Yarım asırdır öngörülemez siyasi manevralarla bir büst gibi ayakta kalan Önder Sav, Kılıçdaroğlu-Tekin ikilisinin estirdiği değişim rüzgârına direnemiyor. Yaşlanınca adeta etten bir büste dönüşecek yüzünün terlerini silerek, uçsuz bucaksız gökyüzüne bakıyor ve çok değil, 10 kilometre ötedeki bir cennete doğru uçan kuşları izliyor Kuş Cenneti’ Manyas Gölü’nün yakınlarında Işıklar Köyü’ndeki bir mısır tarlasında aynı toprağı yıllar boyu işlemiş atalarından miras aldığı köklü arzuları gelecekte doyurma umuduyla ufukta kaybolan kuşları izlerken, Mustafa Kemal’in kovaladığı kargaları düşünüyor mu bilinmez. Ama bıyıklarının henüz terlediği o yıllarda bile hemşehrileri Çerkez Ethem ve Eşref Sencer Kuşçubaşı’nı değil, Mustafa Kemal Atatürk’ü örnek aldığı aşikâr. Kendisi de Ethem ve Kuşçubaşı gibi bir Çerkezdir ve yarısından fazlasını Cumhuriyet Halk Partisi’nde (CHP) geçirdiği monoton hayatının ilk yıllarında bile Çerkezlerin, yeni ülkenin harcına bolca çimento dökenlerden olduğunun farkındadır. CHP’nin ‘Bekçi Murtaza’sı, ideolojisine iman etmiş ‘mütedeyyin Ortodoks’u Önder Sav, 14 Kasım 1937’de Balıkesir’in Manyas ilçesine bağlı Işıklar köyünde doğdu. Babası Hayrettin Bey köyde çiftçilikle uğraşırdı. Genellikle mısır ve pirinç ekerlerdi. Işıklar Köyü -Yunanlılar tarafından işgal edilmeden önce- Kuva-yi Milliye Hareketi’ne başkaldıran Ahmet Anzavur’un kontrolüne girmişti. Köyü, Anzavur’dan alan asker ise -henüz Atatürk’e isyan bayrağını açmamış olan- Çerkez Ethem’di. Bu kısa geçmiş öyküsü bile CHP’de neferlikten başlayıp 53 yıldır ‘başkumandanlık’ dışında her işi yapan Önder Sav’ın partide Batı Anadolu’yu, Çerkez ekolünü, geleneği temsil ettiğini anlamak için kâfi. ÇERKEZ-KÜRT MÜCADELESİ Bu gelenek, şimdilerde doğudan, ta Ardahanlardan, Tuncelilerden başlayıp batıya doğru ilerleyen ürkek, mülayim ama bir o kadar da inatçı bir değişim hareketi ile sarsılıyor. Neticede kirli bir kaset komplosu ile istifa ettirilmiş eski liderin halefi olsa da Kemal Kılıçdaroğlu, bu hareketin Mehdi’si olarak görülüyor. Ama değişimin perde arkasında genç siyasetçi Gürsel Tekin var. Yakın zamana dek -Önder Sav’ın parti yönetiminden uzaklaştırılmasına kadar olan süreçte- Hindistan’ın vejetaryen ve barışçıl lideri Gandi’nin pasif isyanına benzetilen bu hareket, artık yırtıcılar arası bir savaşa dönüşen çatışmanın tarafı oldu. Bir başka deyişle ‘Gandi Kemal’, ‘Prometheus’laştı. Zaten Batıcı ve tahakkümcü modernleşmenin öncüsü bir partinin doğunun hoşgörülü lideri Gandi ile anılması garip bir tezat. CHP’deki kritik dönüşüm sancısını, Çerkez-Kürt savaşı olarak yorumlayanlar da var, bir halk devrimi olarak görenler de... Belki de en doğrusu bu süreci, CHP dışı güçlerin, AK Parti’nin, yeni Türkiye’nin, yeni dünyanın yarattığı değişim ihtiyacı ile açıklamak. İşte bu değişimin önünde bir heykel gibi duran Önder Sav, belki parti teşkilatında değil, ama parti tabanında desteğini kaybetti. Siyasi yaşamı boyunca risk almamış, zaten değişime teşne olmayan bir siyasi hareketin hiç değişmeyen ve değişmek istemeyen öznesi olarak geçirdiği 53 yılın bilançosu bu. NABZA GÖRE ŞERBET VERDİ Önder Sav, memleketi Balıkesir’i, 1950’li yılların ortalarında üniversite eğitimi için terk edip Ankara’ya gitti. Ankara Hukuk Fakültesi’ni kazanmıştı. Disiplinli, vazife ehli, bürokrat gibi bir öğrenciydi. Okulunu başarıyla bitirdikten sonra serbest avukatlık yaptı. 