Çölaşan, 12 yılda böyle değişti
Abone ol1992 yılında türbanla ilgili söylediği sözler, Hürriyet yazarı Emin Çölaşan'ın karşısına tam 12 yıl sonra çıktı. Peki Çölaşan o gün ne diyordu, bugün nasıl değişti?
"İnsanların türban takmasında sakınca görmüyorum. Basın bu konuda
ne düşünür, bilemem. İnsanlar istedikleri gibi giyinmelidirler.
İstedikleri gibi inançlarını yerine getirmelidirler" Çölaşan bundan
tam 12 yıl önce söylemişti.. Bugün türban yasağının en hararetli
savunucuları arasında gelen Çölaşan bu sözleri, İslami içerikli
yayın yapan bir gazetenin toplantısında söylemiş. Söz konusu
sözleri, Vakit gazetesi yazarı Hasan Karakaya dünkü köşe yazısında
belirtti ve Çölaşan'ın neden ve nerede bu sözleri ettiğini
belirtti. Karakaya'nın 'Senyör Çölaşan... Bir dublör mü, suflör
mü?' yazısından ilgili bölümleri alıntılıyoruz: ÇÖLAŞAN-2004
Efendim; öncelikle İstanbul Haber Merkezimizden Kenan Kıran ve
Ankara Büromuzdan Kamuran Akkuş’u tebrik etmek istiyorum!.. Güzel
bir “arşiv çalışması” yapıp; Emin Çölaşan’ın, “değişen konsept”lere
göre nasıl tavır değiştirdiğini ve “esen rüzgâr”lara göre nasıl
“dönüş” yaptığını gayet güzel koydular ortaya!.. Malûm; 30 Haziran
2004 tarihli “Türbana son” başlıklı yazısında, “türbanı reddeden”
AİHM yargıçlarını göklere çıkarıyor ve “çok önemli bir karar”
verdiklerini şöyle dile getiriyordu Çölaşan: “AİHM, türban
sömürücülerinin elindeki en büyük kozu aldı götürdü. Bundan sonra
hiçbiri ‘Biz türban yüzünden okula alınmadık, okuyamadık, kamusal
alan yoktur’ vesaire diyemeyecek, dâvâ açamayacak. Açarsa
kaybedecek. Türbancılara geçmiş olsun. Bundan sonra tutunacak
hiçbir dalları kalmadı. İsteseler de, istemeseler de, laik Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurallarına uyacaklar. Başka çareleri kalmadı...”
ÇÖLAŞAN-2000 Aynı Çölaşan... Aynı AİHM... Ama, bu defa tarih
farklı... Tarih, 14 Ocak 2000... AİHM Genel Sekreteri Peukert’in
Türkiye’ye yaptığı ziyaretlerde, “Öcalan’ı asmayın, idamı kaldırın,
mahkememizde açtığı dâvâyı kazanırsa yeniden yargılayın” demesi
üzerine, şunları yazıyordu Çölaşan: “Peukert, yeniden yargılanırsa
belki beraat edebileceğini bile ima ediyor! Peukert gibi Avrupa’nın
kristal fanuslarında yaşayan tuzu kuru hukukçular, son 15 yılda
terörden bizim ülkemizin ve milletimizin çektiğinin milyonda birini
çekselerdi, acaba yine böyle mi düşünürlerdi? Biz o hainlerle
mücadelede on binlerce insanımızı yitirdik. O hainlerin başı olan
Apo isimli onursuz ve kişiliksiz adamın haklarını bize karşı
savunurken, bin kez düşünsünler ve karşımıza adam gibi çıksınlar.
Karşılarında Osmanlı’nın son dönemi yok, kapitülasyonlar yok.
Apo’nun haklarını savunurken sakın ola ki Türk milletini rencide
etmesinler. Biz bugüne kadar 6 bin şehit cenazesi kaldırdık.
