Kocasını öldürdüğü gerekçesiyle 15 yıl hapsi istenen Çilem Doğan tahliye oldu. 50 bin kefaletle serbest kalan genç kadın yaşadıklarını ve ilginç hayat hikayesini Hürriyet'ten Ayşe Arman'a anlattı. İŞTE ÇİLEM DOĞAN'IN AYŞE ARMAN'A İÇİNİ DÖKTÜĞÜ O RÖPORTAJIN BİR KSIMI - Kefaletle de olsa tahliye edildin! Neler hissediyorsun? - Mutluğumu ve şaşkınlığımı anlatabilmem mümkün değil. Tamamen sürpriz bir tahliye oldu. Hiç beklemiyordum. Olursa, Yargıtay aşamasında olur diyordum. Hâlâ kendime gelebilmiş değilim. Zaman zaman nerede olduğumu algılayamıyorum, hâlâ cezaevindeyim zannediyorum. Neredeyse bir yıldır içerideydim... - N’aptın çıkar çıkmaz? - Evime geldim. Kızım, annem, babam, avukatlarım hep bir aradaydık. Gece ilerleyen saatlere kadar ailemle kucaklaştım. Kızımdan hiç ayrılmadım. Sabahın ilk saatlerine kadar sarıldım. Sonra uyuyalım dedik, uyku da gözüme girmedi, hep onu seyrettim. - Senin davanın, kadınların meşru müdafaa davaları için bir emsal olduğunu düşünüyor musun? - Kesinlikle evet! Ben tek değilim, benim durumumda başkan kadınlar da var içeride. Benimki de meşru müdafaanın uygulanması gereken bir davaydı ama heyetten öyle bir karar çıkmadı. Oyçokluğuyla, mahkeme şerhi konularak 15 yıl cezaya mahkûm edildim. Gerçi Yargıtay aşamasında bu kararın bozulacağına inanıyorum. Yine de kefaletle serbest bırakılmam, tutuksuz yargılanmam, inşallah bütün meşru müdafaa davalarına emsal teşkil olur. Ben kendimi zor durumdaki kadınları savunuyormuşum gibi de hissediyorum. Öyle bir sorumluluk var üzerimde. Çünkü bu ülkede pek çok kadın benim gibi erkek şiddetine maruz kalıyor. İsimlerimiz, sosyal statülerimiz aynı olmayabilir ama biz birbirimizi çok iyi anlayabiliyoruz, çünkü neticede çektiğimiz acı aynı. - Bu 50 bin lirayı nasıl bulup buluşturdu ailen? - E kolay olmadı. Annem ve babam tarım işçiliği yapıyor. Biz paramızı topraktan kazanıyoruz. Gecesi-gündüzü olmayan bir ailenin evladıyım. Dişlerini tırnaklarına takarak biriktirdikleri parayla ödediler, tabii yetmedi, kalan kısmını da borç almışlar. - Bir kere daha hikâyeni kamuoyunun gözleri önüne serelim... Sen nasıl bir şey yaşadın ki kendini korumak zorunda kaldın? - Evliliğimiz boyunca sistematik bir şiddete maruz kaldım. 28. gününden itibaren dayak yedim. Zaten ben ya babamdaydım ya karakolda ya da adliyede. Kafama tabanca kabzasıyla vurdu, dikiş atıldı, dövdü göle attı, defalara saçlarımdan sürükledi, insan içine çıkamayacak hale getirinceye kadar dövdü. Sürekli ölümle tehdit etti. “Birilerine anlatırsan seni öldürürüm, onu öldürürüm, bunu öldürürüm.” Bir polisi bacaklarından vurmuş birinden söz ediyoruz. Uyuşturucu kullanıyor, uyuşturucu satıcılığı yapıyor. Benim hayatta olmam bile mucize! Allah yüzüme baktı da beni evladıma bağışladı. Ama o ölmeseydi ben ölecektim. Kesinlikle beni öldürecekti... - Nasıl tanıştınız? - Oturduğumuz semtte yaşıyordu. Duygularıma esir düştüm. Ailem karşı çıktı, yine de evlendim, kaçtım ona. Çok kısa bir sürede büyük bir yanlış yaptığımı anladım ama dayaklar, hakaretler, tehditler başlamıştı. Sürekli silah taşıyordu, korku içinde yaşıyordum. Boşanmak istedim. Vayyy sen misin boşanmak isteyen, işler daha da sarpa sardı. Ama yine de avukata başvurdum. O şiddet uyguladığında polise gittim, defalarca savcılığa suç duyurusunda bulundum, üstelik avukatımla birlikte. O da tüm sürece tanık. Zaten sadece avukat değil, tanık olarak da dinleniyor. Pek çok kere koruma kararı çıkarıldı. - Sana evlenme teklif ediyormuş insanlar... - Evet. Bu tür teklifler oldu. Ama yersiz buluyorum. Hoş gelmedi açıkçası. Ben kolay şeyler yaşamıyorum. Ciddiye almadım... AVUKAT İSA AYANOĞLU: KADINLARIN MEŞRU MÜDAFAA HAKKI İÇİN EMSAL BİR DAVA BU Çilem’i yaklaşık 10 yıldır tanıyorum. Hikâyesini şöyle anlatayım: Baba, bu evliliğine müsaade etmiyor, kız kaçarak evleniyor, sonra usulen bir düğün