CHP bizi kıskanıyor!
Abone olAK Parti’li Akif Gülle, 30 yıldır iktidar olamayan CHP tarafından kıskanıldıklarını iddia etti. Gülle, İnternethaber Ankara Temsilcimiz Nesrin Yanık Çorakbaş'a konuşt
AK Parti’nin Halkla
İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Akif Gülle, yalnızca
iki yılda kat ettikleri mesafenin, 30 yıldır iktidar olamayan CHP
tarafından kıskanıldığını söylüyor...
İnternethaber Ankara
Temsilcisi Nesrin Yanık Çorakbaş’ın
röportajı…
AK Parti’nin Halkla İlişkilerden
Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve Amasya Milletvekili Akif Gülle
ile genel merkez binasında randevulaştık. Parti kapısından adım
atar atmaz bize gösterilen sıcak ilgi, az sonra Akif Gülle ile
konuşacağım AK Parti İletişim Merkezi’nin, misyonunu layıkıyla
yerine getirdiğine dair ilk olumlu sinyalleri vermişti bile…
Akif Gülle, röportajımızda AK Parti’nin halkın kurmuş olduğu parti
olmanın sorumluluğunu taşıdığını belirtti ve halkın bütün
katmanları ile beraber olduklarını söyledi. Akif Gülle’nin, AK
Parti’nin kısa sürede kat ettiği mesafe ile ilgili görüşlerini ve
iddialarını eminim siz de ilginç bulacaksınız…
AK Parti İletişim Merkezi, bir siyasi parti yapısı içinde farklı
konseptiyle dikkat çekiyor. Nasıl bir misyonu var AKİM’in?
Bu proje, bizim daha partiyi ilk kurduğumuz zamanlarda
planladığımız bir çalışmaydı. Yaklaşık bir buçuk yıl önce faaliyete
geçti. AKİM’i bir cümle ile ifade edecek olursak; “24 saat
kesintisiz halkımızla iletişim aracı fonksiyonunu icra eden bir
kuruluştur”. Kısa sürede, gerçekten düşündüklerimizden çok daha
farklı bir sonuca ulaştık. Bu, Türkiye’de bir siyasi partinin ilk
defa yaptığı bir şey. Siyasi partilerde halkla ilişkiler diye bir
birim olur, ama AKİM boyutunda bir kuruluş yoktur. Hatta bırakın
diğer partileri, şimdiye kadar AKİM çapında bu tür halkla ilişkiler
hizmeti yürüten bir başka kurumla karşılaşmadım. Bir yıl içerisinde
150 bin vatandaşımız, bizzat AKİM aracılığı ile bize ya
problemlerini iletmiş veya projesini, düşüncesini bildirmiş, sadece
şahsi problemlerini değil ülke meseleleri hakkında kendi görüşünü
de dile getirmiştir. Bunların bildirilmesinden sonra,
arkadaşlarımız konu ile ilgili mutlaka bir işlem ve dönüş
yapmışlardır.
Vatandaşlar AKİM’e daha çok ne tür sorunlarla geliyor?
Tahmin edeceğiniz gibi, en fazla işsizlik
sorunu ile karşı karşıya kalıyoruz. Türkiye’de AK Parti ile
başlayan dönemde istihdam mantığının anlaşılmadığını görüyoruz.
Vatandaşlarda hala, ‘Siyasetçiye ya da parti genel merkezine
gidersem, il başkanından bir not iletirsem, ilde ya da yönetimde
olduğumu ispat edersem veya delege olduğumu söylersem bana farklı
bir muamele olur’ gibi bir algılama ve anlayış var. Bu algılama
ortadan kalkmış değil, ama sonuçta böyle bir şey yok.
Yıllardır siyasetin içine işlemiş bu alışkanlığı sürdürmek
isteyenlerin direncini nasıl kırıyorsunuz?
Açıkçası, insanların bizden aldığı
cevapların onları daha da rahatlattığını görüyorum. Hangi cevaplar?
‘Hayır’ cevabı. Yani bizim toplumumuz aslında ‘hayır’ cevabını
istiyor. Yani, ‘Ben bir yere gideyim, kardeşim bu iş olmaz densin
de ben de olmayacağına inanayım’ diyor. İnsanların en büyük
problemleri, olur ile olmaz arasındaki gidiş gelişlerinden
kaynaklanıyor. ‘Acaba şuraya ulaşsam bu işi yapabilecek miyim’ gibi
bir psikoloji, insanları daha çok sıkıntıya sokuyor. Arkadaşlarımız
diyorlar ki, ‘TEDAŞ illerde yeni teknik eleman alımı yapıyor’. Tabi
ki vatandaşımız geliyor ve soruyorlar. Biz de, ‘Hangi illerde
çalışmak istiyorsanız, o ilin İş ve İşçi Bulma Kurumu’na müracaat
edeceksiniz. İş ve İşçi Bulma Kurumu, o ilden kaç kişi alınacaksa
onun iki katı kadar yüksek puan alanı sıralayacak, bildirecek ve
yapılacak mülakatlarda yüzde elli azaltacak. Yani 30 kişi
çalışacaksa, 60 kişi bildirilecek. 30 kişisi bunlardan alınacak.
