Dün Selahattin Demirtaş “CHP’nin çözüm sürecinde
müzakerenin dışında kalmaması gerektiği” ve
“Kemal Bey’in barış konusundaki düşüncelerinin samimi
olduğuna inandığı” şeklinde beyanatlar verdi.
Kemal Kılıçdaroğlu söylemlerinde bir yumuşamaya gitmese de,
ileriki günlerde tam olarak nasıl bir tepki vereceğini hep beraber
göreceğiz.
Baktığımız zaman CHP sürece karşıymış gibi bir görüntü içinde.
Ama bir yandan da, zaman zaman sessiz ve tepkisiz kalarak
“Destek mi veriyor acaba” dedirten bir izlenim
yaratıyor.
Peki, gerçekten barış sürecinin tam olarak neresinde
duruyor?
Karşısında mı yoksa yanında mı?
Bir fikriniz var mı? Kafalar, söylemler oldukça karışık değil
mi.
BDP ve Ak Parti’nin sürecin altında kalmasını bekleyip, bundan
nemalanmak mı istiyor?
Yoksa gerçekten sürece kendi dokunuşunu, beklentilerini
yansıtmak için fırsat mı bekliyor?
Ve daha önemlisi; durduğunu iddia ettiği yerin hakkını
verebiliyor mu?
***
İnanın CHP kanadında bile bu soruların cevaplarının tam
anlamıyla olmadığı konusunda ciddi şüphelerim var.
Lakin nerede durmak isterse istesin, ana muhalefet partisi
olarak bölge halkına karşı bir sorumluluğu olduğu gerçeği var.
Ki kıyı şeridine sıkışmış bir parti için barış sürecinden daha
büyük bir fırsat da olamaz.
Çünkü samimi tavır sergileyebildiğiniz takdirde; sürecin
karşısında, yanında veyahut gri alanlarında durabilen her parti
için, belirli toplum kesimlerinin gönlünün kazanılabileceği bir
ortam mevcut.
Baktığınız zaman anketler hem Kürtlerin hem de Türklerin yüksek
oranlarda barış sürecini desteklediğini söylüyor.
Ama uygulamada ortaya çıkan tabloyu incelediğinizde, her iki
kesim arasında da farklı grupların ciddi endişelere sahip olduğu
görülüyor.
Yani “endişeli destekçiler” diye tabir
edebileceğimiz bir grup da oluştu artık.
Mesela bölgede sürece tam destek veren ciddi bir Kürt nüfusu
olduğu kadar, PKK’nın artık aleni olarak görülebilen şehir
yapılanmasının altında ezilen, korkuyla sindirilen bir Kürt kesimi
de var.
Ki bu kesim şuan ne devletten destek görebiliyor, ne de PKK’ya
sesini yükseltebiliyor. Araya sıkışmış durumda. Ve sürecin beklide
en mağdur grubu diyebiliriz.
CHP hiç olmazsa PKK’nın bölgede örgütlediği mahkemeler, vergi
müfettişleri aracılığıyla vergi toplaması şeklindeki uygulamalarına
karşın devletin sessiz kalması sonucu ezilen bu Kürtlerin sesi
olamaz mı?
İki yapının arasına sıkışmış bir kesimi
ezilmeye mahkûm etmek, hangi muhalefetin sorumluluğunda
vardır.
***
Eğer duruş olarak müzakerelerin karşısındayım diyorsa; en
azından fili olarak yürüyen bir süreçte ortaya çıkan
hukuksuzlukları, endişeleri, beklentileri, toplumsal kırılmalara
yol açabilecek unsurları samimiyetle ve yüksek bir çabayla dile
getirmesi yararlı olmaz mı?
Bu sorunları dile getirmek ve sahip çıkmak da, inanın barış
sürecine ayrı bir boyut getirecektir. Süreci, kamuoyunun daha net
anlamasını sağlayacak ve aktörleri üzerinde ciddi bir baskı
oluşturacaktır.
Yani CHP’nin birçok farklı noktadan yaklaşarak
katkı sunabileceği alanlar mevcut.
Karşısnda veya yanında olursa olsun; mühim
olan “Süreç şeffaf olmalı” veya
“parlamentoya taşınmalı” gibi cılız eleştirilerden
öteye geçip, gerçekten sürecin tüm taraflarına ve barışın kendisine
kaktı sunabilecek hamleler yapabilmesidir.
Bu tavır müzakerelerin yönünü-gidişatını
mutlaka etkileyecektir.
Ve toplum nezdinde de, kendisi adına bir itibar
artışı olarak karşılık bulacaktır.