Çılgın Kürtler ne olacak?

Abone ol

Şu Çılgın Türkler'deki kahramanlık öykülerinde Kürt kahramanların adları da var. İşte Çılgın Kürtler...

Turgut Özakman'ın 'Şu Çılgın Türkler' kitabı satış rekorları kırıyor, çünkü her Türk'ün gurur duyacağı kahramanlık öykülerini anlatıyor. Ancak bu öyküleri okurken herkese hakkını vermek ve 'o çılgın Türklerin' arasında onbinlerce isimsiz Kürt kahramanın da olduğunu teslim etmek gerek. 'Çılgın Kürtler'in hikâyesi 16. yüzyıla uzanıyor. Osmanlı'ya Yavuz Sultan Selim zamanında rızalarıyla katılan Kürt aşiretleri, o dönemden 20. yüzyıla dek imparatorluğa önemli askeri katkılarda bulundu. Kürt tarihi konusundaki önemli Batılı uzmanlardan David McDowall'a göre Kürtler genellikle kendi yaşadıkları Doğu Anadolu yöresinde Osmanlı ordusuna hafif süvari olarak destek verdiler, öncülükte, saldırı ve küçük çaplı çatışmalarda önemli rol oynadılar.
Sultan Abdülhamid, kendi adını vererek kurduğu 'Hamidiye Alayları' ile Kürtleri bölgede önemli bir askeri güç haline getirdi. Hamidiye Alayları özellikle Ermeni çetelerine karşı başarılar sağladı, 1. Dünya Savaşı yıllarında ise (adları 'Aşiret Alayları' olmuştu) Rus işgaline karşı direndiler.
Zaten genel olarak 1. Dünya Savaşı'nda Kürtler imparatorluğa büyük bir sadakat gösterdi. Doğu Anadolu'daki Osmanlı kuvvetlerinin büyük bölümü Kürtlerden oluşuyordu. Binlerce Kürt asker, Sarıkamış'taki Üçüncü Ordu'da, Çanakkale'de ve diğer cephelerde şehit düştü. Merkezi Elazığ'daki 11. Fırka (Tümen) ve merkezi Musul'da bulunan 12. Fırka Kürtlerden müteşekkildi.

Kurtuluş Savaşı
Mustafa Kemal Paşa Samsun'a çıktığında Kürtlerin sadakatinin farkındaydı ve daha önce Diyarbakır'da 16. Kolordu'da görev yaparken tanıdığı bu insanlara güveniyordu. 16 Haziran 1919'da Kâzım Karabekir Paşa'ya yolladığı şifrede, "Doğu vilayetleri halkının, Ermeni çetelerinin acımasızlığına ve taarruzlarına hedef olmuş, en büyük felaketi görmüş bir unsur olmak sıfatıyla, birlik ve fedakârlık lüzumunu en önce takdir ettikleri iftiharla görülmektedir" diyor ve şöyle devam ediyordu: "Bu sebeple ben Kürtleri de bir öz kardeş olarak ağuşumuza (bağrımıza) katıp tekmil milleti bir nokta etrafında birleştirmek ve bunu dünyaya Müdafaa-i Hukuku Milliye cemiyetleri vasıtasıyla göstermek karar ve azmindeyim."
Zaten Kürt aşiretleri de, 'din ve vatan uğrunda açılacak mücahedeye katılmaya hazır olduklarını', Kâzım Karabekir Paşa'ya bildirmişlerdi. Erzurum civarındaki Kürtler, İstanbul'un İngiltere tarafından işgaline çok üzülmüş ve ilgili makamlara yolladıkları bir telgrafta "Hilafet ve Saltanat makamının uğradığı tecavüz ve ihanetin tazmini ve mevcudiyet ve istiklalimizin temini için son damla kanlarımıza kadar mukavemete ahdediyoruz" demişlerdi. Atatürk, Kürtlerin bu hassasiyetlerini gözeterek ve kimliklerini onore ederek, onları Milli Mücadele'ye kazandırdı. Hamidiye Alayları'ndan kalan Kürt milisler önce Müdafaa-i Hukuku Milliye cemiyetlerine sonra düzenli orduya katıldılar. Urfa ve Maraş'ın düşman işgalinden kurtarılmasında çok önemli roller üstlendiler. İsmet Paşa'nın ifadesiyle, "Milli Mücadele devamınca canla başla gayret gösterdiler."

