Çölaşan'ın 'kod adını' deşifre etti!
Abone olEmin Çölaşan, Taha Kıvanç'ın takma isim kullanmakla suçlamıştı. Kıvanç'sa Çölaşan'ın eskinden basında kullandığı takma ismi deşifre etti. Çölaşan'ın takma adı...
Yeni Şafak gazetesinde Emin Çölaşan hakkında olumsuz yazılar
yazanlardan birisi de Taha Kıvanç. Kıvanç kendisini takma isim
kullanıp yazılar yazmakla suçlayan Çölaşan'a yazısında bir
hatırlatma yaptı. Kıvanç, Çölaşan'ın geçmişte takma isimde yazılar
yazdığını şöyle belirtiyor......
İtiraf ediyorum: Ara sıra benim de içimden "Bugün yazmasam"
düşüncesi geçiyor. Yıllardır yazıp duran biri için bunun bir yolu
eski yazıları devreye sokmak... O düşünceyi geldiği süratle
aklımdan kovduran iki unsur var: Okurlar fark eder, Selâhattin
Sadıkoğlu hesap sorar...
Emin Çölaşan eski yazılarını yeniden fırına vermenin farkına
varılmayacağına ve ses çıkmayacağına çok güveniyor olmalı... Aksi
halde son yedi yıl içerisinde aynı yazıyı her yıl yayınlatmayı göze
alamazdı.
Hürriyet yazarının olanı anlamamızı zorlaştıran bir özelliği var:
Çok unutkan... Hadi, daha önce de sorduğu sorulara verdiğim
cevapları unutmasını anladım, insan nasıl olur da kendi
yazdıklarını ve söylediklerini unutur? Unutmak bir yana, geçmişte
kendi yaptıklarını başkasında suçlamaya ve arşivde capcanlı duran
sözlerini inkâra kalkışıyor Çölaşan...
Beni yazılarıma imza koyamamak, 'takma isim' ardına sığınmakla
suçluyordu, hatırlayın. Hem de ne kadar aşırı bir tepki vererek...
Şu cümle onun: "Yürekli adam, yazılarına kendi adını koyar. Takma
isimlerin ardına sığınmaz." (24 Aralık) Bunu okuyan ne anlar? Emin
Çölaşan'ın takma isimle veya imzasız yazı yazmaya karşı olduğunu
değil mi? Oysa, 'Önce İnsanım Sonra Gazeteci' adlı kitabında yazı
hayatına nasıl başladığını ayrıntılı biçimde anlatırken, ilk yazı
ve haberlerini 'Devrim' gazetesinde 'imzasız' yayınlattığını
özellikle belirtiyor. (s. 31)
Bu 'imzasız yazı' itirafı... Hürriyet'in şimdilerde 'takma isim'
konusunda yeri göğü inleten yazarının kendisinin de vaktiyle 'takma
isim' ile yazılar yazdığını söylersem çok şaşardınız harhalde...
Nasıl şaşılmasın? "Yürekli adam yazılarına kendi adını koyar; takma
isimlerin ardına sığınmaz" diyen birinden 'takma isim' ile yazı
yazmak beklenir mi? Oysa, kitapta kendisi bunu açıkça yazıyor: "O
günlerde kurmuş oldukları fonlarla eşi dostu nasıl zengin
ettiklerini 'Mustafa Çöl' takma adıyla anlattım..." (s. 32).
Mustafa Çöl, yani Emin Çölaşan...
Bu bellek oyunu, son yazısında beni okurlarına şikâyet ettiği
konulardan da kendini belli ediyor. Birini örnek olarak buraya
alayım. Bakın önceki gün (25 Aralık) ne yazdı: "Yalanlarını,
marifetlerini, iftiralarını bir bir ortaya çıkardık, belgeledik.
Yanıt veremedi. / Bir gece Ankara'da rahmetli Uğur Mumcu, rahmetli
Teoman Erel, Bekir Coşkun, Melih Aşık ve ben, birlikte yemek yedik.
