İsrail Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşmasına taraf değil. Taraf olmadığı için ilk etapta kurallarına da tabi olmuyor. Ama üye ülkelerin nükleer güvenlik adına Uluslararası Atom Enerjisi Kurumuna başvurup bir denetleme mekanizması isteme durumu var. Onu şu anda harekete geçireceğiz. Oradaki kurulu toplayacak, bu talebe dair bir karar verecekler. Bu süreç biraz zaman alacak. Kurul kararını Atom Enerjisi Kurumunun üst organı olan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne göndermeleri gerekiyor. Orada Amerika Birleşik Devletleri’nin İsrail’in yanında durup bu konuyu veto etmesi mümkün. Ancak bu konunun, o zeminde tartışılır hale gelmesi bile muazzam bir durum. Şu ana kadar İsrail ile ilgili böylesi bir başvuru resmi kayıtlara ilk defa geçiyor. Bunun ilerletilmesi bölgedeki stratejik çıkarları dengeleme açısından çok önemli bir konu. Buradan baskı kurmaya devam edeceğiz. Biz Türkiye olarak bu çağrıyı yapıyoruz. Vakit çok geç olmadan İsrail’in nükleer silahları şüpheye yer bırakmayacak biçimde denetlenmelidir. Biz bunun takipçisi olacağız. Tüm dünya kamuoyuna da bunun peşini bırakmama çağrısı yapıyorum.
"İsrail’in işlediği suçların peşini herkes bıraksa da biz bırakmayacağız"
SORU: Sayın Cumhurbaşkanım, Netanyahu'ya “gidicisin” dediniz. Ne durumda Netanyahu'nun hali? Gelişmeler ne gösteriyor Netenyahu için?
Netanyahu gidicidir, kurtuluyoruz. İnşallah İsrail de kurtulacak ondan, tüm dünya Yahudileri de kurtulacak. Şu anda kendi ülkesinde halkın yüzde 60-70’i Netanyahu’nun karşısında. Çünkü hem ülkesine hem dünyaya ciddi fatura ödetiyor. Şu anda herkes onu silahla besliyor, parayla besliyor ama bu durum onu destekleyen ülkelere bir bedel ödetiyor. Yeter ki biz güçlü olalım. Biz güçlü oldukça bu durum çok farklı bir şekilde Allah'ın izniyle gelişir. Buna inanıyorsak mesele yok. İsrail yönetiminin Uluslararası Ceza Mahkemesinde yargılanması için birçok delil mevcut. İsrail’in işlediği savaş suçlarını bir Müslüman ülke işlemiş olsaydı, uluslararası yargı yolu için özel bir çabaya gerek dahi kalmaz, süreç resen başlatılırdı. Biz önyargısız bir biçimde bu suçların cezalandırılması için elimizden geleni yapacağız. İsrail’in işlediği suçların peşini herkes bıraksa da biz bırakmayacağız.
"Hala hastanenin altından tünel arıyorlar"
SORU: Sayın Cumhurbaşkanım maalesef tekrar hastane vurdular, Şifa Hastanesi’nden bahsediyorum. Baskın yaptılar ama gerekçe olarak karargah olduğunu söylediler. Üstelik Amerika'nın toplu istihbaratı denildi. Ve daha da kötüsü Netanyahu “Giremezsiniz dediler, girdik.” açıklaması yaptı. Tüm bunları nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir de üstüne üstlük hastaneden ağır silah da çıkmadı. 7-8 tüfek dışında hiçbir şey çıkmadı oradan. Karargah falan olmadığı görüldü. Amerika Birleşik Devletleri’nin de bu istihbaratlarla hastane bombalanmasına yol verdiği ortaya çıkıyor. Tüm bunları nasıl değerlendirirsiniz?
Hatırlayın, Amerika Birleşik Devletleri kitle imha silahı yalanıyla Irak’ı işgal etmişti. O zaman bu dezenformasyon anında ne yazık ki çürütülemedi. Bugün İsrail benzer bir şekilde birçok yalan üzerinden kendi işgalini saldırganlığını meşrulaştırmaya çalışıyor. Bugün de uydurma bahanelerle Gazze’de işledikleri savaş suçlarına kılıf bulma gayretindeler. İsrail bu suçları, bilmeden ve yanlışlıkla değil aksine taammüden işlemiştir. Tüm katliamlar tasarlanmış, kadınların, erkeklerin, çocukların nerede nasıl öldürüleceği tek tek planlanmıştır.
