Cezaevinden yükselen çığlık!
Abone olErhan Işık yapılan yargılamalar sonucunda 12 yıl 6 ay'a mahkum oldu. Peki Işık gerçekten Hizbullahçı mı?
İşte bu sorunun cevabını Erhan Işık kendisi veriyor. Cezaevinde
Yeni Şafak yazarı Sadık Albayrak'a bir mektup gönderen Erhan
Işık'ın çığlığını biz duyduk, siz de duyun istedik. ERHAN IŞIK'IN
SADIK ALBAYRAK'A GÖNDERDİĞİ MEKTUP... Öncelikle selamların en
güzeli olan Allah'ın selamı ile selamlar, çalışmalarınızda
başarılar dilerim. Ben eski bir basın mensubu şimdi hükümlü bir
mahkum olarak şu satırları size yazıyorum. 12 Ocak 2003 tarihinde
gazetedeki köşenizde "Özgür yazar ve gazeteciler mi dediniz?"
başlıklı yazınızı okudum. Yazınızda belirttiğiniz hususlara hak
vermemek mümkün değil. Ama bizlerin ne yazık ki kendi cenahımızdan
olanlara sahip çıkmadığımız ise bir gerçek. Ben 1996 ila 2000
yılları arasında tutuklandığım geceye kadar Kanal 7'ye bağlı
YHA'nın (Yurt Haber Ajansı) Muş muhabiri olarak çalışıyordum. Ama
tutuklanıp hüküm yemem ne kendi çalıştığım kurum ne de Gazeteciler
Cemiyeti, ne Basın Konseyi, ne de bizim Sağcı-İslamî basın diye
adlandırılan kesim tarafından gündeme getirilmedi. Ama en büyük
ihtimal durumumdan haberdardılar da gündeme getirmediler. Affınıza
sığınarak kısaca bir gazeteci olarak yaşadığım kötü bir süreci
sonucu ile birlikte size anlatayım. İlk olarak Akit gazetesi Muş
bürosunda çalışarak basın camiasına girdim. Kısa bir süre sonra
Kanal 7 Televizyonu'na bağlı YHA (Yurt Haber Ajansı)'nın Muş ili
haber kameramanı olarak çalışmama devam ettim. Yaklaşık 5 yıl
boyunca Olağanüstü Hal'in çok zor koşullarında doğru haber yapma
görevimi ifa etmeye çalıştım. Yaptığım başarılı habercilik
sayesinde il valilerimden defalarca teşekkür plaketleri aldım. İlde
çalıştığım valiler ise 2 yıl Selahattin Hatipoğlu (şimdi Kırşehir
veya Nevşehir valisi), 2.5 yıl Ali Akan (Karaman Valisi) kısa bir
süre son olarak Aslan Kütük (şimdi Kilis Valisi) ile çalıştım.
Ayrıca 1999 yılında Kanal 7 Genel Müdürü, Kanal 7 Ankara Temsilcisi
Zahit Akman, (şimdi Washington temsilcisi), YHA Müdürü Şükrü Kamber
(Milli Gazete yazarı) ve YHA'nın Türkiye il müdürlerinin katıldığı
(Ankara'da) seminerde Türkiye'de en çok haber yapan ve istikrarlı
çalışan muhabirler içinde ilk 3'e girmeyi başararak
ödüllendirildim. 17 Ocak 2000 tarihinde Beykoz Kavacık'ta lüks bir
villaya yapılan operasyonda Türkiye yeni bir sürece girdi. Bu süreç
içinde ardı ardına mezar evler ve vahşice işkence yapılan cesetler
görüntüleri ülkenin gündemine oturdu. Bu süreçten ben, abim ve
ismini sayamadığım onlarca kişi zararlı olarak nasibini aldı. Ben
ve 13 yıllık sınıf öğretmeni olan ağabeyim (Nihat Işık) 14 Şubat
2000 tarihinde gece 01.00'de evimize Terörle Mücadele ekiplerinin
yaptığı operasyonda benim muhabirliğimin, ağabeyimin de eğitim
hizmetinin son bulmasına sebep oldu. 6 günlük fiziki ve psikolojik
işkenceler sonucunda bize ait olmayan ve zorla imzalattırılan ve
kabul ettirilen ifadelerle tutuklanarak Muş E Tipi Kapalı
Cezaevi'ne konulduk. Cezaevinde tarafsız olduğumuzu beyan ettik. Bu
nedenle Nisan 2000'de tarafsız olduğu için Bitlis E Tipi'ne
nakledildik. 02 Şubat 2001'de ailemizin maddi sıkıntı içinde olması
sebebiyle yine tarafsız olduğumuzu belirterek Muş E tipi'ne
(ikametgaha yakın olduğu için) isteğimizle sevkedildik. Van I
No.'lu DGM'ye tutuklandıktan yaklaşık 4 ay sonra 22 Haziran 2000'de
ilk duruşmaya çıktık. Aleyhimize ve soyut olan ifadeleri reddettik.