Hadi kardeşim sistem bu’. Bunu söylediğiniz zaman, insanlar çok
rahat geri dönüp gidiyorlar. Eğer puanı iyiyse, biliyor ki ben
burada işe girebilirim. Düşük puan almışsa, ‘Benim hakkım yok’
diyor. Benim hakkımın olmadığı gibi, bu puanı alan bir başkasının
da hakkı yok. Bu rahatlamasını sağlıyor.
Partinizin bu yeni yaklaşımını, taleplerinde siyasal yakınlığını
kullanmak isteyenlere de biraz olsun yerleştirebildiniz mi?
Biraz değil, çok ciddi olarak yerleştirdiğimize inanıyorum. Yani,
AK Parti kadrolarımızda görev yapan arkadaşlarımızın kendileri için
farklı bir ayrıcalığı olmayacağını, en az bir başkası kadar
biliyorlar. Ancak böyle bir uygulamamızın olmadığını,
teşkilatlarımızın algıladığı kadar AK Partili olmayanlar
algılayamadılar. Bu da eski siyaset alışkanlıklarının devamı. Yoksa
bizim teşkilat mensupları bunu gayet iyi anladılar, onlarda özel
bir problem yaşamıyorum.
AK Parti içerisinde, eski siyaset geleneğinden gelenler de var. Bu
talepler onlardan geldiğinde nasıl karşılıyorsunuz?
AK Parti içerisinde eski siyasetçiler yok.
‘Yenileşmiş eski siyasetçi’ diyelim. Ben, Fazilet Partisi’nden
milletvekiliydim. AK Parti’nin siyasetteki en büyük fonksiyonu,
değişim sürecini çok hızlı bir şekilde yakalamış ve kavramış
olması. Bunda da en büyük avantajımız şu oldu; biz iki yıllık bir
parti iken, Türkiye’de diğer partilerin 20 yılda ulaşamadıkları
noktaya ulaştık. Nedir bu? İki yıl içerisinde bir parti kurduk,
genel seçim ve yerel seçim yaşadık, iktidar olduk ve partinin
kongresini topladık. Bu saydıklarımız, bir partinin yaşayabileceği
en son şeyler. CHP’yi düşünün, yıllardan beri iktidar olma
hadisesini yaşayamadı. CHP’nin 30 yılda yaşayamadığını, biz iki
yılda yaşadık. Hızlı bir dönüşüm. Dolayısıyla, bizim kadrolarımız
her şeyi bir defada yaşayınca, bir tecrübe kazandılar. Bundan
dolayı kadrolarımızda problem yaşamıyoruz.
Yani, partileşme süreciniz tümüyle tamamlandı mı?
Evet, öyle görüyorum. Bir partinin
yaşadıklarını çok kısa bir sürede yaşamak çok kolay olmadı. Bizi
bir hayli yıprattı.
Siyasette gelenekleri yıkmak, değiştirmek kolay olmasa gerek, öyle
değil mi?
Kolay değil. Benim gibi partinin kurulduğu günden beri görev yapan
birisi olarak ifade ediyorum ki, çok kolay olmadı. Ama Türkiye’nin
bu süreci yaşaması gerekiyordu. Dikkat ederseniz Türkiye, devletin
istihdam kapısı olmaktan çıktığı anlayışı bu dönemde yaşadı. Yani
süregelmiş klasik bir şey var; iktidara geleceksiniz, Devlet Su
İşleri, Köy Hizmetleri gibi daha çok insan istihdam edebilecek
alanlarda yeni kadrolar vereceksiniz. Üç bin kişi alacaksınız.
Kimler alınacak? Tabi partililerden. İşte bunların hepsi ortadan
kalktı. Türkiye’de 40 bin civarında yeni eleman alımı söz konusu.
Bunun 25 bini öğretmen, 12 bini sağlık hizmetleri. Tüm birimlere
alacağınız kamu personeli, 3-5 bini geçmez. Bu taleplerinde ortadan
kalkması bizi çok rahatlattı.
“Bu partiyi halk kurdu, biz kurumsallaştırdık; bunun sorumluluğunu
yerine getirmemiz gerekir” demiştiniz. AK Parti, almış olduğu
sorumluluğu bugün ne kadar yerine getirdi?