İsrail, bırakın tüfeği, hastaneye topla tankla giriyor. Hala
hastanenin altından tünel arıyorlar. Bütün bunların hepsinin yalan
olduğu ortaya çıktı.
7 Ekim’den itibaren özellikle İsrail’de artık bizatihi devlet,
hükümet yetkililerinin doğrudan bile isteye yalan söylediğini
defalarca gördük ve bunlar bir yalanı artık sosyal medya
kullanıcıları üzerinden değil, bizatihi kendi basın açıklamalarıyla
yaymaya başladılar. Artık panikle bizzat resmi yetkililer
dezenformasyona sarılıyorlar.
7 Ekim’den itibaren İletişim Başkanlığımız bünyesindeki Dezenformasyonla Mücadele Merkezi aracılıyla hızlı bir şekilde İsrailli yetkililerin söylediği yalanları ifşa edip, gerçeğini paylaşıyoruz ve bunu uluslararası medyaya hızlı bir şekilde iletiyoruz. Böylelikle de İsrail’in maskesini düşürmüş oluyoruz. Böylelikle de İsrail’e yönelik ciddi bir uluslararası baskı oluşuyor. İsrail’in söyledikleri medyada kolaylıkla dolaşamaz hale geldi. Zira biz doğrudan İsrailli yetkililerin paylaştığı ve söylediği 100’ün üzerinde yalanı, uluslararası medyada haber olacak şekilde deşifre ettik ve bu süreç devam ediyor. Dolayısıyla burada İsrail'in daha önce zaman zaman uyguladığı ve daha çok kapalı aktörler, satın aldıkları bir takım gazeteciler üzerinden uyguladığı yöntemi şimdi kendilerinin bizzat tatbik ettiklerini ve bununla hızlı aktif ve doğru kanallar aracılığıyla mücadele edilmesi gerektiğini gördüğümüz için bu mücadeleyi veriyoruz.
İsraillilerin Erdoğan'a rehine mektubu
SORU: Benim sorum bugün ortaya çıkan mektupla ilgili. İsrailli rehinelerin aileleri size seslendiler. Bir insani müdahalede bulunma imkanınız olabilir mi?
Rehinelerden haber almamız hatta kurtarılması noktasında. Hamas’ın elinde tuttuğu İsraillilerin ailelerince tarafıma yazılmış mektupta bizim yakınlarının salıverilmesi ile ilgili devreye girmemiz talep ediliyor. Biz İsraillilerin de Filistinlilerin de esir tutulmasını istemeyiz. Daha önce de açıkladığım gibi Hamas’ın bu insanları bırakmamak gibi bir bakış açısı yok. “Bırakırız” diyorlar zaten. İstedikleri İsrail tarafından hukuksuzca tutuklanan küçük yaştaki çocuklardan tutun annelerin ve babaların da aralarında bulunduğu tutsakların salıverilmesi. Düşünün İsrail yönetimi 5 yaşındaki çocukları tutuklayacak kadar insanlıktan çıkmış durumda. İsrail’in sivil katliamlarından Hamas’ın elindeki rehinelerin bir bölümü etkilenmiş durumda anladığımız kadarıyla. İşin şöyle bir yönü de var. İsrailli aileler bize bu yöntemle ulaştıklarına göre kendi hükümetlerinden umudu kesmişler. Zaten İsrail’in Gazze’de şu ana kadar ki tutumu kendi vatandaşları dahil orada kim varsa katletmek şeklinde. Bu konuyla ilgili İstihbarat Teşkilatımızı devreye soktuk, şimdi onlar bu konuyu araştırıyorlar. Bir netice alabilmek için çalışıyoruz. Netice alabilirsek ne ala.
SORU: Filistin meselesini bu denli savunan Türkiye gibi bir ülke ve sizin gibi bir lider var mı? O da benim ve bizim gibi bu işe asılıyor diyebileceğiniz biri var mı?