Fakat ülkemizde işlenen vahşice cinayetler gündemdeki sıcaklığını
koruyordu. TV'deki ve gazetelerdeki görüntülerin adil
yargılanmamızı olumsuz etkilediğini duruşmalarımızda net olarak
görebiliyorduk. Bu yüzden üçüncü duruşmamızda iddia makamı dosyanın
sonuçlanması için son mütalaasını vererek ceza isteminde bulundu. 3
sefer 14'er günlük ertelemeden sonra 11 Aralık 2000'de (9 ay süren
mahkemelerin ardından) hızlı yargılama sonucu ben, abim ve başka 3
arkadaş toplam 5 kişi TCK 168/2 (Hizbullah terör örgütüne üye
olduğumuz suçlamasıyla) 12 yıl 6'şar ağır hapis cezasına
çarptırıldık. Yargıtay 9. Ceza Dairesi'ndeki temyiz duruşmamız 25
Haziran 2001'de yapıldı. Van DGM'nin verdiği karar aynen
onaylanarak cezamız kesinleşti. Yaklaşık 20 gün sonra cezaevindeki
3'ncü yılımız dolacak. YHA'da aylık prim usulü çalışıyordum. Bu
yüzden hiçbir sosyal güvenlik hakkında da sahip değilim.
Gazeteciler Cemiyeti'ne de üye olmadım. Tutuklandığım ilk aylarda
YHA'nın müdürü Şükrü Kamber ve çalışanlar aileme açtıkları geçmiş
olsun telefonlarından sonra ilişkilerini kestiler. YHA Müdürü Şükrü
Kanber'e, tutuklandıktan sonra YHA Müdürü olan Ahmet Faruk
Yanardağ'a yazdığım mektuplar sonuçsuz kaldı. Acaba şahsıma karşı
yapılan muameleyi, karşı cenah olarak adlandırdığımız solcu vb.
kesimler kendi fikirdaş ve çalışanlarına yaparlar mıydı? TV ve
gazetelerde gördüğüm ve okuduğum haberlerde bir ilçede görevli
muhabirlerinin cezaevine girmemesi için yaptıkları mücadeleyi ve
gündeme getirmelerini gıpta ile izledim. Ama biz sağ veya islami
basın diye adlandırılan kesim ne yapıyoruz? Çalıştığım emek
verdiğim OHAL'de bazen ölümü göze alarak haber ulaştırdığım
ajansımın bana yaptığı muamele ortadadır. Ben şahsen durumum
hakkında tutuklandığım günden beri ajansım Kanal 7 müdürünün
dışında kimseyi bilgilendirmedim. Bu yüzden Sayın Oktay Ekşi'nin
yaptığı son açıklamaya sevindim. Basın Konseyi'nin adresini
bilmediğim için Hürriyet Gazetesi'ne (Oktay Ekşi'nin şahsına)
durumumu anlatan mektup yazdım. Belki mektubumu hiç kaale almaz.
Ama yine de şansımı değerlendireyim dedim. Ama aynı inanç sahibi
olan bizler birbirimize destek olmazsak; köşe yazınızda
belirttiğiniz gibi "onların adamlarını savunanlar var, her zaman
için gündem oluşturuluyor" durumu ortaya çıkar. Ama her türlü
haksızlığa, suçsuz olarak cezaevinde yatışımıza rağmen bizi ayakta
tutan tek şey Allah'a olan inancımız, dünyadaki görülen eziyetlerin
mükafatının ahirette verileceğine olan bağlılığımız ve kadere olan
inancımızdır. Takdir ederseniz beraber çalıştığım YHA Müdürü Şükrü
Kanber (Milli Gazete yazarı) ve şimdiki YHA Müdürü A. Faruk
Yanardağ'dan bilgi alabilirsiniz. Ben 4 Şubat 1976 Muş Merkez
Muratpaşa Mahallesinde doğdum. Açıköğretim Fakültesi Kamu Yönetimi
mezunuyum. (Birinci sınıfı cezaevine girmeden 2., 3. ve 4. sınıfı
cezaevinde okuyarak diplomamı aldım. Bekarım. Babam Abdülrezzak 63
yaşında hizmetli kadrosundan emekli, annem Zinet 50 yaşında ev
kadınıdır. 8 kız, 2 erkek kardeşiz. (Abim ve ben cezaevindeyiz.)
Babam aldığı emekli maaşıyla kız kardeşlerime (ailem) abimin eşi ve
4 çocuğunun yanısıra cezaevinde olan ben ve abime bakıyor. Evimiz
Muratpaşa Mahallesi Kantere Sokak, No: 41/B'dedir. Ev telefonum 0
436 212 49 99'dur. İsterseniz ailemden de bilgi alabilirsiniz.
Sayın Albayrak yazdığım bu mektupla zamanınızı aldımsa hakkınız
helal edin. Bir nevi sizinle dertleşmiş oldum. Mektubuma son
verirken gazete çalışmalarınızda başarılar, ailevi yaşantınızda da
mutluluklar dilerim.