Okulların açılması ile ilk bir ayda anne babaların en büyük
kaygısıdır;
“Okula yeni başlayan çocukları, okula uyum sağlayacak mı?
Tek başına özbakım ihtiyaçlarını giderebilecek mi?
Okuma yazmada sınıfın gerisinde kalacak mı?
Hatta okumayı öğrenecek mi? ”
Bu kaygı durumu, anne babalarda rastladığımız ortalama duygusal
kaygılardır ve sonuç olarak bu kaygının getirdiği en büyük tehlike
de çocuklara gereksiz ve yersiz yüklenmelerdir.
Oysa ki ortalama zeka seviyesindeki her çocuğun, ilkokul birinci
sınıf müfredat programını başarılı bir şekilde tamamlamasını
bekleriz ve bu da genelde böyle olmalıdır.
Şayet çocukta herhangi bir gelişim bozukluğu yoksa, ortalama
beklentimiz bu iken, bir de eğitim ortamının gerçekleri de hedef
eğitim programının başarısında etkilidir.
Eğitim ortamının gerçekleri arasında;
Sınıf mevcudunun kalabalık olması,
Öğretmenin küçük yaş çocuklarıyla iletişim becerisi,
Bireysel farklılıklara göre program geliştirip uygulama yeteneği
yer almaktadır.
Genelde okulun koşulları ya da uygulayıcının yani öğretmenin
unsuru, ne çocuğun bireysel başarısında ne de sınıfın genel durumu
hakkında pek göz önüne alınmamaktadır.
Oysa bir gerçek vardır ki, tüm çocuklar nicelik olarak aynı
yollardan geçerler ancak nitelik olarak her biri farklı farklı
zamanlarda gelişim yaşlarını tamamlarlar. Birinin yapabildiğini
diğer çocuğumuz biraz erken ya da biraz geç tamamlayabilir. Ama
sonuçta o hedef çalışmayı yaparlar. Okuma yazmaya bazı çocuklar
hazırlıklı geldiği gibi, okuma yazmayı bazıları ilk üç ayda,
bazıları okulun ikinci yarısında gerçekleştirebilirler. Okuma
yazmaya geç başlayan çocuğun ileriki yaşantısında da bu gibi
gecikmelerin olacağını söyleyememek gerekir. Çok daha başarılı bir
eğitim grafiği çizebilir. Olgunluk ve hazır bulunuşluk zamanı, aynı
yaştaki çocuklarda, farklı farklı zaman dilimlerinde
gerçekleşebilir.
Bunları açıklamamamın nedeni, anne babaların çocuklardan daha
heyecanlı ve daha panik içerisinde olmalarıdır. Anne babaların
biraz daha sabır, biraz daha sakinlik ve hoşgörü içerisinde
bulunmaları, hem kendilerinin hem de çocuklarının, içinde
bulundukları süreci daha rahat ve daha doğru bir şekilde
geçirmelerini sağlayacaktır.
Bu arada öğretmenlerimizin de bu anlayış çerçevesinde düşünüp,
ona göre davranmaları gerekmektedir. Çocukları, hemen öğrenme
güçlüğü var deyip etiketlememeleri gerekmektedir. Öğrenme güçlüğü
diyebilmek için, zamana ve belli kriterlere ihtiyaç vardır. İşin
kolayını seçen eğitimcilerimizin, çocukları etiketleyip, rehberlik
araştırma merkezlerine hatta özel danışmanlık merkezlerine
yönlendirirken, sıklıkla çocuklarımızın haksız yere
etiketlendiğini, üzülerek görmekteyiz. Eğitim zor iş ama sevgi
varsa, empati varsa, bu zorluklar kısa sürede aşılabilir.
İstanbul’da sosyal sorumluluk kapsamında, zor öğrenen ya da
dikkat dağınıklığı şüphesindeki çocuklara ücretsiz danışmanlık
hizmeti vermekte olan hatta merkezdeki uzmanlar tarafından gerekli
görülürse çocukları teste tabi tutan bir kurum oldukça güzel ve
amacına ulaşan çalışmalar gerçekleştirmektedir. Milli Eğitim
Bakanlığı bünyesinde yer alan KRM Eğitim ve
rehabilitasyon,Psikolojik Danışmanlık Merkezi gibi, bu tür
merkezlerin çoğalmasını dilerken, hırpalanmayan çocuk ve ana
babaların umutla, geleceğe güvenle baktığı güzel günler
diliyorum.