Herkes elinden geldiğince bir şeyler yapmaya gayret ediyor. Türkiye’nin bu haklı davaya tam desteği Filistin’in sesinin duyulmasını sağlıyor. Bizler tarihsel sorumluluğumuzun bilincindeyiz ve buna uygun hareket ediyoruz. Niyetimiz halis olduğu için ortaya koyduğumuz tezlerin haklılığına itibar da o derecede artıyor. En son İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Ligi ortak zirvesinde de yine bu itibarın sonuçlarını gördük. Zirvenin sonuç bildirgesini bizim önerilerimiz ve tezlerimiz şekillendirdi. Bunu son derece kıymetli buluyorum. Artık hemen hemen her konuda Türkiye’nin ne dediğine tüm dünya bakıyor. Biz de milletimizden aldığımız güçle, Türkiye’nin itibarına yakışır çıkışlar yapıyoruz. Bizim sesimizin gür olmasının temel dayanağı, arkamızda dimdik duran milletimizin güveni ve sarsılmaz desteğidir. Biz bu millete bir söz verdik, dikleşmeden dik duracağız dedik. Bu ülkenin ve kardeşlerinin itibarını, onurunu asla yere düşürmeyiz, her yerde en güçlü biçimde savunuruz.
"Scholz'a üzüldüm dedim"
SORU: Avrupa Birliği ülkelerinin bundan sonraki tavrını Gazze konusunda özellikle nasıl değerlendiriyorsunuz? Çünkü Avrupa başkentlerinde kitlesel eylemler her geçen gün artıyor.
Avrupa Birliği ülkelerinin tutumunu göreceğiz. Almanya Başbakanı Scholz’a da dedim. Berlin'de gösteriler vardı. Fransa'da var. İngiltere'de var. Amerika'da var. Beyaz Saray’ın önüne kefenleri getirip yerleştirdiler. Bunlar herhalde dünyaya bir mesaj veriyor. Scholz’a “121 ülke insani ateşkese ‘evet’ diyor. 40 ülke maalesef çekimserler arasında. Sizi de onların arasında gördük, buna da üzüldük.” dedim. Onun için bizim şimdi yeni yapacağımız tur çok önemli. Bu turda belki dolaşacağız belki telefon diplomasisiyle sürdüreceğiz ama bu takibi devam ettireceğiz. İsrail’in barbarlığı, orantısız güç kullanımı, pervasızlığı artık birçok ülke tarafından eleştiriliyor.
"Bu bölgede güçlü olmak zorundayız"
SORU: Malumunuz İsrail'in zulmü ortada. Netanyahu’nun aslında bu yöntemlerini açıklama yolu da ilginç kehanetler üzerinden ilerliyor. Dolayısıyla siz de geçtiğimiz günlerde “güçlü olmazsak bizi bu topraklarda yaşatmazlar” dediniz. Çok önemli bir ifadeydi. Son dönemde Türk Silahlı Kuvvetlerimiz, MİT, İçişleri Bakanlığı, Emniyet’ten çok yönlü ve çok boyutlu operasyonlar görüyoruz. Türkiye neye hazırlanıyor bölgesel ve küresel olarak?