Kısa süre sonra yazılar döktürmeye başladı: / 'Bunlar o yemekte
silah üzerine yemin edip hükümeti devirmeye karar verdiler.' /
Güler misin, ağlar mısın!"
Şimdi bu satırlardan ne anlıyorsunuz? Benim kafamdan ilişki
uydurduğumu, değil mi? Emin Çölaşan, bu konuya yıllar önce 'Basında
çete olur mu?' başlıklı yazımda değindiğimde, tepki verirken,
yemeği benim de ara sıra uğradığım RV Restoran personelinden
öğrendiğimi sandığını belli etmişti. Bellek oyunu işte... Oysa,
silâh teferruatına kadar o öyküyü anlatan Emin Çölaşan'ın bizzat
kendisi. Hem de bana değil, bütün Türkiye'ye...
Uğur Mumcu'nun hunhar bir cinayette hayatını kaybetmesinden sonra,
Hürriyet gazetesi, merhumla ilgili bir dizi hazırlama işini o
günlerin önemli gazetecilerinden Celalettin Çetin'e vermişti.
Çetin'in "Yakınlarının ağzından Uğur Mumcu'nun son günleri"
başlıklı dizisi dört gün sürdü Hürriyet'te... Dördüncü gün (12
Şubat 1993) çıkan bölümde tanıdık birinin anlatımı yer alıyordu.
Evet bildiniz: Emin Çölaşan'ın...
Bakın o son yemeği Celalettin Çetin'e nasıl anlatıyor: "Uğur'la ben
sürekli konuşan ikiliydik. En son görüşmemiz bir ay önce oldu.
RV'de yemek yedik. Bizimle beraber Melih Aşık, Teoman Erel ve Bekir
Coşkun vardı. Türk basınında sağlam kalmış, yozlaşmamış 5 köşe
yazarı bir araya geldik.
"Türkiye'de giderek hırsızların, yolsuzlukların, holdinglerin,
yobazların oluşturduğu bir cephe ortaya çıkmıştı. Bu nedenle biz de
artık bu beş gazeteci sık sık bir araya gelerek Türkiye nereye
gidiyor ve neler oluyor konuşalım istedik. Akşam 8'den 01'e kadar
kaldık orada. Ve şu yargıya vardık. Türkiye'de basın bitmek üzere,
ya da bitirilmek üzere. Giderek yozlaşıyor çünkü."
Ve şimdi bu cümlelerin derhal ardından 'silâh' faslı geliyor:
"Uğur'a tabancan var mı dedik, var dedi. Artık birbirimize destek
olmaya karar verdik."
Aynen aktardığım bu cümlelerden ne anlıyorsunuz siz? Ben de sizin
anladığınızı anladım ve yazdım. O son yemeğin Uğur Mumcu'nun
vakitsiz kaybında bir dönüm noktası teşkil ettiğine de inanıyorum,
ama onu deşmenin yeri burası değil...
Gördüğünüz gibi, Emin Çölaşan vaktiyle kendisi de 'takma isim' ile
yazdığı halde bunu unutmuş, bana erkeklik dersi vermeye kalkıyor...
Arkadaşlarıyla lokantada silâhla ne yaptıkları da aklından çıkmış
olmalı ki, beni olay uydurmakla suçlarken hiç zorlanmıyor. Ne
dersiniz, acaba 'Kubilay olayını unutmayın' başlıklı yazılarını her
yıl aynen yayınladığını da unutuyor mudur?
Onun saldırısı beni hiç şaşırtmadı da, her yıl bir-iki yazısını
değiştirmeden tekrar tekrar fırına verdiği gazetenin yönetimi ve
patronu sessiz kalıyor ya, işte beni hayretten hayrete düşüren
bu... Ne yalan söyleyeyim, onun yerinde ben olsam, bu suskunluğu
hemen değerlendirir, her yıl yeniden yayımladığım yazıların
sayısını artırmayı bile düşünürdüm...
YAZI:Taha KIVANÇ