Şunun altını çizmek istiyorum; bizim bu sorumluluğu ne kadar yerine
getirdiğimizin en güzel kanıtını, bizim dışımızdaki partilerin bu
konudaki kıskançlıklarında görebiliriz. Bir siyasi partinin genel
başkanı, sayın başbakanın fakir sofralarında iftarda beraber yemek
yemesini olağanüstü eleştirdi. Böyle şey olur mu? Bu mantığı
anlamak mümkün değil. Hatta ben bir cümle kullandım; ‘Eğer bu bir
kıskançlık değilse, böyle bir anlayış, psikolojik olarak çok daha
büyük bir sorumsuzluk’. Şimdi bu ülkenin başbakanının, halkının en
zayıf en kesimine ‘Ben sizinle beraberim’ demesinden daha doğal ne
olabilir? Sayın Başbakan her akşam beş yıldızlı otellerde adeta kuş
sütünün de bulunduğu lüks sofralarda iftar açsa, daha mı şık
olacak?
Sayın Erdoğan, belediye başkanlığı döneminde de bunları
yapıyordu galiba…
Sayın başbakanın geçmişinde bu tür
örnekler aynen yaşandı. Sayın başbakanın yaptığı, bizim bütün
teşkilatlarımızda görev alan arkadaşlarımızın her birisinin yaptığı
bu. Bütün arkadaşlarım, bu toplumun fakir sofralarını paylaşma
gayreti içerisindeler.
Milletvekillerine de fakir sofralarını paylaşmaları yönünde çağrı
yapıldı mı?
Tabiî. Ankara’daki tüm milletvekillerimiz halkın arasına
katılıyorlar. Halkın kurmuş olduğu parti olmak demek, elbette
halkın bütün katmanları ile beraber olmak, ama özellikle halkın
size ihtiyaç duyduğu kitleler ile çok daha fazla beraber olmak
anlamını taşır. Biz de bunu sağlamaya çalışıyoruz. AK Parti’ye
günde yüzlerce insan gelir. Kim olursa olsun, aşağıya gelen
insanlar kapıda karşılanır. Çay kahve ikram edilir, eğer öğle vakti
ise yemekhanede ücretsiz olarak hepimizin yediği yemekten yerler.
Orada arkadaşlarımız problemlerini çözerlerse çözerler, ama bizimle
görüşmesini gerektirecek bir konu varsa bize gelir. Kısaca ‘Ben
Ankara’ya gittim ama derdimi anlatacağım bir vatandaş bulamadım’
diyen bir kişi olmaz. Bunu biz şahıs olarak da yapmak
istiyoruz.
Mecliste yaşanan TCK tartışmalarından sonra AK Parti
içerisinde kırgınlıklar yaşandığı kamuoyuna yansıdı. Şu anda
uzlaşma sağlandı mı?
Bu konuda da, bizim dışımızdakilerin yeni döneme henüz
alışamadıklarını görüyoruz. Türkiye’de en stratejik kararların
alındığı dönemi biz yaşadık, bu iki yıl zarfında. Başta dış
politika olmak üzere, Kıbrıs meselesi, AB konusu ve Irak sorunu.
Bunlar gerçekten büyük meselelerdi. Mesela tezkere konusunu,
kurulda iki gün tartıştık. İki gün tartıştığımıza göre, farklı
görüşlerimiz olmuş demek ki. Şimdi bu tartışmadan biz rahatsız
değiliz, ama partimizin dışındakiler rahatsız oluyor. Grup
seçimleri yaptık. Hangi yolla seçimleri gerçekleştirebileceğimizi
bile tartıştık. Sonuçta, önce arkadaşlarımızın bir temayülünü
aldık. Aldığımız temayüllerden, en fazla hangi görevlerde kimlerin
görünmek istediğini ortaya koyduk. Şu arkadaşlarımızın içerisinden
bu arkadaşlarımızın, grup başkan vekili olması isteniyor. On tane
isim verdik ve demokratik bir katılımla bu beraberlik
sağlandı.
Parti olarak bu uzlaşma ortamını nasıl sağlıyorsunuz?
Elbette ki demokratik katılım çok önemli. Bizim çıkış noktamız; biz
tekelci aklı değil, ortak aklı ifade ediyoruz. Yani genel başkan
diktatörlüğü, daha farklı ifade ile ‘genel başkan despotizmi’
yaşayan bir parti asla değiliz. Partinin bütün kararları, partinin
en yüksek karar merciî olan Yürütme Kurulu’nda sonuna kadar
tartışılır. Herkes tek tek düşüncesini ortaya koyar ve kararlar
alınır.
Buna tam demokratik bir ortam diyebilir miyiz?
Tam demokrasiyi işletmek, tek başımıza bizim elimizde değil.
Türkiye’de asla tam demokrasiyi işlettiğimizi iddia edemeyiz. Tam
demokrasiyi işletebilmemiz için, almamız gereken çok mesafe var.