Karabağ'da neye hazırlandıysak, Libya'da neye hazırlandıysak, aynı şekilde Türkiye'deki terörle mücadelesinde Allah'a hamdolsun adeta terörü ortadan kaldırdıysak, yarın bir gün başımıza gelebilecek herhangi bir terslikte eğer güçlü bir orduya sahipsek, güçlü bir polis teşkilatına sahipsek kimse kalkıp da bizimle cirit atamaz. Bunun için her an hazır olmamız lazım. Bizim şu anda insansız savaş uçakları bizim en güçlü olduğumuz alan. Bunun yanında deniz kuvvetlerinde iyi bir yerdeyiz. Karada zaten hamdolsun gayet iyiyiz. Şu anda NATO ülkeleri içerisinde karada beşinci sıradayız. Özellikle komando güçlerimiz gayet iyi, daha da iyi olacak. Buralardan taviz vermemiz mümkün değil. Türkiye daha güçlü bir geleceğe, hep sözünü ettiğimiz Türkiye Yüzyılı’na hazırlanıyor. Coğrafyamızdaki hadiseleri yakından takip ediyorsunuz, bu bölgede güçlü olmak zorundayız. Osmanlı’nın son dönemlerini hatırlayın lütfen. Güçten düştüğü vakit dört bir cepheden saldırılar artmış ve bir cihan imparatorluğu yıkılmıştı. Tarihimizden derslerimizi aldık, alıyoruz. Türkiye her şeyden önce caydırıcı olacak ki, güçlü duruşuyla varlığını sürdürsün. Bunun için her alanda gelişme şarttır. Sadece silah değil, teknoloji de üretmeliyiz. Dostlarımızı üzmemek, düşmanlarımızı sevindirmemek için çok çalışmalı ve başarılı olmak zorundayız. Hiçbir ülke endişe etmesin. Çünkü büyük ve güçlü bir Türkiye dünya barışına hizmet eder. Bunu defalarca kanıtladık ve aynı istikamette ilerlemeye devam ediyoruz. Kimse şüphe duymasın. Dünyanın vicdanı, merhametli yüzü olan Türkiye, gücünü de tüm imkanlarını da insanlık onuru için kullanır.
SORU: Yunanistan Başbakanı Miçotakis sizinle görüştükten sonra “Türkiye ile işbirliği şart” şeklinde açıklama yapmıştı. Önümüzdeki günlerde Yunanistan’a gideceksiniz. Sorunların çözümünde, işbirliğinde sürpriz bir adım gelir mi?
Yapacağımız işbirliği konferansıyla bunları konuşacağız. Temenni ederim ki aynen dediği gibi olur ve Yunanistan'la ilişkilerimiz daha iyi bir noktaya ulaşır. Yeni bir süreci temennim odur ki inşallah başlatırız. Biz düşmanları azaltalım, dostları çoğaltalım istiyoruz, inşallah bu adımı atarız. Bölgenin iki önemli ve komşu ülkesi olarak çıkarlarımızın aynı doğrultuda olması gayet normal. Bazı konulardaki görüş ayrılıklarımızı, diyalogu önceleyerek çözüme kavuşturabiliriz. Bölge ülkeleri olarak meseleye rant ve pazar mantığıyla yaklaşan üçüncü ülkeleri sürecin dışında tutarsak, çözemeyeceğimiz bir sorunumuz yok.
Uçakları vermezlerse çalacağımız kapı mı yok?
SORU: Milli Savunma Bakanı eurofighter’lar ile ilgilenebileceğinizi söylemişti. Bugünkü basın toplantısından sonra görüşleriniz nelerdir?
Bu konuda Berlin’deki ikili basın toplantımızda medya mensubunun oradan bize ne dediğini gördünüz. Bunların bakışı o. Ama şansölye bu konuya hiç girmedi. Yani Eurofighter’ı veririz vermeyiz noktasında yorum yapmadı. Biz zaten cevabımızı açık bir şekilde verdik. Bu uçakları bize verirlerse verirler, vermezlerse çalacağımız kapı mı yok? Çok. İşte biliyorsunuz hava savunma sistemlerinde S400'den önce hangi adımlar atıldı? Amerika vermesi gereken hava savunma sistemlerini vermedi, biz de Rusya’dan S400 aldık. Şu anda S400’lerimiz var. Çok daha güçlü bir şekilde yola inşallah devam edeceğiz. Bizler kendi silahlarını üreten ve kullanan bir ülke olma yolunda ilerliyoruz. Savaş uçakları noktasında da ihtiyacımızı kalıcı olarak karşılayacak adımlar atıyoruz.
SORU: Almanya, FETÖ terör örgütünü halen “Gülen hareketi” olarak değerlendiriyor. Dolayısıyla Adil Öksüz, Zekeriya Öz, Cevheri Güven gibi MİT, emniyet mahrem imamları, yüzlerce hakim, savcı toplam 50 bin’e yakın FETÖ’cü bu ülkeyi adeta üs, karargah gibi kullanıyor. Bunlarla ilgili mücadele süreci nasıl ilerleyecek?
