Çölaşan'ın Hürriyet'teki 20. yılı
Abone olEmin Çölaşan için bugünün önemi çok fazla. Çünkü lafını esirgemeyen Çölaşan, Hürriyet'te tam 20. yılını devirdi. Usta yazar, geçen zamanı şöyle anlatıyor...
Emin Çölaşan, "Hürriyet’te 20. yıl" isimli yazısında
20.yılını kutladı.
Yazı : Emin Çölaşan
Kaynak : www.hurriyetim.com.tr
SEVGİLİ okuyucularım, bugün benim için yine önemli bir gün. O nedenle biraz kendimden, gazetecilik geçmişimden ve gazetecilik anlayışımdan söz etmek istiyorum. Belki genç arkadaşların alacağı dersler vardır.
Bu mesleğe 1977 yılında Milliyet’te adım attım. Ekonomi muhabiri idim. Ancak ekonomi ile yetinmedim ve her konuya, her alana saldırdım. Yazdıklarımın bir bölümü kullanılmadı. Ama kullanılanlar bile, çok yeni olmama karşın basın piyasasında isim yapmama yetti.
Milliyet’te pek çok olay ve boğuşma yaşadım. Bunları Önce İnsanım Sonra Gazeteci isimli kitabımda anlatmıştım.
İlk gazetemde çok iyi haberler dışında yazı dizileri hazırladım, söyleşiler yaptım, kitaplar yazdım. Şimdi 16 kitabım var. Toplam satışları 750 bin’i geçti.
1985 yılında Hürriyet’e geçtim. Önce her pazar günü uzun söyleşilerim yayınlanıyordu. 1989 yılında köşe yazarı oldum.
Şimdi Hürriyet’te 20. yılım.
Bu gece başka arkadaşlarımla birlikte ödül törenimiz var. Bana da bir 20. yıl rozeti takılacak.
* * *
28 yıllık gazeteciliğim süresince bıkmadan, usanmadan çalıştım. İşimi çok sevdim ve hep ciddiye aldım. Kaytarmadım. Okurlara saygısızlık etmedim. Dönek olmadım. En baştaki çizgim neyse, bugün de aynı. Kimseye boyun eğmedim, meslek anlayışımdan ve kişiliğimden ödün vermedim.
İsmim bir tek pisliğe karışmadı. Geçmişimde ve meslek yaşamım boyunca ailem veya benden kaynaklanan en ufak bir lekem, açığım yoktu. O yüzden her şeyi rahatça yazabildim. Aksi takdirde egemenlerle, para babalarıyla, ülkeyi yönetenlerle uğraşmam mümkün olmazdı. İpliğimi iki günde pazara çıkarıp beni sustururlardı.
Birileri, en büyük karşıtlarım bile, bir gün olsun ‘bu adam hırsızdır, adamına göre yazar, yalan yazar, iş takipçisidir, tetikçidir, yağcıdır, satılık kalemdir, omurgasızdır, şuradan buradan avanta almıştır’ diyemedi.
Bundan büyük mutluluk olabilir mi?
* * *
28 kocaman yıl içerisinde Hürriyet, Milliyet’ten sonra ikinci gazetem. Üçüncü bir yerde çalışmadım... Ve bu süre içerisinde -Milliyet’te çok kısa süren Ercüment Karacan dönemini saymazsak- sadece iki patronum oldu. Milliyet’te Aydın Doğan, Hürriyet’te Erol Simavi ve yeniden Hürriyet’te Aydın Doğan.
Hürriyet’te bu 20 yıl içerisinde benim açımdan her şey dört dörtlük müydü? Elbette ki hayır. Hiçbir işyerinde böyle bir şey olamaz. Bazen gazeteyi, iç bünyemizi eleştirdim, sinirlendim, tartıştık. Ama her şeyi mertçe, açıkça söyledim. Bazen aramızda sürtüşmeler ve fikir ayrılıkları oldu.
Ama bütün bunlar olurken bile Hürriyet gibi bir gazetenin ağırlığını, etkinliğini hep yanıbaşımda hissettim.