Sevr'e protesto
Kürtlerin içinde 'bağımsız Kürdistan' kurmak isteyen küçük bir milliyetçi grup vardı. Başlarında Şerif Paşa'nın bulunduğu bu 'Jön Kürtler,' İtilaf Devletleri ile anlaşarak önce Kasım 1919'daki Paris Konferansı, sonra 10 Ağustos 1920'deki Sevr Anlaşması'nda boy gösterdiler ve Sevr'e, 'Kürt halklarının Türkiye'den bağımsızlık elde etmeleri' yönünde bir madde eklettiler. Ancak bu kadro, Doğu Anadolu'daki Kürt liderler tarafından şiddetle kınandı. Erzincan'dan 10 ayrı Kürt aşiret lideri, Fransız Yüksek Komiserliği'ne, 'Türklerin ve Kürtlerin soy ve din itibarıyla kardeş olduklarını' vurgulayan protesto telgrafı yolladı. Bediüzzaman Said Nursi, Ahmet Arif ve Mehmet Sıddık, Kürtler adına yayımladıkları ortak yazıyla, Sevr Anlaşması'nı lanetledi. Kürt din âlimleri de Milli Mücadele lehinde Anadolu müftülerinin yayımladığı fetvayı imzaladılar.
Lozan görüşmeleri yapılırken Batılı devletlerin Kürtleri 'azınlık' olarak görmekte ısrar etmeleri üzerine ise Bitlis milletvekili Yusuf Ziya Bey, 3 Kasım 1922'de Meclis kürsüsüne çıkıp şöyle demişti: "Avrupalılar diyorlar ki, 'Türkiye'de yaşayan akalliyetlerin (azınlıkların) en büyüğü, en kesretlisi (kalabalığı) Kürtlerdir.' Bendeniz Kürdoğlu Kürdüm. Binaenaleyh bir Kürt mensubu olmak sıfatiyle sizi temin ederim ki Kürtler hiç bir şey istemiyorlar. Biz Kürtler vaktiyle Avrupa'nın Sevr paçavrası ile verdiği bütün hakları, hukukları ayaklarımız altında çiğnedik ve bütün manasıyla bize hak vermek isteyenlere iade ettik. Türklerle beraber kanımızı döktük, onlardan ayrılmadık ve ayrılmak istemedik ve istemeyiz."
Bir sonraki celsede ise Bitlis, Erzurum, Kastamonu, Mardin, Muş, Siirt, Urfa, Pozan, Diyarbakır, Van milletvekillerinin hepsi şu cümlelerin altına imza attılar: "Türk, Kürt bir kütle-i vahidedir. Kürtler, hiç bir vakit Türkiye camiasından ayrılamaz ve bunu ayırmak için hiç bir kuvvetin tesiri yoktur." (Kaynaklar ve daha fazla detay için
Bkz: Mustafa Akyol, 'Kürt Sorununu Yeniden Düşünmek', 2006)
'Soy ve din kardeşi' oldukları Türklerle birlikte Türkiye için canlarını ortaya koyan tüm bu 'çılgın Kürtler'in bugün kemikleri sızlıyor olmalı. Çünkü Kürtlük adına hareket ettiğini ileri süren bir terör örgütü 30 binden fazla vatandaşımızı katletti ve hâlâ da kan dökmeye devam ediyor. Türkiye'ye ve Türklüğe karşı fanatik bir nefretle dolu etnik Kürt milliyetçiliği, hem Türklere hem de Kürtlere acı ve ölüm getiriyor. Öte yandan da bir grup marjinal Türk ırkçısı, 'tarih boyu Kürt ihaneti' masalları uydurarak, Kürt vatandaşlara karşı husumet körüklüyor.
Türkiye'nin etnik bir gerilime sürüklenmemesi için, iki etnik milliyetçiliği de yenmemiz gerek. Ve bunun bir yolu 'çılgın Türklerin ve Kürtler'in gerçek hikâyesini yeniden hatırlamak. 'Bir hilal uğruna' birlikte savaşmış ve can vermiş o yüzbinlerce şehidin hatırası, Türkiye'nin bölünemezliğinin en dramatik işareti olsa gerek.

Radikal
Mustafa Akyol: Yazar


Günün Önemli Haberleri