Tüm ana akım medyada, kenarlarda köşelerde, sokaklarda
Cumhurbaşkanı’nın sahip olması gereken kriterler sıralanıyor.
Herkes de bir iyimserlik, hümanizm, çoğulculuk,
demokratik kriterlerin nirvanaya ulaştığı bir düşünce iklimi
var.
İnsana vay be dedirtiyor.
Aday gösterilecek cumhurbaşkanı kucaklayıcı olsun, sevecen
olsun, her kesime ve gruba eşit yaklaşsın, hukukun üstünlüğüne
inansın, siyaset mekanizmalarını ve araçlarını yozlaşmışlıktan
kurtarıp evrensel standartlara ulaştırsın…
Bunları duyduğunuzda asrın müceddidini seçtiğimizi bile
düşünebilirsiniz. Çünkü bir tür neomesih psikozuna girmiş
durumdayız.
AB bu iyimser hallerimizi görse, kriter-koşul aramadan fasıl
açtırtmaya bile gerek duymadan üyeliğe alır bizi.
Oysa yakın siyasi tarihimizde ilk kez halk, cumhurbaşkanını
doğrudan kendi iradesiyle seçecek.
Ve evinde eşine her türlü haksızlığı-zorbalığı yapan,
iş yerinde çalışanlarına mobbing uygulayan,
gittiği spor müsabakasında sahaya yabancı madde fırlatan,
her türlü ama her türlü nefret söylemini kullanan,
kendinden olmayanı “yok hükmünde” gören,
öteleyen –dışlayan-
bizler…
Yani gittikçe kutuplaşan, gönül bağları birbirinden kopmaya yüz
tutan, tahammül seviyesi yerlerde sürünen vatandaşlar,
oy kullanacağız.
Sonra da başımıza tüm bu özelliklerin tam tersine sahip,
“ulu ve kusursuz” bir insanın gelip toplumsal
barışı sağlamasını bekleyeceğiz.
Yani ya biz kendimizi kandırıyoruz, ya da kendi zihnimizde
yarattığımız siyasal bir postülatın içine hapsolmuş durumdayız.
Zaten kendinden yabancılaşarak tek bir adama bel bağlamak, tüm
olumsuzlukları onun nezdinde ve onun ışığıyla temizlemek; toplumsal
ve siyasal yapımızın en derin problemlerinden biri.
Ve ne yazık ki tüm denklemlerimiz, bu tutarsız vaziyetin üzerine
kurulu.
Cumhurbaşkanı ister Erdoğan isterse de çatı bir aday olsun;
siyasal gerilimi sandık üzerinden muasır bir medeniyet hayaliyle
tek bir kişinin kaderine bırakmak, demokrasi değerleriyle tamamen
zıtlık yaratan bir durumdur.
Demokrasi ve evrensel hukuk çıtasının yükseltilmesi sadece
sandığın değil; tüm kurumlar, sivil örgütlenmeler, medya, iş
dünyası gibi birçok ayağı olan takım çalışmasının ürünüdür.
Bu nedenle umudu tek bir kişiye bağlamak yerine,
politik reflekslerimizin ve tarafgirliklerimizin ötesine geçip,
yaratılan sistemin paydaşı olduğumuzu fark etmeliyiz. Bunu fark
edebilirsek,
cumhurbaşkanı kim olursa olsun, sistem kendi dengesini yaratacak
ve siyasal dizge belli bir düzene oturacaktır.
Dahası, cumhurbaşkanında bir sürü özelik aramak yerine kendi
tutarsızlığımızı fark edebilirsek; emin olun daha şirin bir iş
yapmış olacağız.
Ha tüm bunlara rağmen bana yine de sorarsanız
“Cumhurbaşkanı nasıl biri olsun?” diye,
Benim için efendi bir insan olsun yeter.