Çoğu zaman gazetemle birbirimizi tamamladık.
Hürriyet, Türkiye’nin en önemli gazetesi. Tartışmasız böyle.
Şimdi geçmişe bir bakıyorum.
Aynı gazetede, ülkenin en önemli ve ağırlıklı gazetesinde dolu dolu yaşanmış koskoca 20 yıl. Az zaman değil.
Göz açıp kapayana kadar geçtiğini söylemek de mümkün değil. Gerçekten uzun bir süre. Acı tatlı neler oldu, neler yaşadım! Ne biçim saldırılarla hep birlikte boğuştuk. Kimlere karşı ne mücadeleler verdim...
Ve hepsinden açık alınla çıktım.
Özellikle köşe yazarlığında suya sabuna dokunmayan şeyler yazmak, hiçbir pisliğin üzerine gitmemek, egemenlere, para babalarına, ülkeyi yönetenlere övgüler düzmek, onların sözcülüğüne soyunmak, yağcılık ve yalakalık yapmak, siyasal iktidarların hizmetine girmek, ya da olanları görmezden gelmek, işin en kolay ve en dertsiz (!) yoludur. Böyle olursanız başınıza iş gelmez. Siz de keyfinize bakarsınız! Bol bol gezersiniz, ağırlanırsınız, onların gözünde makbul adam olursunuz!
Ama herkes sizin ne olduğunuzu çok iyi bilir. Bilmese bile, yazılarınızdan anlar... Çünkü yazılar ve kirli geçmiş saklanmaz.
Ne mutlu bana ki, böyle olmadım.
* * *
Evet, 28 yıllık meslek yaşamımda, Hürriyet’te yaşanmış 20 yıl. Her günü şerefle, onurla, alın teri, emek ve göz nuru ile dolu.
İçinde bir tek yamuk, üçkáğıt, yutturmaca, aldatmaca, onursuzluk yok.
Hürriyet’in bir emekçisi, köşe yazarı olmak çok güzel bir duygu.
Bu akşam yakama 20. yıl rozeti takılırken sanırım bunları düşüneceğim. Bundan sonra 25. yıl rozetini de acaba görür müyüm, bilmiyorum.
Kim bilebilir ki!
Yazı : Emin Çölaşan
Kaynak : www.hurriyetim.com.tr
SEVGİLİ okuyucularım, bugün benim için yine önemli bir gün. O nedenle biraz kendimden, gazetecilik geçmişimden ve gazetecilik anlayışımdan söz etmek istiyorum. Belki genç arkadaşların alacağı dersler vardır.
Bu mesleğe 1977 yılında Milliyet’te adım attım. Ekonomi muhabiri idim. Ancak ekonomi ile yetinmedim ve her konuya, her alana saldırdım. Yazdıklarımın bir bölümü kullanılmadı. Ama kullanılanlar bile, çok yeni olmama karşın basın piyasasında isim yapmama yetti.
Milliyet’te pek çok olay ve boğuşma yaşadım. Bunları Önce İnsanım Sonra Gazeteci isimli kitabımda anlatmıştım.
İlk gazetemde çok iyi haberler dışında yazı dizileri hazırladım, söyleşiler yaptım, kitaplar yazdım. Şimdi 16 kitabım var. Toplam satışları 750 bin’i geçti.
1985 yılında Hürriyet’e geçtim. Önce her pazar günü uzun söyleşilerim yayınlanıyordu. 1989 yılında köşe yazarı oldum.
Şimdi Hürriyet’te 20. yılım.
Bu gece başka arkadaşlarımla birlikte ödül törenimiz var. Bana da bir 20. yıl rozeti takılacak.
* * *
28 yıllık gazeteciliğim süresince bıkmadan, usanmadan çalıştım. İşimi çok sevdim ve hep ciddiye aldım. Kaytarmadım. Okurlara saygısızlık etmedim. Dönek olmadım. En baştaki çizgim neyse, bugün de aynı. Kimseye boyun eğmedim, meslek anlayışımdan ve kişiliğimden ödün vermedim.