Biz bu ülkelere her görüşmemizde PKK/YPG dahil bütün bu terör
örgütlerinin ülkelerindeki örgütlenmesini anlatıyoruz, FETÖ'yü
anlatıyoruz. Ama bütün bunlara rağmen bazı ülkeler olumlu cevap
veriyor ama geneli itibarıyla bakıyorsun hepsi anlattıklarımızı
görmüyor, duymuyor.
Bu konuda istihbaratımız çalışıyor. Milli İstihbarat Teşkilatı uzun
süredir yurtdışında tabiri caizse kurye, torbacı, alt düzeyleri
bırakıp örgütün üst düzeyindeki nitelikli hedeflerine yöneldi. En
son etkisiz hale getirdiğimiz PKK’lı terörist örgütün ideolojik
yapısını 25 yıldır yöneten bir kişiydi. Yani örgüte katılımı 80’li
yıllarda ve 25 yıldır örgütün ideolojik yapılanmasını şekillendiren
ve yöneten bir kişi. Bunlar şu açıdan önemli, PKK’nın sahadaki
askeri kanadından daha önemli olan ideolojik örgütlenmesi. Çünkü
elemanı onlarla devşiriyorlar. Ağ çıkarma, örgütü canlı tutma hep
bunların işi. Etkisiz hale getirilen bu kişi çok kilit elemanlardan
biriydi. Bu durum örgütte muazzam bir çöküntüye sebep oluyor. Çünkü
eli silah tutan birini etkisiz hale getirdiğinizde yerine birini
koyuyor ama 25 yıllık ideolojik örgüt hafızası olan birini etkisiz
hale getirdiğinizde orada muazzam bir boşluk oluşuyor. Almanya
nezdinde girişim yaptık. Almanya ile ilgili onlarla görüştük,
taleplerimizi muhataplarımıza ilettik. Örgütsel faaliyet anlamında
çok dağılmaya başladılar. Almanya’da daha ciddi bir mevcudiyetleri
var. Biz peşlerinden gidiyoruz.
"50+1'in değişmesi isabetli olur"
SORU: Yeni ve sivil anayasa vurgusu yapıyorsunuz. Meclis aritmetiği eğer referandum sınırlarında olursa yerel seçimde örneğin vatandaşın önüne bir de referandum sandığı gelme ihtimali var mı? Ayrıca geride kalan seçimler öncesinde bir yayın sırasında size “50+1 değişir mi?” diye sormuştum. Siz de değişmesinden yana olduğunuzu ifade etmiştiniz. Hala aynı fikirde misiniz?
50+1 şartının değişmesi konusunda aynı fikirdeyim, isabetli olur. Çoğunluğu alan adayın seçilmesi usulüne geçilmesi halinde Cumhurbaşkanlığı seçimi de seri olur, uğraştırmaz ve yanlış yollara da sevk etmez. Mevcutta 50+1 mecburiyeti partileri yanlış yollara sevk ediyor. Kimin eli, kimin cebinde belli değil. Yok altılı, yok on altılı masa… Bundan sonra kim bilir daha neler çıkar? Ama oy sayısı itibarıyla “en fazla oyu alan aday seçilir” denildiği zaman seçim hızlıca tamamlanır. Diğer yandan Mevcut anayasamızın satır aralarında darbeci zihniyetin ruhunun dolaşıyor olması bizleri en çok rahatsız eden konu. Ayrıca dünya 1980’li yıllardan bugüne çok değişti. Bu değişiklikler anayasa metnine yansıtılmaya çalışılsa da bu anayasamızın metinsel bütünlüğünü yok etti. Yeni, sivil, kapsayıcı ve çağın gerekliliklerine tam uyumlu bir anayasayı Türkiye’ye kazandırmak, ulaşmayı arzu ettiğimiz en önemli hedeflerimizden biri. Meclis’te yeni anayasa çalışmalarına birkaç defa başladık ancak muhalefetin engellemeleri, verdiği sözleri yerine getirmemesi nedeniyle hep yarım kaldı. Biz verdiğimiz sözün arkasındayız, milletimizi hak ettiği sivil anayasaya kavuşturacağız.