Bu, parti örgütlerinin oluşumundan başlar, milletvekili seçimleri,
parlamento oluşumu, siyasi partiler yasasına kadar tam demokrasi
için almamız gereken mesafe var. Biz bu şartlarda, elimizden
geldiği kadar demokratik olmaya çalışıyoruz.
Avrupa basınında Kızılcahamam’daki toplantı çok dikkat çekti. Bunu
neye bağlıyorsunuz?
Avrupa’da, her partinin söylediği çok yakından takip ediliyor.
Özellikle Ak Parti’nin siyasi çevrelerin oluşumunda aldığı
mesafeleri ve başarısını çok yakından takip ediyorlar. O nedenle,
Kızılcahamam’ın gündeme gelmesini bu manada değerlendirmek gerekir.
Çünkü, gerçekten bugün AK Parti mesafesinde Avrupa’da çok geniş
kitlelere, bu kadar kısa sürede ulaşmış ve netice almış parti yok.
Bir ülkede, iki yılda kurulan bir partinin olağanüstü mesafe
alması, siyaset yapan herkesi yakından ilgilendiriyor. Sadece
Kızılcahamam değil, iktidarımızla, partimizle, genel başkanımızla
alakalı hemen hemen her gün Avrupa’nın saygın gazetelerinde,
dergilerinde makaleler çıkıyor. Dolayısıyla bunu onun uzantısı
olarak düşünüyorum.
Bu kadar yakından gözlemlenmek partinizde tedirginlik yaratmıyor
mu?
Başarınız gözlemleniyorsa bir tedirginlik olmaz. Başarılarımızı
gözlemliyorlar.
Kızılcahamam toplantısından hemen sonra da gündeme, kabine
değişikliği konusu geldi. Kabinede revizyon olacak mı?
Bunlar her dönem konuşulan şeyler. Benim şahsi düşüncem, kısa
sürede hükümetimizde revizyon beklemiyoruz. Ama tabi ki, kabine
sayın başbakanımın taktirinde olan bir şey. Kendisi ne zaman böyle
bir şey isterse, bu taktirini kullanacaktır.
Bazı bakanların görevlerinde yıprandığı yönünde basında çıkan
haberleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bunlar sadece bizim dönemde değil, aşağı yukarı her iktidar
döneminde yapılan konuşmalardır. Ancak total olarak hadiseye
baktığımızda, 59’uncu hükümet siyaset tarihini en başarılı
hükümetlerinden biri olduğuna göre, bakanlarımızı da bu noktada
değerlendirmek icap eder. Elbette genel manada, bakanlar da
başarılı bakanlar demektir.
Türkiye, AB ile ilgili büyük bir beklenti içinde. Bu konuda sizin
yaklaşımınız nedir?
Biz, hep beklentilere endeksli bir ülkeyiz. Artık beklentilere göre
değil, realitelere göre hareket etmeliyiz diye düşünüyorum. Realite
de şudur; iki yıldır AK Parti iktidarı AB yolunda Avrupalıları dahi
hayrete düşürecek mesafe almıştır. İlerleme raporunda bu açıkça
teyit edilmiştir. Ama almamız gereken çok mesafe, gitmemiz gereken
çok menziller var. Bu süreçte şu ana kadar geldiğimiz şekilde
yolumuza devam edersek, önümüzde ciddi bir engelin kalmayacağını
düşünüyoruz.
Sizce müzakere tarihi almayı umduğumuz 17 Aralık’ta bir sürpriz
yaşayabilir miyiz?
Tabi en büyük sürpriz, hiç vakit kaybetmeden müzakerelerin
başlamasıdır. Bu da bizim için sürpriz değil, bir gerçek ve olması
gerekendir.
Fransa’da yaşanan Türkiye aleyhtarı tartışmalar kararı
etkileyebilir mi?
Bu tartışmalar halk kitleleri
arasında yaşanan tartışmalardır. Halkın tartışmasını normal
karşılamak gerekir. Ancak AB, belirlemiş olduğu kriterlere uygun
bir süreçte yoluna devam eden Türkiye’ye engel çıkarmayacak, AB
yöneticilerine farklı bir yaklaşım oluşma imkanı
vermeyecektir.
AB sürecinde çıkartılan yasaların, toplumca benimsenmesinin
yasaları yapmaktan daha zor olacağı konuşuluyor. Bununla ilgili
sizin de endişeleriniz var mı?
Endişelerimiz yok, ama dikkat etmemiz gereken noktalar var. Mutlaka bu yasaları çıkarmak çok önemli bir adımdı. Bu adımı attık, ama bu yolda yürümek de en az bu yasaları çıkarmak kadar önemli. Türkiye’deki demokratik olgunlaşma sürecinde bir problemle karşılaşmayacağımıza inanıyorum.