yapıyorlar. Fakat evliliğin ilk günlerinden itibaren şiddet başlıyor. Sistematik bir şiddet. Gördüğü şiddeti aileyi yansıtamıyor. “Biz sana demiştik!” demesinler diye. Bir seferinde döverek göle atıyor, bir keresinde silah kabzasıyla başını yaralıyor, dikiş atılıyor kafaya, saçlarıyla yerlerde sürüklüyor. Bunlar benim bildiklerim. Savcılığa yansıyanlar yani, bir de yansımayanlar var. Biz, Çilem için 6 ayrı mahkemeden, 9 ayrı koruma kararı aldık. Fakat bu koruma kararları fiilen yetersiz kaldı. Çünkü her ne kadar koruma kararında, “Hasan Karabulut’un eve gitmesi engellenmiştir!” dense de, Hasan Karabulut hangi kurala, hangi kanuna uyuyordu ki buna uysun? İplemiyordu bile! Kanun-kitap tanımayan biriydi. Dahası döverek kızcağıza, şikâyetleri geri aldırtıyordu. Bir gün bana geldiler, mahkemede de anlattım, boşanma davasını uzaklaştırmalı olarak ben açmıştım. Dediler ki, “Biz barıştık, davadan vazgeçmek istiyoruz!” Ben maktulü odadan çıkarttım, Çilem’e dedim ki, “Böyle giderse, senin bu evden cenazen çıkacak. Boşanma davasından vazgeçme! Babana da durumu anlat, ondan da yardım iste, seni korur, kollar!” O da “Abi, n’apim, şikâyetinden vazgeçmezsen seni de öldürürüm, babanı da diyor” dedi. “Ben bu vazgeçme dilekçesini yazmam!” dedim. Kızı alıp, aşağıdaki arzuhalcilerin yanına inmiş dilekçeyi yazdırmış. “Benim kocam işadamı. Ben aslında yanlış anladım onu. Kocam beni dövmez, el kaldırmaz, iyi bir insandır. Boşanma davasından vazgeçiyorum!” Ben Çilem’e kızdım ama onu anlıyordum da. Çilem çok korkuyordu. Ölüm korkusu yaşıyordu. Belki biz de ona, o güvenli ortamı veremedik, maalesef devlet de veremedi. Bu şahıs, bir polis memurunu bacaklarından vurmuş biri. O polis de şikâyetini çekti. Herkesi korkutan, sindiren biri. Uyuşturucu satıcılığı ve kullanıcılığından sabıkası var. Çilem son çare olarak belki kurtulurum diye, Adana Emniyeti’ne gidiyor, Organize Suçlar Bölge Amirliği’ne ve diyor ki, “Benim kocam tefecilik yapıyor, organize suç örgütü yönetiyor, hap satıyor, beni de satmaya kalkıyor!” Ondan kurtulmak için onu ihbar ediyor. Devlet de diyor ki, “Zaten bu konuda bir soruşturma var, biz takipteyiz!” Emniyet Müdürlüğü’nün resmi telefonundan Çilem 4 defa aranıyor. Olaydan üç gün önce de bir gün önce de. Emniyet’e kocasıyla ilgili bilgi veriyor. Olay günü, eşinin kardeşinin ifadeye çağrıldığını öğreniyor. Ve tabii eşinin, Emniyet’e ismini verenin kendisi olduğunu öğrendiğini de. “Anladıysa bu beni öldürecek! Şimdiye kadar dövdü ama şimdi bittim ben!” diyor. Korkudan n’apacağını bilmiyor, evde ölümü bekliyor. Maktul gelirken de telefon açıyor, “Eve gelip şimdi haddini bildireceğim lan sana!” diyor. Geldiğinde “Çocuğu öbür odaya götür!” diyor, Çilem’i yatak odasına sokuyor, kapıyı içeriden kilitliyor ve anahtarı cebine atıyor. Aralarında bir tartışma başlıyor, kız elinden kurtularak, yastığın altındaki dolu silahı alıyor, hayatta kalabilmek için, ondan önce davranıp ateş ediyor. Yaşananlar meşru müdafaanın şartlarını oluşturuyor. Mahkeme ise, 5’e karşı 1 ile, “kasten öldürme eylemi”nin vuku bulduğu tespitiyle 15 yıl hapis cezasının tutukluk halinin devamı yönünde karar verdi. Ama mahkeme başkanı Ogün Maden, çoğunluğun görüşüne katılmadı. Eylemin meşru müdafaa olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirterek, muhalefet şerhi yazdırdı. Biz de bunun üzerine tekrar mahkemeye başvurduk. 7 gün içerisinde müracaat hakkımız vardı ve tahliye talebinde bulundum. İtirazımız mahkeme tarafından değerlendirildi ve oybirliğiyle kabul edildi. Ama hâlâ 15 yıllık mahkûmiyet kararı varlığını sürdürmekte. Biz temyize gittik, şimdi Yargıtay değerlendirecek. İnşallah Çilem, o zaman tahliye edilecek. Fakat bu, kefaletle tutuksuz yargılanma kararı, kadına şiddet davalarında emsal bir karardır. Bu dava da öyledir. Başka meşru müdafaa davalarına örnek olması dileğiyle...