Onların ‘insan hakkı’ yok muydu? O sırada neredeydi Bay Peukert,
Avrupa İnsan Hakları(!) Mahkemesi’nin diğer yetkilileri ve onları
yönlendirenler?” VE... ÇÖLAŞAN-1992 Evet, Emin’in 30 Haziran 2004
ve 14 Ocak 2000 tarihli yazıları böyle!.. Emin bu!.. “Döner” mi,
döner!.. Melih Bey de, Emin’in bu özelliğini iyi biliyor olmalı ki,
kapısının önüne “Dönerci Emin” heykeli diktirmiş!.. Ama, Emin’in
nasıl bir “dönüş” yaptığını ve “konsepte göre” nasıl tavır
değiştirdiğini daha iyi anlayabilmek için, biraz daha gerilere,
meselâ “12 yıl önce”ye gitmek gerekiyor!.. Kamuran Akkuş, şöyle
anlatıyor o günü: “Bundan tam 12 yıl önce, sıcak bir Haziran günü…
Çölaşan, Meşrutiyet Caddesi’ndeki Yeni Asya gazetesi Ankara
Bürosu’nun misafiri… Yeni Asya gazetesinin Ankara Temsilciliği’nde
15 günde bir yapılan Cumartesi Toplantıları’na konuk olan Hürriyet
yazarı Emin Çölaşan, başörtülü üniversite öğrencilerinin de büyük
bir ilgiyle izlediği sohbette birbirinden ilginç açıklamalarda
bulunuyor... Tarih, 10 Haziran 1992… Çölaşan, Yeni Asya’da da
yayınlanan söyleşide “Gazetenin (Hürriyet) yayın politikasını
çalışanlar mı belirler, yoksa patronlar mı?” sorusuna şu cevabı
vermiş: - “Patron (Erol Simavi) belirlemez. Çok ender karışır.
Bizim patron mesela İsviçre’de oturur ve ayda bir Türkiye’ye gelir.
İstanbul’da 6 kişilik yazı işleri vardır, onlar belirler.
Gazetelerin belli bir politikası vardır. Ya gazete türbana karşı
çıkar ya da Atatürkçüyüm der. Türban için görüşlerimi sorarsanız,
ben insanların türban takmasında sakınca görmüyorum. Basın bu
konuda ne düşünür, bilemem. İnsanlar istedikleri gibi
giyinmelidirler. İstedikleri gibi inançlarını yerine
getirmelidirler. Türban olayı devletin düzenine yönelik bir eyleme
dönüşüyorsa, ben o olaya karşıyım.” -“Ben Atatürkçü düzenden
yanayım. Yani gerçekten laik. Hiç kimsenin inancına karışılmadığı
bir düzen. Ben Ramazan’da oruç tutarım. Kimsenin bana karışma hakkı
yoktur. Sen tutmazsın, kimse sana karışmaz. Sen kot giyersin, kimse
sana karışmaz. Türban takarsın, kimse sana karışmaz. Türban
olayının birtakım siyasi hedefler için kullanılmasına karşıyız.”
-”Birbirimize karşıt olmak, Türkiye’de çok sun’i olarak
başlatılmış. Şu ülkede hepimiz her görüşten kişilerle yaşamak
zorundayız. Bunun başka yolu yok. Ben dindar insanlara karşı
çıkanlara da çok kızıyorum. Türban takan kızlara başka insanların
laf atmasına tanık oldum. Gereksiz bir hadise.” Çölaşan, “Türban
hakkında niye yazmıyorsunuz?” sorusuna ise şu karşılığı vermiş:
-“Türban olayı şu anda güncel değil. Ama bir dönem çok günceldi.
Ben o zaman yazı yazdım. Ama şimdi durup dururken türban olayını
yazmanın anlamı yok. Üniversitede kızlar türban takıyorlarsa,
onlara engel olunmaması gerekir. Ramazan günü oruç tutmayan kimseye
de yan gözle bakılmamalı. Karşılıklıdır bu hadise. Birbirimize
alışmak zorundayız.” YARIN NE DİYECEK? Evet, 12 yıl önce böyle!.. 4
yıl önce başka!.. Bugün, bambaşka!.. Şimdi; gözüm, aynı AİHM’in
“Abdullah Öcalan’la ilgili vereceği karar”da!.. Karar, eğer
“Türkiye aleyhinde” çıkarsa, bakalım Emin o zaman ne yazacak?'