1950’lerin sonunda CHP’de İsmet İnönü’nün mirasçısı olarak görülen Turhan Feyzioğlu’nun vasıtasıyla siyasete girdi. ‘Nabza göre şerbet vermek’ deyimini siyasi literatüre sokan Feyzioğlu, hasta olduğu dönemde kendisi gibi bir hukukçu olan bu çiçeği burnunda siyasetçiyi kürsülere çıkardı. Sav, belagat stajını 19 yaşında büyük mitinglerde yaptı. 1960’larda, şu sıralar kendisini sorumlu hissettiği tek makam olan CHP Parti Meclisi’ne girdi. Ne var ki, kendisine büyük imkânlar sağlayan, siyaset yolunu açan Feyzioğlu’nu en çok ihtiyacı olduğu dönemde desteklemedi. Feyzioğlu, CHP’de ‘Karaoğlan fırtınası’ esmeye başlayınca partiden ayrılmak zorunda kalırken Önder Sav, Deniz Baykal’la birlikte Bülent Ecevit’i destekledi. Bu desteğinin karşılığında 1973 seçimlerinde Ankara’dan milletvekili adaylığı ile ödüllendirildi. Parlamentoya ilk kez 15. dönemde girdi. 1974 yılında koalisyon hükümetinde Çalışma Bakanlığı’na getirildi. 1977 seçimlerinde de yine Ankara Milletvekili olarak Meclis’e girdi. Sonra siyasete ara verip, asıl mesleğine döndü. Sonradan Kılıçdaroğlu’nun yerine CHP Genel Başkanlığı’na getirmeyi planlayacağı Hakkı Suha Okay’la birlikte önce Ankara Barosu’nda, daha sonra Türkiye Barolar Birliği’nde -CHP’de siyaset yapar gibi- ‘siyaset yaptı’. CHP’Yİ EŞBAŞKAN GİBİ YÖNETTİ Sav, 1989 yılında seçildiği Türkiye Barolar Birliği Başkanlığı görevini 1995’e kadar yürüttü. Ocak 1996’da Deniz Baykal’ın teklifi ile yine Ankara’dan milletvekili seçildi. Toplam 50 yıl birlikte siyaset yapan Sav ile Baykal, o dönemden sonra partiyi bir tür ‘eşbaşkanlık sistemi’ ile yönettiler. Elbette lider Baykal’dı, ama çok işi vardı. Parti Meclisi ve teşkilat ile uğraşacak vakti yoktu. Bu boşluğu Önder Sav doldurdu. Zamanla teşkilatta o kadar etkili hale geldi ki parti içinde ‘dede’ lakabını aldı, adeta ‘CHP’nin halifesi’ haline geldi. Baykal tarafından 2001 yılında ‘genel sekreterlik’ görevi ile taçlandırılınca ‘CHP’nin politbüro önderi’ benzetmesini hak edecek siyasal etkinliğe ulaştı. Rolüne kendini o kadar kaptırdı ki, AK Parti’nin iktidara geldiği Kasım 2002 seçimlerinden sonra üst üste gaflar yapmaya başladı. Hacca giden Mustafa Ünal adlı yaşlı bir CHP’liye “Boşver Araplara para kaptırma. Bakarsın Muhammed seni bırakmaz,” dedi. Soyadı Sav olan biri olarak, genelde S.A.V kısaltması ile anılan peygamberi küçümseyici konuşmalar yaptığı iddialarına maruz kalması kaderin ‘lisani’ bir cilvesiydi. Sav’ın bir diğer gafı, telefonunu açık unuttuğu için duyulan konuşmalarının partideki odasına yerleştirilmiş bir böcek vasıtasıyla dinlendiğini ileri sürmesiydi. Sav’ın isteğiyle CHP Genel Merkezi’nde böcek arandı, ama bulunamadı. Baykal, bu gaflarından ötürü parti tüzüğünde değişiklik