İsmim bir tek pisliğe karışmadı. Geçmişimde ve meslek yaşamım boyunca ailem veya benden kaynaklanan en ufak bir lekem, açığım yoktu. O yüzden her şeyi rahatça yazabildim. Aksi takdirde egemenlerle, para babalarıyla, ülkeyi yönetenlerle uğraşmam mümkün olmazdı. İpliğimi iki günde pazara çıkarıp beni sustururlardı.
Birileri, en büyük karşıtlarım bile, bir gün olsun ‘bu adam hırsızdır, adamına göre yazar, yalan yazar, iş takipçisidir, tetikçidir, yağcıdır, satılık kalemdir, omurgasızdır, şuradan buradan avanta almıştır’ diyemedi.
Bundan büyük mutluluk olabilir mi?
* * *
28 kocaman yıl içerisinde Hürriyet, Milliyet’ten sonra ikinci gazetem. Üçüncü bir yerde çalışmadım... Ve bu süre içerisinde -Milliyet’te çok kısa süren Ercüment Karacan dönemini saymazsak- sadece iki patronum oldu. Milliyet’te Aydın Doğan, Hürriyet’te Erol Simavi ve yeniden Hürriyet’te Aydın Doğan.
Hürriyet’te bu 20 yıl içerisinde benim açımdan her şey dört dörtlük müydü? Elbette ki hayır. Hiçbir işyerinde böyle bir şey olamaz. Bazen gazeteyi, iç bünyemizi eleştirdim, sinirlendim, tartıştık. Ama her şeyi mertçe, açıkça söyledim. Bazen aramızda sürtüşmeler ve fikir ayrılıkları oldu.
Ama bütün bunlar olurken bile Hürriyet gibi bir gazetenin ağırlığını, etkinliğini hep yanıbaşımda hissettim.
Çoğu zaman gazetemle birbirimizi tamamladık.
Hürriyet, Türkiye’nin en önemli gazetesi. Tartışmasız böyle.
Şimdi geçmişe bir bakıyorum.
Aynı gazetede, ülkenin en önemli ve ağırlıklı gazetesinde dolu dolu yaşanmış koskoca 20 yıl. Az zaman değil.
Göz açıp kapayana kadar geçtiğini söylemek de mümkün değil. Gerçekten uzun bir süre. Acı tatlı neler oldu, neler yaşadım! Ne biçim saldırılarla hep birlikte boğuştuk. Kimlere karşı ne mücadeleler verdim...
Ve hepsinden açık alınla çıktım.
Özellikle köşe yazarlığında suya sabuna dokunmayan şeyler yazmak, hiçbir pisliğin üzerine gitmemek, egemenlere, para babalarına, ülkeyi yönetenlere övgüler düzmek, onların sözcülüğüne soyunmak, yağcılık ve yalakalık yapmak, siyasal iktidarların hizmetine girmek, ya da olanları görmezden gelmek, işin en kolay ve en dertsiz (!) yoludur. Böyle olursanız başınıza iş gelmez. Siz de keyfinize bakarsınız! Bol bol gezersiniz, ağırlanırsınız, onların gözünde makbul adam olursunuz!
Ama herkes sizin ne olduğunuzu çok iyi bilir. Bilmese bile, yazılarınızdan anlar... Çünkü yazılar ve kirli geçmiş saklanmaz.
Ne mutlu bana ki, böyle olmadım.
* * *
Evet, 28 yıllık meslek yaşamımda, Hürriyet’te yaşanmış 20 yıl. Her günü şerefle, onurla, alın teri, emek ve göz nuru ile dolu.
İçinde bir tek yamuk, üçkáğıt, yutturmaca, aldatmaca, onursuzluk yok.
Hürriyet’in bir emekçisi, köşe yazarı olmak çok güzel bir duygu.
Bu akşam yakama 20. yıl rozeti takılırken sanırım bunları düşüneceğim. Bundan sonra 25. yıl rozetini de acaba görür müyüm, bilmiyorum.
Kim bilebilir ki!