yaparak Önder Sav’ın yetkilerini kısıtlamak istedi. Ancak parti içindeki gücünün azalmasını istemeyen Sav buna şiddetle karşı çıktı. Gücünü, devrildikten sonra Baykal’a karşı Kılıçdaroğlu’nu destekleyerek gösterdi. Önder Sav’ın yarım asırlık yürüyüşü soğuk savaş dönemi yöneticiliği ile 48 yıl boyunca FBI’ı yönetmeyi becermiş Edgar Hoover’ınkini andırıyor. Yani bir yönüyle başarı, bir yönüyle başarısızlık öyküsü... Başarısı, ulaşılması ve tutunması zor bir yeri yarım asır boyu işgal etmiş olması. Başarısızlığı ise benzer makamlarda hiçbir yararlı iş yapmadan yıllarca oturmasının onda yarattığı atalet ile ‘heykelleşme’, yani bir bakıma cansızlaşma sürecini yaşamış olması. Sav, bu yönüyle başarısızlığı başarmış bir adam. KENDİ AMACINI YOK EDEN BUMERANG Bütün hikâyesi boyunca Önder Sav’a eşlik eden iki güçlü ideoloji var: Pozitivizm ve pragmatizm. Sav, Max Horkheimer’in Akıl Tutulması’nda anlattığı pozitivist akıldışılığın tipik temsilcilerinden biri. Pozitivizm zamanın ruhunu yakalayamadığı için geri kaldı. Pragmatizm hâlâ geçerli bir ideoloji. Ne var ki Önder Sav’ınki gibi bir süre desteklediği insanlara sürekli kazık atarak mevkisini muhafaza etmeye çalışan pragmatist tutum zamanla kendi amacını yok eden bir bumeranga dönüşüyor. Bu durum, Don Kişot’un Sancho Panza’ya söylediği İspanyol atasözünü akıllara getiriyor: “İhanet hoşa gitse de hain sevilmez.” Önder Sav, sonuç olarak, 1980’li yılların bulvar gazetesi Gölge Adam’ın logosundaki siluet gibi bir karanlık adam olarak yıllardır aynı yerde duruyor. İşte bu yüzden Mustafa Kemal Atatürk’ün kaşlarına benzetmeye çalıştığı şahlanmış kaşlarıyla göz doldurur bir kadim büst, üç boyutlu bir portre olsa da Önder Sav, portresini yazmanın zor olduğu o adamlardan biri. Genç kaplan, yaşlı kurda karşı Önder Sav, Kılıçdaroğlu tarafından parti yönetiminden uzaklaştırıldı. Operasyonun perde arkasında Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin’in olduğu biliniyor. Yani aslında savaş, ikinci adamlar arasında geçiyor. Yalnız Tekin’in, Önder Sav’dan bir farkı var. Sav, yıllardır kendini lider zanneden ikinci adamı oynayıp sanal bir liderlik yaşarken Gürsel Tekin nihai olarak gerçek bir liderliğin peşinde koşuyor. Tekin, zamanı gelince yeni CHP’nin lideri olacağını düşünüyor ve bunu bazı mahfillerde söylemekten de çekinmiyor. Aralarındaki farklılığa rağmen Önder Sav ile Gürsel Tekin’in hikâyesinin örtüştüğü önemli bir nokta da bulunuyor. Biri batının, diğeri doğunun bir köyünde büyüdü. İkisi de geldikleri yerden aynı noktaya, merkeze, Ankara’ya bakıyor ve atalarından devraldıkları güçlü arzuları doyurmak istiyor. Kılıçdaroğlu ve Tekin ayrıca ‘siyasi atalarının’, iktidar arzusu kompleksini de taşıyor. Kılıçdaroğlu öncülüğünde hiç olmazsa iktidara gelme fikrini taşıyan yeni CHP’nin yürüyüşü, partinin kendi öyküsü açısından Anadolu sermayesinin, merkeze İstanbul üzerinden yürüyüşünü andırıyor. Yolun sonunda bugüne kadar CHP’nin ilişki kurmakta zorlandığı halk var. Eğer yürüyüş başarıyla sonuçlanırsa CHP gerçekten bir halk partisine dönüşecek.